4 Haziran 2011 Cumartesi

Arı biziz bal bizdedir!

Yaban, rüstaî (köylü) Dulcine'sini görmek için sıcak yaz günlerinde iki köy arasında gelip gitmelerin yorgunluğu ile "Bu zahmet, bu meşakkat ne için?" der ve kendi kendine "bari güzel kokuyor mu, dokusu dudaklara hoş mu?" diye söylensede sonradan boş verir bu düşüncelere. Her sevgilinin hayalimizde yaratıp süslediğimiz yaratıktan başka bir şey olmadığını; ister şehirli ister köylü olsun ona "birtaneciğim" diyenlerin biz erkekler olduğunu dile getirir.

Bu bana hemen Aşık Veysel'in şu dizelerini aklıma getirdi:

Güzelliğin on par'etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa

Ne ilginçtir ki, onca bu gerçekliğe rağmen arada sıkışmış kalmış bu mısralar ve itiraflar fazla dilden dile dolaşmaz. Hep gizlenir. Aslında kadındır erkeği değerli kılan. Hep böyle söylenir. Hatta demezler mi biz erkeklere: "Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır". Peki bazılarımız da sanki bu sözlere inat: "Kadın erkeği vezir de eder rezil de eder" demedi mi? Sokrates evliliği önerse de şöyle devam eder: "Karın iyiyse mutlu, kötüyse filozof olursun"

Gerçek olan, biz erkelerin kadınlara verdiği değerdir.
Asıl olan da budur. Öyleki Yaban, Hasan Dede'in bir türküsündeki, Eşrefoğlu'nun söylediği "arı biziz bal bizdedir" mısrasını hatırlatır.

arı vardır uçup gezer
teni tenden seçip gezer
canan bizden kaçıp gezer
arı biziz bal bizdedir

Biz neyi görüyorsak gerçek o'dur!
Don Kişot'un sevdiğidir aslında Dulcine, Yaban kendini bulur Don Kişot'un hikayesinde. Şanso'nun da gördüğü gibi Dulcine; pis kokan ve elleri nasırlı köylü bir kadındır. Fakat Don Kişot, Dulcine'sini gördüğünde yerlere kadar eğilip ellerini öperdi. Ve "oh ne güzel kokuyor. ne ilahi varlık!" diyerek Şanso'yu şaşırtmıştır.

Ne Yaban ne Don Kişot ne de diğer erkeler utanmamıştır bu yolda yürümekten. Yürüdükleri yol kuru ve elverişsiz olsa da gördükleri yemyeşil çayırlardır. Büyük bir çoşkuyla da devam edeceklerdir.

Bu yazı Dulcine'sine giden Don Kişot'lara adanmıştır.

Murat Dicle

11 Ocak 2011 Salı

Bir kapitalist dünya hikayesi (1)

- Çocukluk, çocuklar ve içe salınan korkular -

Seneler sonra geldiğim bu yerde, artık yeşili göremiyorum. Önceleri bağlık bahçelik denilecek kadar yeşile doyardı gözlerimiz. Her evin önünde çiçek bahçeleri vardı. Kimi evlerin bahçeleri oldukça cıvıltılıydı. Neden olmasın ki hem bahçeleri geniş hem de onlarca çeşit ağaç vardı bu evlerin bahçelerinde. Cıvıltılar ise o güzelim ağaçlara yuva yapan kuşlardan gelirdi.

"Bahçeye dalan vaaaar" diye sesleri sıkça duyardık mahalle aralarında. Evlerin önündeki bahçelerde incir, şeftali, elma gibi meyveler biz çocuklara evdeki meyvelerden daha lezzetli gelirdi.
"Oğlum evinizde hiç mi meyve yok, bu kadar mı açsınız" deselerde -ki gerçeği yansıtmayan bir serzenişti teyzenin söyledikleri- evimizdeki meyveler yerine dalından kopartıp yemek büyük zevkti biz çocuklar için.  Ağaçlara çıkar saatlerce otururduk. Bazen de yolumuzu uzatır sayamadığımız kadar çok mahallenin ötesinde daha kırsal olan yerlerde eğlenirdik.

