15 Aralık 2012 Cumartesi

Bende bir şeyler var!

Bu kısa hikayeyi ister aşağıda yazıldığı gibi okuyabilir, ya da PDF formatında veya Scribd üstünden de okuyabilirisiniz.


Kaldırım taşı gibiyim sanki; üstümde at toynakları takırdıyor gibi geliyor bana. Kafamın içi zonklamaktan öte, donkluyor demek doğru olur. Biliyorum, çünkü bu fiziksel bir durum değil; psikolojim bozuk. Psikolog ile psikiyatr arasındaki farkı bile bilmeden, hemen kendime de teşhiş koydum ya! İlaç fayda etmeyecek, hiç mi hiç gereğik yok şimdi. Az dışarı çıkmalı; temiz hava belki iyi gelir. Bu temiz havayı da varlığımla kirletmek de cabası ya, neyse. Kendime acımaya başladım, yine... Evet, evet resmen kendime acıyorum; kendime sadaka vermem an meselesi. Bu beyin ne acayip bir organ. N'oluyor anlamış değilim. Jammerlar(*) mı var etrafta da, beynim uyuşuyor? Tüm karar alma sistemin alt üst olmuş durumda. Aslında bana öyle iyi geliyor ki böyle havalara girmek. Aciz, acınacak bir şahsiyet gibi, evin içinde dolanıp durmam ve hatta oradan oraya yatıp kalkmam. Sürekli bir başarısızlık durumunda böyle olmam bir hastalık değil midir? Ben kesin hastayım. Var bi kimya eksikliği bende. Beynin içinde dolanması gereken bazı sıvıların eksikliğini mi yaşıyorum yoksa? Var, var... Bende bir şeyler var!


Attım ya kendimi şimdi dışarı; yürüyorum kaldırımlarda; at toynakları beynimde, bense kaldırımda takırdatıyorum ayaklarımı. Zenci bir dansçı gibi hissettim kendimi -ki sanki en iyileri onlarmış gibi... Yağmur da yağsa belki, "Singing in the rain" eşliğinde ne de güzel dans edilirdi şimdi... Heyt be, şunlara bakın ne de güzel el ele dolaşıyorlar. Al işte, bir başkası daha... Gezin, gezin! Tadını çıkartın hayatın. Kimyası eksik, boktan bir herif gibi dolanmayın ayak altında!

Ne diyecektim ki ben şimdi, ne anlatacaktım size. Hıh! Ne farkeder ki, hepsi boktan şeylere varmıyacak mı sonunda? Ağzınla kuş tutsan ne fayda?

Kaldırımlarda yürüyorum mu demiştim size. Yalan! Kuyruklu yalan; yol bu: Trafiğe kapalı, dümdüz bir yol burası. Ağaçlardan yoksun ancak onlara öykünen birer sokak lambası var, her on metre de bir. Salalom
(*) yaparak geçmekteyim, lamba direklerin arasından; bir kayakçı gibi hareket ettiğimin farkındayım. Görenler de deli olduğumun farkındalar. Düütt düttt diyesim; elimde de direksiyonum varmış gibi, kıvırtasım geliyor... Bak, bak, bak! Nasıl da öptü kızı şerefsiz. Dünya umrunda değil. Attı kızın omzuna kolunu, yürüyor şimdi. Terbiyesizler, terbiyesizler! Bırakmadınız kızların bana hiçbirini...

Herneyse, ne diyecektim... Efendim olay şöyle cereyan etti:

Hava sıcaktı ve bir arkadaşımla birlikte Güzelce'de denize gitmeye karar verdik. Bundan yaklaşık iki gün öncesiydi. E-5 üstünde geçen otobüslere bakındık ve sorduk; Güzelce'den geçen bir otobüse bindik. Hava sıcak ya, otobüs boş mu olur? Hınca hınç dolu. Koltukların üstüne üstüne yapıştık. Aman bi laf ederler diye, sakınmaya hiç gerek de kalmadı. Hemen herkes büyük akraba otobüsü modunda, sakin sakin yolculuklarının tadını çıkartıyorlardı. Hızlı hızlı anlatacağım. Zaten düşündükçe kızayım mı, ağlayayım mı, güleyim mi, bilemiyorum...

