3 Ağustos 2017 Perşembe

Sana Kaktüs Yakışır

Sevgi bir çiçek değil midir, sulaman gereken? Öyleyse ne beklersin meyvesini; verdin mi gübresini? Çiçek bile değildi oysa, minicik bir tohumdu. Kalbine eksen, kanınla beslesen, ruhunla gübrelesen açmaz mıydı çiçek tüm ihtişamıyla taç yapraklarını?

Sana kaktüs yakışır; sulamadan, gübrelemeden, öylece güneşin altında günlerce susuz bekleyebilen...

Murat Dicle
02.08.2016

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Özgür Değilsen


Özgür değilsen doğduğun bu şehirde,
Özgürlüğünü ilan kendi kendine;
İster bir bankın üstünde aç biilaç ol,
İster bir kaldırımda sevgiye muhtaç ol,
İster on metre karelik bir odada yapayalnız...
Özgürlüğünü ilan et işte kendi şerefine...

murat dicle

28 Temmuz 2017 Cuma

Avarelik

Devamiş Hanımın ağzından her zaman olduğu gibi Peşref Nargileyi yine fiskeleyen nükteli bir öğüt çıktı: “Her gün nereden başlıyorsan, yine oradan başla...”
Peşref Nargile, “Yok,” dedi, “her gün bilirsin önce senin silsilenden başlarım. Bu sefer hiçbir kokuşmuş konuyla uğraşmadan, kuşlar gibi, bulutlar gibi, çiçek tozları gibi...”
Devamiş Hanım, “Sen,” dedi, “çiçek tozları gibi, kuşlar gibi, ha ha ha güleyim bari... Bulut olmasına ise zaten her akşam oluyorsun. Bu kez avarelik mavarelik diye sabahtan mı başlamak istiyorsun yani mübarek günde?..”
Peşref Nargilenin birden bir kuruluk çöktü içine; henüz olmamış ayı boğan ayvası yemişçesine bir şeyler tıkandı boğazına. Oysa ne kadar hafif, şen şatır, doğayla özdeş bir zindelik içinde kalkmıştı.
Devamiş Hanımın ise ağzı iyice açılmıştı: “Çiçek tozu ve sen... Devedikeni, ısırgan, ayrıkotu de, bari... Kuşlar gibi olacakmış, karga mı, yarasa mı, ağaçkakan mı hangisi?..”
Peşref Nargile öyle bakıyordu Devamiş Hanıma: “Kırk yılda bir, çocuksu bir tazelikte laf söyleyelim dedik sana da, halt ettik,” dedi. “Ola ki sen de ‘Haydi beraber edelim avarelik, bir şey giyeyim sırtıma, hemen çıkıverelim evden’ dersin diye bir bekleyiş vardı gönlümde... Kırk yıldan beri bir türlü yitiremediğim bir bekleyiş. Ama nerdeeee sende o anlayış, o dostluk, o arkadaşlık; hayatı ortak paylaşma?.. Hemen akrep gibi kuyruğunu batırıverdin...”
“Beraber edecekmişiz avarelik... Sırtıma bir şey giyecekmişim, çıkıverecekmişiz evden... Bir kere bugün çamaşır günü. Ben de senin gibi ta sabahtan başlarsam serseriliğe; kim yıkayacak pis çoraplarını, kirli gömleklerini, kel kafanın yağladığı yastık kılıflarını, yatak çarşaflarını? Hem kaç gün var yine azdı romatizmalarım; ahlayıp oflayıp duruyorum yanında. Alıp şunu bir doktora götüreyim dediğin mi var?”
“Peki peki tamam haklısın... Uzatma işte artık. Ben öyle içimden geçeni söyleyiverdim. Özendim şöyle azıcık sadece yaşamaktan ibaret başıboş bir mutluluğa...”