11 Haziran 2010 Cuma

Zavallı düşünceler!

Ölümdü aklımdan geçen her zamankinden daha fazla.

"Yaşamak niye" dedim..
"Gelip de geçer" dedim..
Ama geçmedi!

Kara trenin geçtiği tüneldi
Tünelin ucundaki ışık bir gelecekti
Hiç gelmeyecekti sanki
Ama bir gün gelecekti!

Gelecek gelmeden gelsin ölüm
Umut bitmeden bitsin bu zulüm.

Kendim mi, yoksa O mu alsın beni?

Hepimiz verdik birbirimize kötülüğü
Dağıttık dört bir yana bu zulmü

Biz mi, yoksa O mu alsın bizi?

Beynin oyunudur bu: Zavallı düşünceler
Zerreciğin yörüngesidir hüzünler
Kimyasaldır sevişmeler
Hesap işidir bu gidişler

Hepmiydi, yoksa hiçmiydi?

Ey! zavallı düşünceler
Öl emi!

Murat Dicle

11 Ocak 2009 Pazar

Boşluk

Boşluğa kendimi bıraktım öylece düşüyorum.
Dibe mi iniyorum yoksa bir yükselişte miyim?
Nevrim dönmüş bulamıyorum yönümü.
Her zamankinden çok farklı bir sıkıntı var içimde.
Daralmış yüreğimi gevşetmek için yaptığım hileler bile işe yaramıyor.
Ölüm korkusu sarıyor beynimi...

Kış soğuk,
zihin bulanık,
beden alabildiğince durağan
ve ben tüm bunlara savaş açmak istiyorum.

Ömrün yarısı diyorlar yaşıma.
Acaba geriye kaldı mı bir o kadar daha.

Kalkamıyorum ki bedenimden öte,
yürüyebileyim kötülüklere.

Düşüyorum..

Adam her zamankinden yorgun kalktı bu sabah. Saat kaç diye baktı duvara: 05:45. Erken bir saatte kalkmanın bir anlık sevinci ile yaptığı kahvesini yudumlarken, peşini bırakmayan talihsilzikleri düşündü.

Talihsizliklerin sebebinin aslında kendi verdiği kararlar olduğunu henüz öğrenmişti, ama çok mu geçti yoksa hala yapacak bir şeyler var mıydı kestiremiyordu. Tıpkı ömrüne biçilen gün sayısını bilmediği gibi.

Kah gelip geçen bir umut hali kah gelen ama zor giden bir umutsuzluk halindeydi. Çok yanar döner bir haldeydi adam. Adam, üzgündü bu sıralar. Gergindi, iş yapamazdı. Oysa elinden çok iş gelirdi. Yapmıyordu, yapamıyor sanki engellendiğini hissediyordu. Bazen saatlerce oturuyor, işine bakıyor bakıyor ve sadece bakıyordu. Dili olsaydı eğer yaptığı işin:

- Neye bakıyorsun be adam. Hadisene, yap, becer beni. Bitir de görsün alalem.

Dermiydi acaba?

Kimbilir, daha bugüne değin vaki olmamıştı böyle bir durum. Ta ki bu adamın hikayesini yazana kadar.

Adam kahvesini yudumlamaktan öte kanarcasına içmeye başladı. Birden damarlarındaki kan da boğazından geçen kahve kadar yoğun, bir o kadar da hızlı akmaya başladı. Bir sinir, bir gerginlik içinde neredeyse fincanını yiyecek duruma geldi.

Olsa o an, bir kurban, parçalayacak öcünü alacak, hemen rahatlıyacaktı. Kime karşı ne ye karşı. Sıktı yumruklarını, masaya koydu nazikçe yine. Oysa gümletmeliydi masayı, yarmalıydı ortadan ikiye. Adam böyleydi işte. İçi içine, dışı dışına sığmayan.

