30 Haziran 2013 Pazar

ARAF, Elif Şafak

ARAF, Elif Şafak
ARAF
Elif Şafak
Araf, birbirini takip eden olaylar zincileriyle bir macera romanı beklentisinin tam aksine; durağan gibi gelen ama zaman içinde akıp giden, bize göre dışarıklı sosyal bir yaşamı anlatan ama ağdalı felsefeden vazgeçmeyen, iki arada kalmış ama bedenlerinden sıyrılmış ruhların, acıklı, acınası ve dahası iki arada sıkışmış kalmışsınız da yüreğiniz sıkıntıdan yerinden çıkıp gidiverecekmiş gibi gelen bir öyküdür.

Oraya vardıklarında, kendilerini oralıların hiç olmadığı kadar "oralı" hissetmeleri gerektiğinin yanılgısını, oralarda bir müddet yaşadıktan sonra, oranın da buralardan hiç farkı olmadığını ki, buralardaki zamanın da oradaki zamanın da -sayısal farklarla ifade ediliyor olsa da- aynı şekilde akıp gittiğini anladıklarını anlatan bir öykü, bu. Yalnız, buralardan ziyade, oralarda daha özgürce yaşanılabildiğinin de altını kalınca çizebilen bir öykü. Skorel anlamda erkeklerin sayı üstüne sayı yapabilecekleri yegane bir "ora" öyküsü, bu öykü. Buralara nazaran, oralarda kadın ile erkeğin sadece düzüşmek için değil, arkadaş olarak da yaşabileceğini anlatan bir öykü, bu.

Oralarda yaşayanların, izlenimlerle elde edilmiş durumlarını anlatan; bir anlamda başladığı gibi biten; E peki n'oldu şimdi? diye de dedirtebilen, bu öyküyü okumanız gerektiğine inanıyorum. Elif Şafak hala benim için bir muamma. Aslı Biçen ise bir soru işareti. Bu ve bundan sonraki Elif Şafak öykülerinin doğrudan İngilizce olarak yazılıyor olması yazar açısından bir deneyim gibi görünse de illa bir ibnelik arıyor insan. Belki de kıskançlıktan, kimbilir?..

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.

27 Haziran 2013 Perşembe

YÜZBAŞININ KIZI, Puşkin

YÜZBAŞININ KIZI, Puşkin
YÜZBAŞININ KIZI
Puşkin
Puşkin'in okuduğum ilk eseridir.

Genç bir Subay babası tarafından, askerliğini kolayca değil de daha zor şartlarda yapması adına Orenburg kalesine gönderir. Orenburg Kalesinin komutanı, babasının eski bir dostudur. Genç Subay Pyotr, kale komutanın bilgisi dahilinde görevine başlar.

Piyotr, kale yolculuğu esnasında kendisine kısa süreliğine yardımda bulunan bir Kazak'a üşümesin diye, kendinin tavşan kürklü bir kıyafetini verir. Adam minnettar kalır. Bu minik hediye, Piyotr'ın kaderini değiştirecektir.

Orenburg Kale Komutanının bir kızı vardır. Piyotr ilk önceleri onu pek beğenmesede, zaman içerisinde kıza tutulur. Kıza henüz aşkını ilan ettiği günlerde, kaleye saldırı yapılır. Yemelyan Pugaçov adlı ve kendini Çar ilan eden, isyancı gurubun başı Orenburg'a saldırmaya başlar. Olaylarda böylece başlar.

Yazar; Gogol, Tolstoy, Dostayevski veya Gorki'ye nazaran oldukça sade bir dille anlatmış öyküyü. Bir çırpıda okunan hoş bir eser diyebilirim.

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.

26 Haziran 2013 Çarşamba

CEHENNEM, Dan Brown

CEHENNEM, Dan Brown
CEHENNEM
Dan Brown
Bir doktar olarak kangrene yol açan bir kolu kestiğinizde bir kurtarıcı; eğer sıradan bir insan olarak, o kolu kestiğinizde ise bir cani olarak görüleceksiniz, insanlar tarafından: Bertrand Zobrist kendini boşluğa bırakmadan önce, kendinin bir kurtarıcı olarak görüleceğinden çok emindi. O, dünyayı kurtaracaktı!..

Dan Brown'un son kitabı Cehennem oldukça heyecanlı ve sürükleyici bir roman. Piyasaya henüz çıktı; roman ile ilgili ahlaki, felsefi ve toplumsal anlamda kritikler de hat safhaya henüz ulaşmamış olabilir. Kitap bize çok şeyi sorgulatıyor. Kitabın sonuna doğru, bir Zobrist sever olarak çıkmanız da mümkün. Kitap bir veya bir kaç mevzuyu, topluma empoze ediyor olabilir de! Bu düşünceleri bu satırlara taşımak için henüz erken. Biz kitaba dönelim.

