3 Haziran 2016 Cuma

Empati!

Ağır yemek kokularının yayıldığı bir hanenin -ki kenarları yıpranmış bir halının- ortasında yarı çıplak vaziyette oturan çocuğun televizyona dikkatle bakması ilgisini çekmişti annesinin. Televizyonda sağdan sola sürekli kayan yazılar, ekranda kırmızı-mavi ışık saçan arabalar, kalabalık bir halk kitlesi ve her zamankinden daha bir şevkle, evet sayın izleyiciler, sesleri ile babasının daha önce götürdüğü maden işletmesinin girişi, ilgisini çekmişti çocuğun... Tüm bunlar çocuğun ilgisini çekmiş, annesi çocuğa dikkat kesilmiş -ki hep mızmızlanırdı, sesinin kesilmesine de işkillenmişti...

13 Mayıs, sabah...

"Ben madene gidiyorum," dedi Ali.
"Akşama görüşürüz," dedi Sevinç.
"Baba gelirken bana bir şey al, " dedi Hüseyin; çocukları Ali ile Sevinç'in.

Mayıs sonu...

Kaç akşam oldu hala babası gelmemişti Hüseyin'in; "bir şeyler" bulunamamış mıydı acaba? Bulursa gelirdi... Bulurlarsa, çıkartabilirlerse, Sevinç cenazesini gömecekti Ali'nin. Bulurlarsa, çıkartılabilirse... Gıyabında cenaze namazı kılınmıştı oysa Ali'nin ve arkadaşlarının, onlar karanlık kara dehlizlerde yatarken, boylu boyunca, üst üste ve belki de iki büklüm, ta derinlerde, madenin...

“İnsan bir kere birine geç kalır
ve bir daha hiç kimse için acele etmez.”
Yaşar Kemal

13 Mayıs 2014, Facebook...

Her zamanki gibi haberleri Facebook paylaşımlarından aldım. Okudum; onlarca birbirinin benzeri haberi, posterleri, yorumları vb... Ortak bir üzüntü içerisindeydik alem-i Facebook içerisinde, biz. Yazma ihtiyacı duydum, bir şeyler yazmam gerekti. Sanki öyle ki yazarsam ve anlatabilirsem tüm olanları sözcüklerle, benim sözcüklerimle, üzüntü çözüme dönüşecekti...

3 Haziran 2016, Hesaplaşma...

Dönüştüremedim düşüncelerimi sözcüklere, sadece bir paragraf yazdım, öylece kalmış taslak sayfalarım arasında, iki yıl boyunca... Karanlık kara bir dehlizdeymiş de ben bulup çıkartmışcasına sevindim, o ilk yazdığım paragrafı görünce. Üzüldüm sonra, geç kalmıştım. Bazen olduğu gibi...

Vaktinde empati kurmak istemiştim, kurun, demek istemiştim. Geç kalmışım, geç...

Yarınlara geç kalmamamız dileğimle.
Murat Dicle
03.06.2016

8 Nisan 2016 Cuma

Boş boşuna



Salına salına gidip,
Düşe kalka dönüyorsan,
Gündelik yaşantında;
Derinlerinde hep onu düşünüp,
Dalgalı sular misali boğuşuyorsan
Ve saçların günbegün ağarıyorsa:
Bil ki o gelmeyecek!
Bil ki boşuna salınıyor,
Bil ki boşuna düşüyor,
Ve bil ki boşuna boğuşuyorsun,
Dalgalı sularda...

Evet boşuna,
Boş boşuna...

Düşün ettiklerini,
Ona verdiklerini...
Düşün ki,
Ona yazdığın şiirleri...
Düşün,
Düşün ki;
Seni sildi attı,
Elalemi kandırdı:
Nasıl oldu anlamadım,
Derken hiç yaşanmamış gibi
Öylece donuk sözlerle palavra attı...

Kadın bunu bana yaptı;
Şiirlerimi alıp kaçtı!..