İçeriden gelen bir ses ile irikilen adam ayağa kalkar. Sesin geldiği yöne doğru, bir ürperti eşliğinde yürümeye başlar. Duyduğu sesin çıktığı şey ona garip gelmişti ve kendinen şüphe edercesine korkmaya başladı. Delirmiş miydi? Emin değildi ki adam, bu sesi bir rüyada mı yoksa sabah sabah başına gelen mistik bir gerçekte mi duyduğuna.

O şey onun işiydi. Ses de yarım kalan işlerinden geliyordu. Tek değil bir çok ses geliyordu odadan. İşler birer adamcık olup adamın karşısına dizilip hesap soruyorlardı sanki. Adam dinlemiyordu aslında çıkan sesleri. Sadece hayretle bakıyordu.

- Sıkma canını
- Önce benden başla, sonra diğerlerine geçersin.
- Herşey para değildir, sen insanlığını yap. Verirlerse alırsın.
- Otur sakinleş. Korkma hemen. Dinle bizi

Adam ne şaşkındı ama. Kim böyle bir duruma şaşmazdı. Ne olduğu belirsiz adamcıklar ve yaptıkları konuşmalar.

Adam, zorda olsa şaşkınlığından ve yavaşça azalan korkusundan uzaklaşmaya başladı. Bu ona bir kahve içmesine sebep oldu. Bir mutfak bir oda, geldi gitti. Artık olayları kabul edercesine, rahatlamış gibi görünerek elindeki kahvesiyle odaya emin adımlarla girdi. Bir an, odaya girdiğinde adamcıkları bir daha görmeyeceğine emin gibiydi. Ama oradalardı. Bekliyorlardı.

Yarım kalan şeyler bizi bir boşluğa sürüklüyor. Bu su götürmez bir gerçek. Bu dünya bir sistem üstüne kurulmuş. Herşey herşeyi etkileyebiliyor.

Bir çark sistemi var sanki. Yarım kalan şeyler, sistemdeki eksik olan çarklardan başkası değil aslında. Öyle çok eksik parça var ki bu sistemde. Tamamlansa sanki, tüm dünya bir huzura varacak.

İşte biz adamlar ne zaman adamcıkları becermeyi öğrenirsek, adamcıkların da götümüze parmak atması biter.

Yaşasın huzur, yaşasın getirdikleri..

9 Ekim 2007 Salı

Siyah-Beyaz

Bugün bir forumda cinlerle ilgili bir yazı vardı. Ve mutlaka okunmalı diye de başlık atılmıştı. Yani bu başlık olmasaydı bakacağımda yoktu.

Neyse bilindik bir cin öyküsünü okudum. Alt tarafta da yorumlar yapılıyordu. Bir yorum ve altında da bir resim vardı: 

"Kimi zaman kendi halimle, kimi zaman sevilmeyen ve itilen nefret edilen kılıklarla çıkar gelirim. Hissetmeden yanaşırım zarar vermem ama istenmeyen haller de olabilir"

Cin hikayesinden midir yoksa yorumdaki yazıdan mı bilmem ama aşağıdaki resim beni bir an için büyüledi.

Gökşin Sipahioğlu


Sonra resmin kaynağına bakasım geldi. İnşallah imageshack falan değildir dedim kendi kendime. Ve beklediğim gibi değildi. Resim www.thy.com sitesinden SKYLIFE bölümünden geliyordu. Hemen o bölümle ilgili sayfayı aradım bir kaç dakikalık uğraştan sonra sayfayı buldum.

Sayfada Gökşin Sipahioğlu adlı kişiden bahsediliyordu. Gazeteciymiş. Fotomuhabir. Anlatılıyor birşeyler. Tabi yazı ile birlikte de çektiği fotoğraflardan bir kaçı sergilenmiş. Güzel resimler ve bunu sizinle paylaşmak istedim.


İyi gazeteci (Gökşin Sipahioğlu)
SkyLife - Ekim 2006