Robert Langdon, Harvard Üniversitesi Simgebilim Profesörüdür. Gözlerini açtığında kendini Floransa'da bir hastanede bulur. Hastanede olduğunu anlamış olsa da henüz İtalya'da olduğunu bilmemektedir. Evelsi gece biri ateş etmiş ve kafasının arkasını sıyıran bir mermi ile yaralanmıştır. Langdon geçici olarak hafıza kaybına uğramıştır. Langdon'ın tepesinde Dr. Sienna ve Dr. Marconi bulunmaktadır. Ona başından geçen olayı ve şuan içinde bulunduğu durumu izah etmektedirler. Ancak dışarıda, bu üç kişinin henüz bilmediği biri vardır -ki o da Langdon'ı evelsi gece elinden kaçırdığı için şimdi tekrar onu öldürme planı kuran kirpi saçlı kadındır...

Bir hastane odasında başlayan ve hızlı bir şekilde cereyan eden olaylar zincirini anlatan bu romandan çok hoşlanacağınıza eminim. 

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.

23 Haziran 2013 Pazar

DÖNÜŞ, Ayşe Kulin

DÖNÜŞ, Ayşe Kulin
DÖNÜŞ
Ayşe Kulin
Ne boktan bir durum ya! Hani derler ya, bahsız bedeviyi çölde... Derya kızımızın yaşadıkları da öğrendikleri de işte böyle bir durum.

Babası annesini aldattığı için, annesi, Eda apar topar kendisini Londra'ya kaçırır. Eda, kocasına çok kızgındır ve ona ceza olsun diye, kızını ona göstermeyecektir. Ancak Eda Derya'ya, babasının onları bir kadın için terk ettiği yalanını ortaya atar ve henüz ergen olan kız ise buna inanır.

Annesi bir gün yeni kocası David ile uzakdoğu seyehatine çıkarlar. Singapur'da David bir visürüs etkisiyle hastalanır. Eda, durumu kızına iletir ve kendisinin bir an önce yanına gelmesini, hem David için hem de kendi için ister. Derya, annesinin bu isteğini, istemeye istemeye kabul eder. Londra'dan ayrılmadan önce, annesinin  evindeki çiçekleri sulamaya giden Derya, kendi şapkasını koymak için annesinin şapka kutularından birini almak ister. Uzanmaya çalıştığı bir şapka kutusu, Derya tepesinden aşağı düşer; kutuda sır vardır: terk ettiği bilinen, hiç bir şekilde iletişime geçmediği söylenen, babasından annesine mektuplar vardır, kutuda... Derya, Singapur yerine, doğruca Urla'ya gitmeye karar verir. Babasını bulacaktır!..

"Çerkez" muhabbetini yine yapmış Ayşe Kulin ama canı sağolsun, alıştık artık. Kitabın başına araya sıkıştırmış! Hikaye güzel. Herşeyden önemlisi sizi merak içerisinde bırakıyor. Peş peşe çözülüyor herşey. Acele etmeden, sizi olabildiğince meraklandırarak yapıyor yazar bunu. Muhtemelen, bu kitaba başlayan kişi, bir seferde kitabı bitirecektir.

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.

22 Haziran 2013 Cumartesi

HASRET, Canan Tan

HASRET, Canan Tan
HASRET
Canan Tan
Hiç kimse, ileride hasret kalacağı birini sevebileceğini düşünemez... Ve hiç kimse, sevdiği ile bir gün -sanki araya ölüm girmişçesine- ayrılığın kapılarını çalacağını tahmin edemez. Yazar, vuslatın hayali vuslattan tatlıdır, diyor romanda. Bu söz belki de romanın ana temasını oluşturuyor: Hasret, ayrılıktan daha yakın tutuyor sevenleri birbirine; umutla geçen her gün ile...

Olaylar 1920'li yıllarda Kırşehir'in Keskin ilçesinde geçmektedir. Keskin'in Cerid Aşiret Beyi, Hacı Ali Bey'in on çocuğudan en küçüğü olan Tacettin ile Rum kökenli Omorfia'nın kızı Patricia'yla aralarında geçen aşk ile başlar öykü. 

Canan Tan'ın gözle görünen şeylerin betimlenmesini ve çoğunlukla kişilerin ruh hallerinin irdelenmesini okuyucuya bırakarak, sadece olayların gidişatını anlatarak yazdığı bu öyküyü sıkılmadan okuyacağınızı garanti ederim. Bir Dostoyevski veya bir Balzac yazmış olsaydı bu romanı, elbette üç ciltlik bir roman çıkartı ortaya. Hele Tacettin'in evlat ve sevgili hasreti için, Dostoyevski en az elli sayfa ayırırdı; bundan emin olabilirsiniz. Keskin ilçesini ise Tolstoy'un betimlediğini düşünün; en az elli sayfa da buradan çıkardı... Ancak tüm bu detaylar okumayı zorlaştıracağı gibi, okuyucuyu da kaçırabilirdi! Canan Tan'ın daha önce Piraye adlı romanındaki gibi, uzun geçen günleri, ayları veya yılları üç yüz, dört yüz sayfada anlatması bir eksiklik değil elbet. Bu zaten tartışıla gelinen bir konudur: Daha da sanatsallaştırıp, betimlemeleriyle edebiyatın dibine mi vurmalı, yoksa sadeleştirerek, öykünün esas kısımlarını ele alıp, hikayeciliği mi öne çıkartmalı? Canan Tan'ı bu öyküdeki tercihinden ötürü suçlayamayız, yazan kendisidir. Hasret'i okuyan ben, yüreğine sağlık Canan Tan, demekten kendimi alıkoyamıyorum.

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.