“Ben de çok özeniyorum ona ama Anzavur kesiliyorsun başıma. Daha dün akşam sen değil miydin tutturan, bu bardak balık kokuyor diye... Bir mendilin ütülü olmasa, açar ağzını yumarsın gözünü; ‘Sen de kadın mısın, bu ne biçim ev, bir ütülü mendil bile yok’ diye... Yalan mı? Düşünmezsin ki bu kadının da acaba azıcık canı sıkılmaz mı, iki komşuya çıkıp iki laf etmek istemez mi?.. Bir gün olsun yırtığı, söküğü, bulaşığı, ütüyü bırakıp sırt üstü dinlenmek geçmez mi içinden?.. Direk direk bağırmasını bilirsin sadece. ‘Devamiş nerede benim fanilam’, ‘Devamiş arkadaşlar gelecek akşama köfte kızart’, ‘Devamiş neden benim çizmeler boyatılmamış’... Allahın kulu, hiç değilse o batasıca çizmelerini kendin boyat değil mi? Hayır. Varsa yoksa Devamiş... Sen kadın değil, köle almışsın kendine. Sonra da beraber avarelik edecek mişiz, dostluk, arkadaşlık edecek mişiz, paylaşacak mışız hayatı... Bir gün de kalkıp sen yıkasan elin mi kopar şu bulaşıkları... Bak Avrupada hep erkekler yıkarmış bulaşığı.”
“Yahu tamam dedik be, tamam dedik... Anladık haklısın, anladık dertlisin, anladık ben kabayım, hissizim... Var mı daha bir diyeceğin.”
“Öyleyse hiç üstüme gelme, numara da yapma öyle. ‘Bir şey giyeyim sırtıma da, hemen çıkıverelim evden’ deyişimi beklemişsin diye... Aklının köşesinden bile geçmemiştir bu... İçli adam, anlaşılmamış adam, rolünün gereği diye o anda uydurursun bu tür sözleri... Ah ah bir de bana sormalı erkek milletini... Her seferinde de zeytinyağı gibi hep üste çıkarlar... Anlaşılmamış olan onlardır; içli olan onlardır; kültürlü olan onlardır... Bir de kadınlara sorsunlar ne mal olduklarını o erkeklerin...”
“Devamiş anam babam, yırtma gırtlağını. Kırk yıldır dinlediğim gıcırtı hepsi. Bu sabah canım çekti avarelik etmeyi. Ağzımı açmadan vurup kapıyı çıkmalıydım... Bölüşmek istedim seninle içimin hafifliğini... Geçti artık. Ne avarelik etmek istiyorum, ne kuş olmak, ne bulut... Hangi avarelik, hangi çiçek tozu... Çeki taşı gibi yapışmış hayat ayaklarımıza... Ben uçmak istesem, sen bırakmazsın; sen uçmak istesen, ben bırakmam. Birbirimizin zindancısı olmuşuz. Ve zindanın da anahtarları kaybolmuş. Getir bir tanem, getir canikom, getir başımın belası şu gazeteleri... Ver bakayım çayı da...”
“Çay daha demlenmedi...”
“Ulan bir çay isterim ‘demlenmedi’, dersin. Peki kahve pişir.”
Devamiş Hanım mutfağa geçti, sesi duyuldu az sonra, “Öfkelenme ama kahve de kalmamış. Beklersen şimdi gidip alayım.”
Peşref Nargile, “Boş ver, kahve de istemem,” dedi ve gazeteleri okuyormuş gibi gözlerini satırlara dikti. Öyle, hiçbir şey, ama hiçbir şey düşünmeden dalıp gitti. Peşref Nargile o sabah yataktan kalkınca karısına, “Devamiş,” dedi, “bugün avarelik etmek istiyorum. Nereden başlayayım?”

Çetin Altan
1970, Akşam Gazetesi
http://www.milliyet.com.tr/avarelik/cetin-altan/yasam/yazardetayarsiv/29.03.2004/30788/default.htm Adresinden alınıp şeklen düzeltilmiştir.

Okumuş-etmişlerce Kurulan Tuzak


Belki de bu kadın ve bu kadın gibi bilimsel açıdan saçmalayanların kasıtlı olarak yapmak istediği -ki belli bir güç odağının oyuncusu olarak, gerçekten gerçek cahil olan kesimle hem fikir gibi görünerek, gerçek cahilin, bizler gibi "yapmayın, etmeyin, o güç odakları sizi kandırıyor, onlar vatan haini, onlar kötü vb..." diyenlerin sözlerine inanmalarının önüne geçmektir.

Gerçekten gerçek cahile desem ki "onlar sizi kandırıyor, yanlış yoldasınız," onlar da demezler mi, "hadi len, sen kimsin? Elinde bir kağıt parçası dahi yok! Ne konuşuyorsun?.." Yok tabii yani. Elimde bir kağıt parçası var, ama o da liseyi bitirdiğimi işaret ediyor. Şimdi mevzu kağıt parçası olunca, Nuray Mert ile kıyaslanmam mümkün değil; eminim onda cilt cilt kağıttan payeler ve dolayısıyla bir sürü liyakati vardır. Beni ne dinlesin cahiller. Benim varlığım cahili rahatsız edecektir, ama Nuray Mert gibi insanların varlığı ise cahillerin gönlünü hoş tutacak ve kendilerini sömüren (güden) güç odaklarına kanmış olmaktan dolayı bir beis görmeyecekler: Çünkü "okumuş-etmiş" insanlar da onlar gibi düşünmektedirler...

Türkiye'de "cahilliğe övgü" ilk ne zaman başladı bilmiyorum, ama ben ilk defa Bülent Arı'nın sözlerinde gördüm bunu. Ne demişti Arı: “Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede. Ülkeyi ayakta tutacak olanlar okumamış hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halkın ferasetine ben güveniyorum..." Daha sonra din adamlarından da benzer ataklar geldi. Cübbeli Ahmet'in NASA'dakilere cahil demesi ve "İyi ki okumamışım okul filan yaa! Belki ben de çok sivri bir akıllıyım, ben de 'Kuran'ı inceleyelim' derdim. Öyle, manyaklığın sınırı yok ki. İyi ki okumamışım; şu okullar nasip olmamış, şu diplomalar nasip olmamış. Allah saptırmadı bugüne kadar, bundan sonra saptırmasın..." demesi de cahilliğe övgü değil midir? İşte bunlar cahillerin gönlünü hoş tutuyor ve verdikleri kararlardan şüphe etmemelerini sağlıyor. "Siz doğru yoldasınız, siktir edin okumuşları," demeye getiriyorlar.

Bu bir tuzak aslında bana göre!
Bu tartışmalara girenleri saflara ayırıp cahillere ifşa ediyorlar. Cahiller de "hımmm, demek buna güvenmeliyim, şuna güvenmemeliyim," diye düşüneceklerdir.

Peki ne yapmalı?
Bana kalsa, "yaw he he, sen haklısın," deyip geçmeli derim. Ancak bu, bilimin aksine söylemleri kabul edeceğiz anlamına da gelmesin. Düşüncem, Nuray Mert gibi insanları hiç kale almamak ve görmezden gelmek. Düşünsenize, hiç kimse bu insanlara herhangi bir mecrada cevap vermemiş, tabir yerindeyse mal gibi kala kalmışlar; cevap verilmeye değer bile görülmemiş...

Nuray Mert'in Cumhuriyet Gazetesindeki 28.07.2017 tarihli köşe yazısı:
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/790970/_Evrim_teorisi_.html

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Ben, Kendim ve Sen

Bir elimi ben'e, bir elimi kendim'e koyanım ben
ki kendi kendime ben
ben'liğimi aradım işte böyle
Kendimi dahi henüz bulamamışken sen
kızıl saçlarımla
çiçekli elbiselerimle
bahşedilmiş güzelliğimle
ben'i tanımladın bilip bilmeden
Oysa ben
varolandım
bir metafordum sadece, Tanrı'yı işaret eden
Sen
elinde fırça
çizdin beni tuvallere
hem de rastgele...
Çizdiğin ben değildim aslında
bir yanılsamanın pitoreskiydi sadece
Sen çizendin, ben de yazan
Sen bakandın, ben okunulmayı arzulayan.

(M.D.)