11 Mayıs 2013 Cumartesi

KARDEŞİMİN HİKAYESİ, Zülfü Livaneli

KARDEŞİMİN HİKAYESİ, Zülfü Livaneli
KARDEŞİMİN HİKAYESİ
Zülfü Livaneli
Ahmet Arslan, emekli olduktan sonra şimdi Yalıköy, eskiden Podima denilen Karadeniz tarafından Bulgaristan'a yakın bir kasabada yaşamını, okuyarak ve neredeyse kendini insanlardan soyutlayarak sürdürmektedir. Az insanın ve doğanın ön plana çıktığı bu kasabada, insanlardan kaçan kendi gibi insanlar da vardır. Arzu ve eşi Ali de bunlardan biridir. Fakat, Arzu bir cinayete kurban gider. Olaylarda işte bu cinayet ile başlar. Kasabaya gelen, yeni yetme gazeteci bir kız, Ahmet Arslan ile Arzu'ların evindeki son gece düzenlenen parti hakkında sorular sormak için kapısını çalar...

Zülfü Livaneli beni bu öyküsü ile çok şaşırttı. Sizler okuduktan sonra bana hak vereceksiniz. Daha önce okuduğum Serenad eserini göz önünde bulundurarak, Kardeşimin Hikayesi'nin de edebi bir öykü olacağını sanmıştım. Evet, edebilik açısından yoksun bir hikaye değil... Size şunu söyleyeyim: Ahmet Ümit'in cinayet hikayelerinden çok daha öte; tam sonda, insanı heyecan ve şaşkınlıkla vurup sarsan bir öykü bu. Asla okumuş olmaktan pişman olmayacağınız bir eser...

Diğer kitap yorumlarım için tıklayınız.
Zülfü Livaneli hakkında bilgi almak için tıklayınız.
 

9 Mayıs 2013 Perşembe

SOKRATES'in SAVUNMASI, Platon

SOKRATES'in SAVUNMASI, Platon
Cehalet, kıskançlığı doğurdu; kıskançlık da ölümü...

Sokrates, Atinalı bir kaç kendini bilmez herif yüzünden, tanrı tanımazlık ve gençleri kötü yola teşvik suçlamasıyla mahkemeye verilir. M.Ö. 366 senesinde de ölüme mahkum edilir. Sokrates'e, bırak bu işleri kardeşim, git kafayı dinle bir daha da felsefe felan yapma, deseler de, Sokrates ölümü tercih eder.

Platon'un bu eseri, gerçekte bir mahkeme kaydı olmayıp, Platon'un, Sokrates öğretisi ile kendinin yazdığı bir savunmadır. Eserde, Sokrates iddialara cevap vermekte ve diyalektik soruşturma yaparak, iddiaa sahiplerinin yanlışlarını ortaya serer. Ancak eserdeki savunma güçlü de olsa, gerçekteki mahkeme sonucuna göre bir karar çıkar bu eserde.

Hem eserin muhatabı Sokrates, hem de yazarı Platon göz önüne alındığında; oldukça kısa bir eser olmuş olsa da, farklı zamanlarda bir kaç okuma yaparak daha iyi anlaşılacağı kanaatindeyim. Burada bir hikaye değil, bir felsefe yatmaktadır. Platon hemen tüm eserlerinde Sokrates'i konuşturarak felsefesini anlatmaktadır. Devlet adlı eserinde de durum böyleydi.

Bana göre, özellikle bu eser; doğru sorular sormayı öğretiyor insana. Doğru sorular sorabilmek için de, neyi bildiğini ve neleri bilmediğini bilmek gerekiyor. Bilmediğini bilenlerin değil, Sokrates gibi bilmediğini bilemeyenlerin ancak yapabileceği şeydir bu.

 * Diğer kitap yorumları için tıklayınız.

