21 Temmuz 2017 Cuma

Mükemmel(!)

İnsan, insanlık için, yaşam için, dünya için mükemmel olarak doğmamıştır. Belki yaradan için mükemmeldik, ama insan bunu doğar doğmaz bilemezdi ki öğrenmesi gerekirdi. İlk adım attığınız günleri hatırlamazsınız. Sorun ama bir büyüğünüze, sizin ilk adımlarınıza şahit olan birine, hatta dili olsaydı poponuza da sorabilirdiniz; nasılmış? Düşe kalka öğrenmişsiniz değil mi? İşte bu bir örnekti... Mükemmel olmadığınız için utanmayın; mükemmel olmak için çabalamamaktan utanın; ancak bu, mükemmel sandığınız insanların arasında sizin bir hiç olduğunuzu göstermez; ezilmeyiniz altlarında ve asla çabalamaktan vazgeçmeyin...

İncelik İster

Hayatın var senin
Biriktirdiğin çöpleriyle
Hayallerini kıranların
Canını sıkanların
Kalbinle oynayanların
Sırf seni gösterdi diye aynaların
Çöpleridir kırıkları, işte bu hayatın

İncelik ister ama
Basmadan kırıklara yürüyebilmek

Murat Dicle

Sevebileceğim biri mesela

Saçları hep açık olsa mesela
Gözleri yeşil mi ela mı güneşe kalsa
Kahveye çalsa bazen
Bazen de sarıya saçları
Bunlara güneş karar verse
Bir baksa bir bakmasa mesela
Gözlerime
Sözleri gibi olsun bakışları
Değişmez
Hep aynı olduğu gibi
Hep hayal ettiğim
Hep olmasını istediği gibi
Sevebileceğim biri mesela

Murat Dicle

Öğrenmek adına, soru sormaktan çekinmemize sebep olanlar hakkında

Daha çok Ramazan aylarında görmeye alışık olduğumuz “hocalar,” bü-yük sabırla halkın sorularına cevap vermeleriyle dikkatimizi çekmiştir. Bu hocalar, soru soranı azarlamadan –belki içlerinden gülüyorlardır- mümkün mertebe konuyla alakalı ve dâhil oldukları müessesenin çıkarlarını koruyarak cevap verirler. Birkaç tane de ben uydurayım, bu sorulara örnek:

1.) Tam geldi gelecek derken gelinmezse, yine de abdest bozulur mu?
2.) Gagarin’e küfrettim, ama o esnada uzay boşluğundaydı. Günaha girmiş miyimdir?

Hal böyle olunca, insanlar, azarlanmadıkları hocalara gönlünü bağlıyor. Hocalar da onları alıp artık cehenneme mi yoksa cennete mi götürür, bilemiyoruz. Dinci hocaların etrafı dolu insan…

Bir de âlim dediğimiz, beşeri bilimlerle uğraşan hocalar var. Ortalarda pek göremiyoruz onları; soru sormak istiyoruz onlara. Soru soranlardan işittik sonra; pek bir sinkaflıymış dilleri: böyle aptalca soru mu olur, cahil cahil konuşma, derlermiş, ama ne feci… Cahil olmasa, ne diye sorsun gariban?.. :)

Okumuşetmişinsan Liyakatı Üzerine

Hem "okumuş" hem de "etmiş" bir insan olmak, iyi bir şey olabilirdi; "etmiş" kelimesini, "içine" kelimesi ile ilişkilendirip bir tümceye dönüştürmeden...

2015'te, Erdemsiz Liyakat Sahipleri Üzerine adlı -dilimin döndüğünce- bir yazı yazmıştım; bana yapılan bir kaç davranıştan etkilenmiştim o vakitler. O yazı da burada yazacaklarıma katkı verebilir; okumak serbest. ( https://goo.gl/nZMrwG )

Çıkış noktam, Yalçın Küçük'ün bir kitabının (Sırlar, olabilir) ön deyişindeki bir izahattan geliyor: "(...) Eskiden mankenler, profesörlerle, doktorlarla, öğretim görevlileriyle çıkarlardı. Şimdi ise, bar ve pavyon sahipleriyle çıkıyorlar (...)" diye yazılmıştı.

Ne değişmişti de mankenler, profesörlerden yüz çevirmişlerdi. Ahlaksızlaşmışlar mıydı, koflaşmışlar mıydı yoksa okumuş-etmiş ama iki kelimeyi bir araya getirememişler miydi de bunlara yüz çevrilmişti? Nedenini mankenler daha iyi bilirler, ama sormak gerek, bar ve pavyon sahiplerine sarılacak kadar onları ne ürkütmüştü? Tek gerekçe “para” değildir herhalde, değil mi? Mankenler belki de samimiyetin peşindeydi: Görgüsüz olduğunu kabul eden ve görgüsüz olduğunu kabul etmeyenler arasında bir seçim mi yapmak zorunda kalmışlardır? Samimiyetti mankenlerin peşine düştükleri; tek sebep para olamaz…

Mesela bugün bana, “doktor” ve “öğretmen” kelimesini içeren bir cümle kursanız. Doktor ve Öğretmen kelimeleri, bilinçaltımda hemen, bir hanımefendiyi veya bir beyefendiyi çağrıştırır (mı hâlâ?). Bu doğru mu gerçekten? Sizde de böyle bir çağrışım oluyor mu? “O, eskidenmiş” mi?..

Meramımı sorularımla anlatabildim mi acaba? :)