11 Ocak 2009 Pazar

Boşluk

Boşluğa kendimi bıraktım öylece düşüyorum.
Dibe mi iniyorum yoksa bir yükselişte miyim?
Nevrim dönmüş bulamıyorum yönümü.
Her zamankinden çok farklı bir sıkıntı var içimde.
Daralmış yüreğimi gevşetmek için yaptığım hileler bile işe yaramıyor.
Ölüm korkusu sarıyor beynimi...

Kış soğuk,
zihin bulanık,
beden alabildiğince durağan
ve ben tüm bunlara savaş açmak istiyorum.

Ömrün yarısı diyorlar yaşıma.
Acaba geriye kaldı mı bir o kadar daha.

Kalkamıyorum ki bedenimden öte,
yürüyebileyim kötülüklere.

Düşüyorum..

Adam her zamankinden yorgun kalktı bu sabah. Saat kaç diye baktı duvara: 05:45. Erken bir saatte kalkmanın bir anlık sevinci ile yaptığı kahvesini yudumlarken, peşini bırakmayan talihsilzikleri düşündü.

Talihsizliklerin sebebinin aslında kendi verdiği kararlar olduğunu henüz öğrenmişti, ama çok mu geçti yoksa hala yapacak bir şeyler var mıydı kestiremiyordu. Tıpkı ömrüne biçilen gün sayısını bilmediği gibi.

Kah gelip geçen bir umut hali kah gelen ama zor giden bir umutsuzluk halindeydi. Çok yanar döner bir haldeydi adam. Adam, üzgündü bu sıralar. Gergindi, iş yapamazdı. Oysa elinden çok iş gelirdi. Yapmıyordu, yapamıyor sanki engellendiğini hissediyordu. Bazen saatlerce oturuyor, işine bakıyor bakıyor ve sadece bakıyordu. Dili olsaydı eğer yaptığı işin:

- Neye bakıyorsun be adam. Hadisene, yap, becer beni. Bitir de görsün alalem.

Dermiydi acaba?

Kimbilir, daha bugüne değin vaki olmamıştı böyle bir durum. Ta ki bu adamın hikayesini yazana kadar.

Adam kahvesini yudumlamaktan öte kanarcasına içmeye başladı. Birden damarlarındaki kan da boğazından geçen kahve kadar yoğun, bir o kadar da hızlı akmaya başladı. Bir sinir, bir gerginlik içinde neredeyse fincanını yiyecek duruma geldi.

Olsa o an, bir kurban, parçalayacak öcünü alacak, hemen rahatlıyacaktı. Kime karşı ne ye karşı. Sıktı yumruklarını, masaya koydu nazikçe yine. Oysa gümletmeliydi masayı, yarmalıydı ortadan ikiye. Adam böyleydi işte. İçi içine, dışı dışına sığmayan.

İçeriden gelen bir ses ile irikilen adam ayağa kalkar. Sesin geldiği yöne doğru, bir ürperti eşliğinde yürümeye başlar. Duyduğu sesin çıktığı şey ona garip gelmişti ve kendinen şüphe edercesine korkmaya başladı. Delirmiş miydi? Emin değildi ki adam, bu sesi bir rüyada mı yoksa sabah sabah başına gelen mistik bir gerçekte mi duyduğuna.

O şey onun işiydi. Ses de yarım kalan işlerinden geliyordu. Tek değil bir çok ses geliyordu odadan. İşler birer adamcık olup adamın karşısına dizilip hesap soruyorlardı sanki. Adam dinlemiyordu aslında çıkan sesleri. Sadece hayretle bakıyordu.

- Sıkma canını
- Önce benden başla, sonra diğerlerine geçersin.
- Herşey para değildir, sen insanlığını yap. Verirlerse alırsın.
- Otur sakinleş. Korkma hemen. Dinle bizi

Adam ne şaşkındı ama. Kim böyle bir duruma şaşmazdı. Ne olduğu belirsiz adamcıklar ve yaptıkları konuşmalar.

Adam, zorda olsa şaşkınlığından ve yavaşça azalan korkusundan uzaklaşmaya başladı. Bu ona bir kahve içmesine sebep oldu. Bir mutfak bir oda, geldi gitti. Artık olayları kabul edercesine, rahatlamış gibi görünerek elindeki kahvesiyle odaya emin adımlarla girdi. Bir an, odaya girdiğinde adamcıkları bir daha görmeyeceğine emin gibiydi. Ama oradalardı. Bekliyorlardı.

Yarım kalan şeyler bizi bir boşluğa sürüklüyor. Bu su götürmez bir gerçek. Bu dünya bir sistem üstüne kurulmuş. Herşey herşeyi etkileyebiliyor.

Bir çark sistemi var sanki. Yarım kalan şeyler, sistemdeki eksik olan çarklardan başkası değil aslında. Öyle çok eksik parça var ki bu sistemde. Tamamlansa sanki, tüm dünya bir huzura varacak.

İşte biz adamlar ne zaman adamcıkları becermeyi öğrenirsek, adamcıkların da götümüze parmak atması biter.

Yaşasın huzur, yaşasın getirdikleri..

9 Ekim 2007 Salı

Siyah-Beyaz

Bugün bir forumda cinlerle ilgili bir yazı vardı. Ve mutlaka okunmalı diye de başlık atılmıştı. Yani bu başlık olmasaydı bakacağımda yoktu.