8 Mayıs 2013 Çarşamba

AFORİZMALAR, Franz Kafka

AFORİZMALAR, Franz Kafka
AFORİZMALAR
Franz Kafka
Franz Kafka, 1917-1920 seneleri arasında küçük kağıt parçalarına, numara vererek yazdığı özdeyişleridir. Tabii, aforizma diye tanımlanması işin içinde felsefi yani derin anlatım da içerdiği anlamına gelmektedir. Kafka, yapı olarak zaten oldukça derin bir kişiliğe sahiptir. Burada aforizma diye tabir edilen cümleler, bana kalırsa, orijinal Kafkaesk sözlerdir. Felsefeden söz edeceksek eğer, bu sadece Kafka'nın kendine has felsefesidir -ki edebiyat camiası da buna Kafkaesk demektedir.

Franz Kafka, sorunlu bir yaşam sürmüş ve oldukça karmaşık düşünce yapısına sahip bir kişidir. Eserlerini okuduğunuzda, Kafka'nın kendini tam olarak ifade edemediğini ve dolayısıyle anlaşılmaz cümleler yazdığı düşünülebilir. Bu bir "frekansı yakalama" sürecidir ki, bunu başardığınızda, onu anlamamak işten bile değil. Aforizmalar adlı yapıtında geçen cümlelerin yarısından azını tam manasıyle anlayabildiğimi söylebilirim. İşte bahsettiğim bu frekansa girememiş olduğumdan, benim için oldukça anlaşılmaz oldu. Sanırım, aforizmalarını okumadan önce, diğer öykü ve makalelerini okumak daha yerinde olacaktır. Her neyse, günü gelince bunu bir kez daha okurum. Ama bir de biz baksak diyorsanız, şu adresten okuyabilirsiniz.

Bir gün gözünüzü açıyorsunuz ama hiç birşey göremiyorsunuz, her yer karanlık; bir kaç adım atıyor ama sürekli duvarlara çarpıyor ancak sonunda bir labirentin içinde olduğunuzu anlıyorsunuz; soruyorsunuz kendinize: neden buradayım; neden karanlık; ne işim var burada; ve bu labirent niye?.. Ve gün geliyor artık soru sormuyorsunuz; sadece, karanlıkta o labirentin içinde yaşıyorsunuz...
Kafka'nın, karanlık labirenti içinde soru sormadan yaşamaya alıştığımızda, onu çok daha iyi anlayacağız. Yukarıdaki alıntı yaptığım paragrafın bulunduğu, Ceza Sömürgesi adlı kitabın yorumuna da göz atmanızı, dolayısıyle orada da Kafka için yazdıklarımı okumanızı öneririm.

Bu adamı tam manasıyle anlamak zor olacak. Friedrich Nietszche'nin Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabı emin olun çok daha anlaşılır kalıyor, Kafka'nın aforizmaları yanında...

 * Diğer kitap yorumları için tıklayınız.



7 Mayıs 2013 Salı

ROBINSON CRUSOE, Daniel Defoe

ROBINSON CRUSOE, Daniel Defoe
ROBINSON CRUSOE
Daniel Defoe
En büyük maceraperest; en büyük talihsiz; büyük mucizelerin şahidi; çiftçi; marangoz; kaptan; vali; efendi; baba sözü dinlemeyen, büyük adam: Robinson Crusoe...

Kitap İsevi bir inanışa göre yazılmış olsa da, altı çizilen iki şey var; Tanrı'nın mucizeleri ve azim. Umudun yitirildiği anda, önemsizce yere serpilen kırıntılardan dünyaya gelen arpa başakları, Tanrı'nın lütfu ise; büyük azimle yıllarca çabalayarak, öne gelen bu fırsatı koca bir tarlaya dönüşteren de Robinson idi...

Genç yaşta, ailesinin ısrarına rağmen, kaçarak, deniz yolculğuna çıkan Robinson; ilk etapta basit bir kaç talihsiz olay atlatır ama ardından Brezilya'da harika bir çiftlik sahibi olur. Macera tutkusundan mı yoksa genlerindeki isyankarlık mı bilinmez, rahat bir yeri varken, kendini yine denizin ortasında bulur. Bu yolculuk kendisini yıllarca bir adaya hapsedecek bir kaza ile son bulur. Tek başına bir adada; elindeki yiyecek, giyecek ve alet hırdavatın oldukça kısıtlı olduğu bir durumda, yaşam mücadelesi vermeye başlar. Bu mücadele hepinizi hayretler içerisinde bırakırken, bu mücadeleden de çok şey öğreneceksiniz.