Murat Dicle
08.04.2016

30 Haziran 2015 Salı

DEMİR ÖKÇE, Jack London

DEMİR ÖKÇE, Jack London
DEMİR ÖKÇE
Jack London
Jack London'ın 1907'de yayımlanan Demir Ökçe adlı eseri, modern karşı-ütopyacı romanların ilki sayılır. Totaliter ve baskıcı sistemdeki toplumu tanımlamak için kullanılan karşı-ütopya kavramı, bu kitapta, ABD'de oligarşik bir tiranlığın yükselişinde yansıyor. George Orwell'in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanına da esin kaynağı olan Demir Ökçe, toplumda ve siyasette gelecekte yer alacak değişiklikleri irdeler. Jack London'ın ileride ABD'de bir çöküş yaşanacağı yolundaki öngörüsü tam anlamıyla gerçekleşmemişse de, yazarın uluslararası gerginliklerle ilgili görüşleri birkaç yıl farkla da olsa gerçek tarihle örtüşür. Demir Ökçe'de 1913'te başlayan bu çatışma, gerçekte 1914'te patlak vermiştir. Dahası, London sadece 1914'te olanları değil, İkinci Dünya Savaşı'na giden olayları da kehanette bulunurcasına öngörmüş; faşist yapılanmanın dünyayı nasıl dehşete sürükleyeceğini ve bunun karşısındaki devrimci duruşun nasıl olması gerektiğini dile getirmiştir.

Ne yazık ki geçen zaman London'ın kehanetlerini doğrular niteliktedir.

(alıntı, idefix.com)

CİMRİ, Moliere

CİMRİ, Moliere
CİMRİ
Moliere
Moliere kahramanları, hemen hemen istisnasız 17. yüzyıl Fransız burjuvazisinin belli bir öbeğini temsil ederler. Bir kısmı saray aristokrasisi arasındayken, geniş bir bölümü ise ticaret ve manifaktürle uğraşır. İşte bu sınıfın parasını tefecilikle, faizlerle çoğaltan, ama henüz ilerici burjuvaziye özgü bir "ticari kafadan" yoksun bir temsilcisi olan Harpagon, bir bakıma, feodalizm artığı bir para kazanma yolunu izler. Eserlerinde sadece, aristokrasiyi, aristokrat katına yükselme heveslilerini, hatta monarşinin merkeziyetçi devlet yönetimini ve hamisi Kral XIV. Louis’yi bile eleştirisinin hedef tahtası yapan Molière, ilkel bir para biriktirme takıntısına tutsak olmuş Harpagon’u da öteki kişileri gibi, "toplumdışı bir acayiplik" olarak sunar.

(alıntı, kitapyurdu.com)

DEĞİRMEN, Stoyan Daskalov

DEĞİRMEN, Stoyan Daskalov
DEĞİRMEN
Stoyan Daskalov
İyisi ve kötüsüyle ötekiler gibi bir Bulgar köyüdür Katina. Aniden bastıran ilk karın şaşkınlığı içinde başlar her şey. Akşamın bir vakti herkesin evlerine çekildiği bir anda Boyan ve Vasilin ilçeden çağrılmasıyla... Bu iki arkadaşın soluk soluğa kente gitmelerini gerektiren nedir? Haberci de bilmiyordur bunu. Yalnızca Boyan ile Vasilin değil de tüm köyün yaşamını bir anda değiştiren bir sorun mu vardır yoksa ortada?..
Çağdaş Bulgar edebiyatının büyük ustalarından Stoyan Tz. Daskalov'un bir polisiye roman akışı içerisinde sürüp giden "Değirmen" adlı romanında köy gerçeğini en ufak bozulmaya uğratmadan tüm çıplaklığıyla sergilediğine tanık oluyoruz. Allayıp pullamadan olanca katılığıyla... İnsan unsurunu göz ardı etmeden... Birçok yazarda olduğu gibi kırsal kesimi bir kartpostal manzarası olarak görme hatasına düşmeden...

Kavis Yayınları Değirmen'de, Daskalov'un Bulgaristan'ın yakın tarihine tanıklıklarının sergilendiği romanı dilimize çeviren Mustafa Balelin, Devrimde ve ilk millileştirme hareketlerinde etkin bir biçimde rol alan usta yazar ile ölümünden önce Vitoşa Dağındaki evinde yaptığı ilginç bir söyleşiyi de sunuyor sizlere.

(alıntı, D&R sitesinden)
Not: şu tembelliğimden, kendim yorum yapmıuorum kitaplara :)