Neyse bilindik bir cin öyküsünü okudum. Alt tarafta da yorumlar yapılıyordu. Bir yorum ve altında da bir resim vardı: 

"Kimi zaman kendi halimle, kimi zaman sevilmeyen ve itilen nefret edilen kılıklarla çıkar gelirim. Hissetmeden yanaşırım zarar vermem ama istenmeyen haller de olabilir"

Cin hikayesinden midir yoksa yorumdaki yazıdan mı bilmem ama aşağıdaki resim beni bir an için büyüledi.

Gökşin Sipahioğlu


Sonra resmin kaynağına bakasım geldi. İnşallah imageshack falan değildir dedim kendi kendime. Ve beklediğim gibi değildi. Resim www.thy.com sitesinden SKYLIFE bölümünden geliyordu. Hemen o bölümle ilgili sayfayı aradım bir kaç dakikalık uğraştan sonra sayfayı buldum.

Sayfada Gökşin Sipahioğlu adlı kişiden bahsediliyordu. Gazeteciymiş. Fotomuhabir. Anlatılıyor birşeyler. Tabi yazı ile birlikte de çektiği fotoğraflardan bir kaçı sergilenmiş. Güzel resimler ve bunu sizinle paylaşmak istedim.


İyi gazeteci (Gökşin Sipahioğlu)
SkyLife - Ekim 2006

27 Haziran 2007 Çarşamba

Çocuklara masallar: Park orman

Babası kızına sokağa çıkması için izin vermişti. Kızı henüz bisiklete binmeyi yeni öğrenmiş, 7 yaşında bir çocuktu. Babası tembihledi: "aman ha!, buralardan uzaklaşma". Kızı kısa bir cevapla "söz" dedi ve heyecanla, bisikletiyle sokakta tur atmaya başladı.

Ayşegül, bizim küçük kız bisikletle dolaşırken biraz aşağılara gitmeye karar verdi, çekinerek babasının ona baktığından. Tamam, babası görmüyordu. Sokakta bisiklete binmek pek güzel olmuyordu, dar sokak ve kısa idi. Oysa aşağılarda parka gitse, uzun yollarda rahat rahat bisikletine binebilirim diye düşünüyordu. Gitti küçük kız aşağılara.

25 Haziran 2007 Pazartesi

Bir hata mı bin kere aptallık mı?

- Ne aptal adamsın sen yahu. Bir şeyi elli kere söylüyorsun.
- Öyle deme sadece tedbir alıyorum.
- Söyleyerek mi?
- Evet, beynine kazıyarak. Bir kere hata yapmaktansa bin kere aptal olmak iyidir.
- Hııı hııı
- ...
- Bir kere söyle tamam anlarız. Abartmana gerek yok ki.
- Olsun, ben yinede beynine kazıyayım. Unutursun belki.
- ...
- Bir şeyi hem sözle hem de temsili olarak görsellerle anlatıyorum ki anlayasınız. Üstüne basa basa defalarca söylüyorum ki hatırlayasınız.
- Usta büyük adamsın. (siktir git)
- Sağol çekirge. Ben tatile gidiyorum bahamalara, on beş gün sonra görüşürüz. (girdi mi)
- güle güle usta. (sıçtın azıma)

-=****=-
- Ya bu bizim patron çok salak, bir felsefe tutturmuş. Sikecem belasını en sonunda. Yaşlı başlı adam elimde kalacak. Ben olmasan iş miş de yürümeyecek. Acıdığından yanında kalıyorum.- Ne oldu yine.
- Daha ne olacak gider ayak nasihat ediyor.
- ..
- Yok böyleyken böyle şöyleyken şöyle. Yarraaaam sen paradan bahset.
- hahaha hahaaa
- Gülme, bi 50 kağıt verde ay başında geri veririm.
- hahaha hahaha. Ay başında geri vereceksen niye istiyorsun ki. İsteme. Daha öteki ay başında aldığını vermedin yarraaaammm...
- ...

-=****=-

Yaşlı adam uçakla giderken çekirgesinin halini düşünür.
- Bundan bi sik olmaz.

Zihnin salımı

Evimin odasında, koltukta sıkışmış bedenimden ruhumu serbest bırakıyorum artık. Ruhum bedenimden ayrılırken, zihniminde arkasından öylece süzülüp gittiğini görüyorum. Ne iyi oldu ama.

Zihnimin göklerde süzülüşünde kendi bedenimin ağır darbe izleriyle dolu olduğunun farkına varmıştım. Ezilmiş bir beden. Saçlarımdaki binlerce kar tanesinde onbinlerce ezik dialogların uçuştuğunu görüyorum. Bir tek HAYIR diyememenin bedelini ödüyorum.

Bedenime ve hatta dünyaya, şuanda zihnimin olduğu yerden bakmak ne feciymiş. Hani iyiydi. O ilk uçmanın verdiği bir mutlulukla söylenen sözdü. Gerçeği, gerçeklerle yüzleştikten sonra anladım.

Bedenim beni çağırıyor. Belki yine kaçırırım zihnimi ruhumla birlikte gökyüzüne. Mutlaka yine yazacağım, bir hüzünle kimbilir belki bir sevinçle.