1719 senesinde yayımlanan bu romana oldukça ön yargı ile yaklaştım. Çocukken ve genç yaşlarda filmini izlemiştim. Romanın 1719 senesinde yayımlandığı için olsa gerek, filmin kitaptan daha iyi olduğunu ve hatta filmi çeviren senaristin ve yönetmenin hikayeyi daha da güzelleştirdiği gibi saçma bir önyargı ile romanı okumaya başladım. Kesinlikle yanılmışım... Bu roman eğer bir film olacaksa 3-4 saatten kısa olamaz. Roman'da anlatılan detaylar ve olaylar, filmde çok az üstünde durulmuş. Robinson Crusoe'nun kitabını okumak bambaşka bir deneyim oldu benim için. Okumayanlar için şiddetle tavsiye ediyorum. 

Pek emin olmamakla birlikte -Thomas More'un Ütopya'sı hariç- okuduğum en eski yayımlanmış romandır. Thomas More'un Ütopya'sı da bir roman ama o daha çok kitaptaki ana fikri vermek için romanlaştırılmış tadını veriyordu. Aradığınız gerçek bir macera öyküsü ise, bu kesinlikle Robinson Crusoe olacaktır. Daniel Defoe sizi hayal gücü ile şaşırtacak.

 * Diğer kitap yorumları için tıklayınız.
 



3 Mayıs 2013 Cuma

ZAVALLI NECDET, Safvet Nezihi

ZAVALLI NECDET, Safvet Nezihi
ZAVALLI NECDET
Safvet Nezihi
1902'de yayımlanan ve zamanında best-seller olan, Safvet Nezihi'inin Zavallı Necdet romanı, Türk Klasikleri arasında bulunmanktadır. Bazı yazarların etkisinde kalmış ve yazınsal olarak eksiklikleri bulunduğu ifade edilmiştir, kitabın yazarı tanıtan bölümünde. Okuması kolay, kurgusu güzel ancak bu günün insanı için pek acıklı olmayan -ki vaktiyle kadınları gözyaşlarına boğmuş bir romandır.

Necdet Feridun varlıklı bir ailenin evladıdır. Haliyle, gününü gün etmekle geçirmekte ve dostlarına da yaşadığı maceraları kimi zaman dosdoğru kimi zaman da abartarak anlatmaktadır. Ancak, günlerden bir gün, Necdet Feridun sevdiği bir arkadaşına rastlar ve arkadaşına son macerasını anlatır. Arkadaşı, abartılı eğlencelik bir macera diye düşünür, fakat bir süre sonra hiç de öyle olmadığını görür. Necdet Feridun anlattıkça, arkadşının merakı daha da artar. Bu anlatı günler, aylar ve yıllara dağılmıştır.

Roman da iki anlatıcı vardır; kimi zaman Necdet Feridun kimi zaman da arkadaşı tarafından anlatılmaktadır.

Genel olarak konu; Necdef Feridun'un, konağına komşu olan bir ailenin kızı Meliha'ya aşık olması, ancak, Meliha'nın bu aşka karşılık vermeyip, Necdet Feridun'un samimi arkadaşı olan İbrahim Şemsi ile evlenmesi ile başlamaktadır. Necdet Feridun için için Meliha'yı sevse de asla karşılık alamadığını ve dolayısıyle arkadaşı İbrahim Şemsi ile evlenmesine çok üzülür ve hastalanır. Ancak Meliha gerçekte, Necdet'e boş değildir. Yaptığı bu evliliğin aslında Necdet için bir eziyet olduğunu vakti gelince itiraf edecektir, Meliha. Bunu duyan Necdet ne diyeceğini şaşırır. Artık Meliha'nın açık ilan-ı aşkı ile samimi arkadaşı İbrahim Şemsi arasında kalmakta ve sürekli olarak hastalanmaktadır. Olay sürekli olarak aşk ve onur arasında gelip gitmektedir. Bu gelgitlerde hüzün, ölüm, ayrılık ve ihanet de bulunmaktadır.

 * Diğer kitap yorumları için tıklayınız.