Güzelce'de indik. Bi boku yok söyleyeyim. Adı sadece, Güzelce. Denizi mi? Aman aman evlerden ırak, sanki lağımda yürüyormuşum gibi; altı kaygan kaygandı. Ama daha o kısıma gelmedik. Karnımız aç tabii. Bir bakkala girdik önce, ekmek arası kaşar ve salam alacağız. Adam sordu, ne kadar olsun. Ben bilimsel bir hesaplama yaparcasına kaş göz oynatmaya başladım. Pratik olan arkadaşım ise çözümü çoktan bakkala tarif ediyordu: Aç abi ekmeği, koy salamları tek tek üstüne... Bir tane daha koy. Hah, tamam, bu kadar salam yeter. Kaşarı da aynı şekilde koy. Öteki ekmeğe de aynı muameleyi yap. Tart sonra abi. İşte bu kadar! Yanında bir kola ile bir kaç lokmada yedik. Ve sonra başladık sahil nerede falan diye sormaya. Vardık sahile... Serdik havlumuzu, çıkardık üstümüzü. Adettendir, hemen suya girdik. Amanın bu da ne böyle? Sanki denizin dibini boydan boya deniz anası sarmış da ayaklarımızın altında yumuşak bir his var. Bok mu ne? Ağzıma su kaçmasın desem de illa bir tarafımıza kaçıyor işte; su bu! Bilmiyorum ama ölmeden evime geri döndüğüme seviniyorum hala. Herneyse, heyo meyo falan derken sıkıldık ve günşlenmek üzere kumlara uzandık. Sağımızda solumuzda kızlar cıvıl cıvıl. Ortada ise iki mal. Valla bildiğiniz mal. Bir kız gelse, n'aber falan dese, kekelemeye başlayacağız. Ama, övünmek gibi olmasın ben arkadaşımdan daha çapkın hissediyorum kendimi. Fırsat verilse, ne kızlar tavlarım.

Te ötede bir kız var bana bakıyor. Yanlış anladım herhalde diye, ben de kızın baktığı tarafa, sağıma bakıyorum. Sahil uzayıp gidiyor, yakında görünürde kimse yok. Kıza bakıyorum tekrardan. Evet, valla bana bakıyordu. Gözleri de güzeldi ha! Vardı etrafta bir kaç kız, yaşıtlarımız. Top oynuyor gibi yapıyorlardı. Top da ne hikmetse, bize geliyordu, ara ara. Dedik ya malız, anlamadık ne dümenler dönüyor. Kesin kızlar ilgilenmemizi istiyorlardı. Ama nerede o cesaret bizde. Ben gerçi, arkadaşımdan daha cesaretliyim. Göreceksiniz birazdan...

Oğlum dedim, şu kız bana mı bakıyor, yoksa ben mi kendi kendime gelin güvey oluyorum, dedim arkadaşıma. Baktı. Evet la dedi, sana bakıyor. Peahhhh! Kız gerçekten de bakılacak adamı biliyor tadında duduklarımı bükerek arkadaşıma baktım -ki bir yandan da başımı memnun olmuşcasına yukarı aşağı sallıyorum. Kıskançlık bakışı mıydı, yoksa halim komik olduğu için mi bilmem ama arkadaşımın yüzüne garip bir tebessüm oturdu. Gelin görün ki, mallık tavan yaptı bende. Valla başkası olsa, saniyesinde damlamıştı kızın yanına. Şimdi kız bana bakıyor ya, diğer kızlar da ha bire topu bize kaçırıyor. Gülüşüyorlar. Gözüm, bana bakan kızdan başkasını görmüyor. Oysa hepsi güzel kızlar. Bikinili ve mayolu şeyler...

İşin ucunda erkekliğe bok sürdürmek de var. Kız ile tanışmaktan çok; böylesi bir durumda, kız ile tanışmaya gidememenin verdiği acı ağır basıyor yüreğime. Arada bir diğer kızlarla top oynayan -ki ancak top kendisine geldikçe vuran- kız hala arada bana kaçamak bakışlar atıyor. Velhasıl gücümü topladım. Ben gidip şu kızla konuşmaya çalışayım, dedim arkadaşıma. Bir şey söylemedi. Umursamaz tavırla denizi izlemeye koyuldu. Kalktım yerimden ve üstümdeki kumları silkeledim. Şöyle cesaret verici bir nefes aldım. Çişim geldiydi o an. İçimin her yerinden dışa doğru baskı vardı. Ve bu baskıyla başladım kıza doğru yürümeye.

Cıvıldaşan ve top oynayan kızları geçtim. Doğrudan kızın üstüne doğru gitmemeyi planlıyordum. Yavaş adımlara yanından geçerken, gelsene felan diyecektim. Amacım diğer kızlara ve özellikle yanlarındaki erkeklere manzarayı çaktırmamak. Üç adım, beş adım derken, bilmem kaçıncı adımda vardım kızın hizasına. Gelse şöyle diye hızlıca bir cümle çıktı ağzımdan. Gel hadi diye de son noktayı koyarak, hızlıca kızın yanından geçip ilerideki kayaların üstüne çıktım. Güya, etrafa oradan bakacam. Güneşlendiğim yerden sırf bunun için gelmişim gibi bir tavır takınıyorum. Dudaklarımı büzüp, dünya yuvrlak mı, yoksa dümdüz felan mı diye denize doğru düşünceli düşünceli bakıyorum. Yok! Kız felan gelmedi. Bön bön baktığını hissediyorum. Baktım kıza, evet bakıyor yine bana. Hay ananı avradını... Peki tamam, belki anlamamıştır. Ya da ne bileyim, abisi felan vardır da gelmek istememiştir. Artık iş çığrından çıktı. Ya hero ya mero! Yürü be adamım kim tutar seni. Kıza doğru yürüdüm, kendimden emin olduğumu düşündüğüm adımlarımla. Sanırım dışarıdan öyle görünüyordu, yürüyüşüm. "Hebele hübele, manyaaak!" diye bir cızırtı çıkartı kız. Höööö! Hebele hübele mi? Deli bozması spastik bir cümle gibi geldi bana. "Hehehe, tüüü"... Ah mına koyiim, tükürdü la bu!! Amanın bu deli!! Kaç adamım kaç!..

Aşkın gözü kör derler ya, kulaklarda duymuyor o vakit. Saatlerdir kız, diğerleriyle top oynuyor ki kızlar ona pek pas vermiyorlar. Salak saçma cümlelerle -ki arada tükürerek kızlara kızıyor mu, yoksa eğleniyor mu belli olmayan tavırlar sergiliyormuş meğer. Anlamadık mına koyiiiim. Kız kafadan çatlak! Deli resmen. Hay ben şansımın da kaderimin de emi!

Daha da detaylara girip, kendimi fazlasıyla rezil etmeme lüzüm yok. En mal halimle -ki öteki maldan da beter bir hal ile evin yolunu tutmaya başladık. Otobüs durağına kadar yürüdük. Oturduk bu sefer. Duraktan kalkıyor ya, boş yer çoktu. Cam kenarına geçtim. Moralim çok bozuk. Sen bi hevesle öyle yap böyle yap, çıka çıka ne çık! Allah günah yazmasın, kızın bir suçu yok. Salaklık bende. Görmemişlik bende. Abazalık mı dersinsiniz ne derseniz deyin. Olaydan haberi olan arkadaşım, bak seninki sana bakıyor dedi. Valla dışarıda kahvenin önünden bana bakıyor. Deli deliyi çekermiş. Yazık yahu! Ona mı bana mı?

Bu ruh haliyle eve geldim. İki gün oldu keyfim hiç yok. Yani kendime de kızıyorum. Hayvanlar gibi dürtülerimle hareket edeceğime, mantıklı davransaydım ya. "Her kız, veren kızdır" mantalitesinden sıyrılmam gerektiğini de biliyorum. Neyse, umarım geçecektir tüm bunlar. Artık eksik olan kimyam mı, yoksa tecrübem mi, bilemiyorum. Hayat devam ediyor ve terbiyesizler kızları götürüyor. Öp ülen benim yerime de!




* Jammer: Sinyal bozucu bir tür cihaz.
* Slalom: Slalom veya slalom yapmak engeller arasında zigzag çizmektir.

15 Aralık 2012
Murat Dicle





Diğer öykülerim:

Hiç yorum yok: