5 Haziran 2014 Perşembe

Ağlamak

Şu doğmuş olduğunuz hayata ne derece iyi niyetle yaklaşıyor olsanız da, hayatın doğurduğu sizin, hayata, hak ettiği gibi davranmadığnız aşikar. Ben mi? Ben de sizinle beraberim. Hayat bize -ki çoğu zaman mutluyken anlıyor insan- sayısız güzellikler sunuyor, ve biz inatla tüm bu güzellikleri görmezden gelip, en görülmemesi gerekeni görüyor ve peşi sıra gidiyoruz; takılıyoruz acının, kederin, hüznün peşine... Afyon bir nevi, çirkinliklerden, kötülüklerden, olumsuzluklardan feyz almak. Uyuşturuyor bizi, onca güzelliği görmezden gelip, peşi sıra takıldığımız hüznün oturttuğu fikrin beynimizdeki salınımı.

Çocukken annemden dayak yedikten sonra kendimi çok iyi hissederdim: Olabilecek en kötü şey olmuş, göz yaşlarım yanaklarımda kurumuş, hüzünlenmiş, dışlanmış hissederdim. Bir müddet sonra rahatlar, kardeşimle kızarmış yerlerimizi gösterip, en çok dayak yiyen kim, diye adeta yarışırdık. Uyuşmuş, zevke gelmiştik aslında. Annem sanırım olayı çözmüştü...

Biz -kimbilir- belki de ağlayabilmek bahanesi adına hüznün peşine takıldık hep. Ağlamak için illa bir nedenimiz oldu; ancak, rahatlamak için ağladı, demesinler, hüzünlendi de ağladı, desinler diye. Ağlamak için cambazlık yapmasak mı acaba? Ağlasak gitsek işte... Uçan kuşun güzelliği karşısında, akan suyun kudreti karşısında, gök gürültüsünde, yağmurda ıslanırken, sevişirken, öpüşürken, ishal olmuşken hatta... Bahanesiyle değil, ben öyle istiyorum, özgürlüğüyle ağlasak hep. Çünkü ağlamak rahatlatıyor insanı. Alkolden de keyifli sanki.

En kısa zamanda, kollarında hüngür hüngür ağlıyacağım sebepsiz, erkek adam ağlar mı, demeyen sevgilimin kollarında... 

Murat Dicle

Hiç yorum yok: