24 Aralık 2013 Salı

Nedir bu çalkantılar?

Şiir: Nedir bu çalkantılar? - murat dicle

Uyuşuyor beynim
Kendi içinde ürettiği kimya ile,
Sıcak bir sıvı akıp gidiyor
Beynimin kıvrımları arasından;
Bir nehir gibi,
İçinde balıklar mı var?
Nedir bu çalkantılar,
İçeride neler oluyor böyle?

Murat Dicle
24.12.2013

23 Aralık 2013 Pazartesi

Deşerim kalbini

Kendi sözlerim var sana söylecek ey sevgili!
Şairlerin sözleri ile seni sana anlatmaya kalksam,
Anlayamazsın seni, beni ve sevgimizi.
Sözlerim benim,
Aşkım benim;
Sen belki sevemedin beni.
Sözlerim baki,
Şairler kadar vahşi;
Deşerim kalbini,
Çok iyi kullanırım
Bu dili...

Murat Dicle
23.12.2013

Kedi Cinsi

Bir kahvehanede seni düşünürüyorum,
Elimde sensiz yudumladığım kahvem;
Şekersiz ve acı geliyor bana,
Damağımdan gırtlağıma...

Zorluyorum kenidimi,
Senin bana verdiğin yüreği
Nerede bıraktım diye.
Nerde bu, diye diye,
Kaldım kendi içimde,
Döndüm deliye.

Sevmez olaydım seni,
Ey kedi cinsi;
Tüyleri başında,
Okşanası sevgili.

Murat Dicle
23.12.2013

Kardeşimsin!

Ana dilin ne olursa olsun, nereden geliyor olursan ol, yaşa bu ülkede. Sana Türk diyecekler, desinler. Yadırgama bu ismi. Gücünü hisset ve bir şemsiye gibi tepende dursun, yağmurlardan, nağmertlerden, kan emicilerden korusun seni. Gücün olsun bu isim; utanma, bu adın, adın ile anılmasından. Yok etmeyecek bu isim senin geldiğin yeri, doğduğun yeri, ananı, babanı hiçe saydırmayacak, seni geleceğe taşıyacak bir isim bu. Bir marka, bir ulus simgesinin sesidir bu: Türk…
Türk olmaktan korkma, Ne mutlu Türk’üm, diyenden de… İşte bunlar halk! Senin halkın, bizim birlikte oluşturduğumuz, yüce Türk halkı bu. Senin, benim, yani hepimizin adıdır bu: Türk halkı…
Ama kork! Cahilden kork, seni yöneten çıkarcılardan kork, seninleymiş gibi olan vatan hainlerinden kork, seni, benden ayırandan kork. Kardeşimsin, kardeşiz seninle bu aynı isim altında, aynı şemsiyenin altında yaşıyoruz bu topraklarda…
Bu ismin sana, bana ve o hainlere verdiği özgürlük ile seni benden ayırmaya çalışanların, seni ve beni sonsuza dek ayırmaya çalışmalarının farkında değil misin, kardeşim? Seninle biz, kolkola aynı parkta direnmedik mi, akıtmadılar mı kanımızı aynı çimenlerin üstüne? Kırmızı, kıpkırmızı, bayrağımız gibi, o sıvının her yere sıçrayışını nasıl unutabilirsin? Unutturmalarına nasıl müsade edebiliriz?
Kardeşim! Sen beni, senden ayrı gör, tamam. Peki düşersem yere, aman dilersem, ah bir yardım desem, koşmayacak mısın sen yine? Israrla, sen benden ayrısın, diyebilecek misin? Kabul etmeyecek misin bu topraklarada yaşadığımızı, hep birlikte? Bak, duvarlar örüyorlar etrafımıza, salıyorlar, atıyorlar ateşin ortasına sizi; sen onlardan değilsin, diyorlar, oysa senin ve benim verdiğim paralarla doymuyor mu bu domuzlar? Niye nifak sokuyorlar? Birlikte bir halk olarak yaşamamızdan niye korkuyorlar?
Kardeşiz biz, uyma onlara, daha nice halaylar çekeceğiz hep birlikte bu topraklarda! Ağıtlar yakacağız daha, geçmişte bu topraklarda ölen insanlara. Lanet okuyacağız hep birlikte, kan emici emperyalist güçlere. Üstlerine yürüyeceğiz, hesap soracağız, korkutacağız onları: Halkız biz, Türk halkıyız, diyeceğiz inadına, bizleri birbirimizden ayıran, hümanist olmayanlara…

Murat Dicle
21.12.2013
normatif.com

Tarla kuşu gibi bebeğim

Darmadağın olmuş yüreğimle seni
Hala içimde bulamıyorum ben;
Ne de seni içimdeki her hangi organımda.
Yaşamıyorum sanki sensiz atan bu yüreğimle;
Yaşayamam ki ben,
Senin olmadığım bu yürek ile.

Sen,
Benim içimde olacaksın,
Yaşayacaksın,
Büyüteceksin beni,
Etimle kemiğimle.
Tarla kuşları gibi özgürce konacaksın tenime,
Bedenime,
Ruhumu taşıyanıma,
Yani kısaca bana.

Güneş nasıl yakar tarları da ekinler sararır,
İşte sen öyle bakacaksın bana;
Yüzüm kızaracak,
Elim titreyecek,
Ölüm gelecek ve sessizliğe gömülecek;
Benliğim,
Senliğim,
Herşeyim,
Bebeğim...

Murat Dicle
23.12.2013

20 Aralık 2013 Cuma

Rıza üretimi

Somali, Afrikada bir ülke. Örnek olsun diye Somali’yi veriyorum. 10 milyon hektarlık ekilebilir alanı var, hayvancılık için oldukça zengin ve Afrika kıtasında, okayanusa en uzun sahili olan bir ülke Somali. Ve tüm bunlara rağmen Somali açlıkla savaşıyor. Sadece Türkiye’den değil, dünyanın bir çok ülkesinden yardımlarla karınlarını doyuruyorlar. Somali’de balık alamak günah, halkın kıyı şeridine geçmesi (yerleşim bölgesi olarak) yasak… Akıl almıyor değil mi? Nasıl olur da açlık çekebilirler? Yeni Dünya Düzeni işte böyle birşey. Mantalite şu: Gerektiğinde din, gerektiğinde de politika ile bir ülkeyi batırmak, yok etmektir. Peki ne için yapılabilir böyle bir şey? Elbette dünya nüfusunu azaltmak ve ilgili toprakları daha elit ülkeler/tabakalar için sömürmek adına. Yeri gelmişken söyleyeyim, Türkiye olarak, Somali’ye 500 milyon TL’lik bir yardım yapılmıştır. Bu para halkın katkısıyla toplanmış ve bu parayla Türkiye’deki firmalardan satın alınan ürünler, Somali’ye gönderilmiştir. Hiç sormadık, hangi firmalardan alındı bu ürünler? Allah bilir ya, Somali’ye yardım adı altında yapılan bu girişimler, yardım eden ülke halklarını sömürmenin bir başka yöntemi de olabilir. Bir halk, bir başka halkı yaşatmak için maddi olarak sömürülmeyi göze alıyor…

Günümüzde genel olarak sistem, kanca atılan bir ülkeyi borçlandırmak ve yönetimi kukla haline getirmekle başlıyor. Daha sonra milliyetçilik fikrini ülkeden silmek adına, ülke içinde gerek mezhep gerekse de ırkçılık gibi fitneler sokuluyor. Tam bu noktada ülkemizde yaşananları göz önüne getiriniz. Banu Avar‘ın Böl ve Yut adlı kitabını mutlaka okuyunuz, hâlâ okumayanlarnız varsa tabii. Ha bu arada, Yeni Dünya Düzeni, bir komplo teorisi olarak anılıyor olsa da, dünya elit ülkeleri politikacılarından bu söylemi işitmişliğimiz vardır.
Seneler önce Hotel Rwanda adlı bir film izledim. 2004 yapımı bir film. Belçika Ruanda‘yı sömürgeleştirmek için, saç, boy, burun veya kulak gibi aptalca farklılıklar savını öne sürerek bir ırk kavgası başlatmıştır. Neticede Hutu ve Tutsi‘ler olarak iki kesim birbirlerini kırmışlardır. Bir milyon (1.000.000) kişi soykırıma uğramıştır. Temiz iş! Bunu Ruanda‘daki halk kendi kendine yapmıştır. 100 gün sürmüş bir soykırımdır bu. Birleşmiş Milletler (BM) falan hikaye… Sömürü örnekleri çoğaltılabilir.
Yeni Dünya Düzeni‘ndeki amaç sadece ülkelerin kaynaklarını sömürmeyi değil, dünya nüfusunu aşağı çekmeyi de hedeflemiştir. Yakın zamanda çıkan Dan Brown‘un Cehennem adlı kitabında bu konu işlenmiştir. Kitap, küresel elitlerin dünya nüfusunu kontrol etmek için bir virüsü yayma girişimini anlatmaktadır. Kitap oldukça önemli bir şeye parmak basıyor. Ve bu gerçekten doğru. Dünya nüfusu, yıllara göre katlanarak artmakta. Malumunuz, insanlar şu haliyle açlık çekmekteler, bir de dünya nüfusu 10-15 milyar olursa neler olacak kim bilir. Roman, bu olguyu size kanıksatıyor. Dünya nüfusunun aşağı çekilme fikrini gizlice size empoze ediyor. Yakın zamanda gösterime giren, Elysium adlı filmi de izlemenizi tavsiye ederim. Bu filmde de kafanızda soru işaretleri olacaktır, Yeni Dünya Düzeni hakkında.
Velhasıl, plan düşündüğümüzden de çok akıllıca devam ediyor; Yeni Dünya Düzeni adı verilen sisteme bile isteye razı olacak gibiyiz. Tüm dünyada yaşananları göz önünde tuttuğumuzda, ırkçılığın, dinciliğin de artık sınırları aştığını ve artık insanların bunlardan irite olduğunu görüyoruz. Dolayısıyle, tek din ve tek millet kavramı insanlarda yer etmeye başladı. Sonraki sorulacak soru şu: Tek din olacaksa, papazı kim olacak ve tek millet olacaksa, başkanı kim olacak?
Murat Dicle
20.12.2013

normatif.com

18 Aralık 2013 Çarşamba

Yetmez ama eyvallah!

Dünden beri bir opereyşındır gidiyor; eminim çekirdek satışları da tavan yapmış durumdadır. Çok heyecanlı günler yaşıyoruz, değil mi? Niye yaşamıyor olalım ki, baksanıza yıkılmayacaklarına güvenenlerin bir bir avlandığını seyrediyoruz. Aslında, av da avcı da aynı ipin ucundan yönetiliyor. Bu, bizler için yeni bir bilgi değil, çocuklar bile biliyor bunu artık. Bugünlerde değil belki, ama ileride, aynı ipin ucunda onları sallanıyorken görmek de mümkün olabilecek. Onlar da bunun farkındalar; çalmaktan vazgeçip güçsüzleşmek yerine, çalıp, daha da güçlü hale gelmeyi hedeflemişler. Ama yetmiyor, yetmiyor…

Cem Uzan vakti zamanında, evinin önündeki havuzun altına büyük bir kasa yaptırmıştı. Çok yaratıcıydı. Eh hali vakti yerindeydi -ki çok cıks bir şeydi o kasa. Fakat AKP’nin evlatları acınacak(!) durumda olacaklar ki onlar da ayakkabı kutularına paralarını saklamışlar… Bankalar dururken, bir insan niye paralarını evinde saklama ihtiyacı duyar ki? Oysa bankalar devlet güvencesindedir. Tamam, tamam, biliyorum; tüm bunları niye böyle yaptıklarını sizler de gayet iyi biliyorsunuz. Belli ki paralar yasal yoldan elde edilmemiş. Hesabı verilemeyecek meblağlar bunlar.
Sadece bir tek evden; Muammer Güler‘in oğlu Barış Güler‘in evinden çıkan paralar şunlar: 320.000 TL, 90.000 USD ve 320.000 EUR; vallahi iyi para!.. Hükümet’in evlatlarını bir bir göz önüne getirirseniz, Barış Güler‘in küçük adam! sınıfından olduğunu anlarsınız. Bu küçük adamlara yapılan opereyşın, bana ufaktan, aklınızı başınıza devşirin, iması gibi geldi. Kime peki? Elbette daha büyük götürenlere. Kimden peki? Daha büyük götürenler kadar götüremediklerini düşünenlerden… Peki ama kim, kim bu ima edenler? Operasyonun başladığı andan itibaren, yanlı olsun, yansız olsun, tüm medyanın işaret ettiği tek isim: The Cemaat
Cemaat!.. Yahu Cemaat kim ki koskoca Türkiye Cumhuriyetine karışabiliyor? Düne kadar hükümetin yanında olan polis ve savcılar bugün birden bire nasıl hükümetin evlatlarına karşı tavır koyabiliyorlar? Cemaat diye adlandırdığımız şeyin, Fethullah Gülen tarafından kurulan bir örgüt! olduğunu da biliyoruz, değil mi? Fazla uzatmayayım, dün başlayan operasyonlarda, bildiğimiz gibi bir adalet yok; AKP ile Cemaat‘in kendi adaletleri gereği bu böyle oldu. Anlayacağınız, birbirlerini yiyorlar; bir nevi filler tepişiyor!.. (Ha bu arada, Fethullah Gülen‘in avukatı Orhan Erdemli, vallahi muhteremin hiç bir alakası yoktur bu işlerle, tadında, Fethullah Gülen adına bir açıklama yapmıştır.) Onlar birbirlerini yiyedursunlar, biz yedik mi peki?! Yemedik! Yiyemedik! Onların camiasından gayri halk aç biilaç… Aklıma bir fotoğraf geldi. Bir şehit babasının fotoğrafı! Baba, bir ayakkabısını öteki ayakkabısıyle kapatıyordu; bırakın kutusunu, ayakkabısı yoktu! Ayakkabısı!..
Oldu ya, Mustafa Kemal Atatürk bugün, şuan dirilse, ilk kimi, kimleri ıslak odunla dövmek isterdi? Ama öyle böyle değil; Allah yarattı demeden… Emin olun, ilk ve tek olarak CHP’nin başındakileri döverdi!.. Beyfendi çıkmış, iktidar ile işbirliği yapabileceklerini, söylüyor. Yoksa, ekonominin daha da kötüye gideceğini de ilave ediyor. Beyfendi! ekonomi kimin ekonomisi ki? Cebimizde kaç kuruş var da bunun ekonomik değerini takip edeceğiz? Zaten çok aç iken, daha fazla nasıl aç olunabilir? Ölmüş biri, daha fazla ne kadar ölebilir ki? Durun bakalım, orda neler oluyor, demek varken, niye ekonomiden bahsediyorsunuz? Çıkarınız nedir beyfendi? Bir kaç ay önce büyük bir markete girdim ve bir kaç parça yiyecek aldım. Kasada ödeme yapmak için sıraya girdim. İyi giyinmiş biri elinde bir adet hazır çorba ile bekliyordu. Sıra kendisine geldi ve ödemeyi kredi kartı ile yapmak istediğini söyledi. Bir buçuk Türk Lirası idi çorba! Aksilik bu ya, kredi kartı işlemi uzadı. Banka ile iletişim olmuyordu bir türlü. Adam sıkıldığından mıdır, utandığından mıdır bilinmez, parmaklarını kasa tezgahında tıkırdatıyordu… Utanmıştı aslında! Kendimden de biliyorum…
Buraya kadar okudunuz, zahmet ettiniz. Evet biliyorum, size bilmediğiniz hiçbir şey yazamadım. Onlar hep yedi, yedi, yedi, yedi… Ancak biz hiç yemedik! Yemeyeceğiz de!.. Sallanırlarken ipin ucunda, çekirdeğimizi çitleteceğiz!..
Murat Dicle
18.12.2013
Normatif.com

13 Aralık 2013 Cuma

O NE?!

O mu ne?
O, "one" diye yazılan,
Kimilerince "Van" diye okunan;
"Van" diye söylenince,
Kimilerince "One" diye anlaşılan...

"One" diye yazılıp,
"Van" diye okunup,
"Bir" diye tercüme edilen;
Sadece "bir" sayı;
Bazen azı, bazen de çok şeyi ifade eden...

O "bir", NE ifade ediyor?
Boş ver!..

Bakın, "bir" ülkede "bir" şehir varmış;
Unutulmuş,
Her yeri depremle yıkılmış!
İnsanlar sokakta kalmış,
Ve "bir" Allah'ın kulu umursamamış.

O şehrin adı NE?
Boş ver!..

O şehrin adı NE olursa olsun;
"One" diye yazılıp,
"Van" diye okunmayandır.
Doğrusu "Van" diye yazılıp,
"İnsanlık nerede?" diye sordurandır...

Şimdi anladın mı O NE?
Anladıysan,
Bari bu sefer boş verme!..

O şehir VAN'dalların elinde;
NE bir evi yıktılar ne de yaktılar;
İnsanlığı üç kuruşa satıp,
Ruhlarını dağladılar!

O NE şimdi, anladın mı?..

"VAN" bu şehrin adı,
Anlamam mı?!


Murat Dicle
http://normatif.com/o-ne.html

11 Aralık 2013 Çarşamba

Arı! bal alacak çiçeği bilir


Dört yıl... Bir de üstüne 277 gün daha ekleyin. Tüm bu geçen zamana; neredeyse babasını tanımadan büyüyen bir çocuk, ergenliğe göz kırpan bir kız çocuğu ve kocasının elini tutmayı özleyen eşini de ekleyin... Hepsini toplarsak ne eder? adaletin(!) çıkarttığı sonuç; PARDON! + 5000 TL... Peki biz halk olarak bu toplamayı nasıl yaparız?! Şimdilik meçhul!

Mustafa Balbay'a isnat edilen suça değil, bu suça dayanarak yürütülen hukuki olaylara ve tahliyesine baktığımızda -ki hukukçuların çoğunun ortak görüşüdür-Balbay'ın ta en başından "tutuksuz" yargılanması gerektiği görüşü ağır basmaktadır. Malumunuzdur, artık siyasi çıkarlar neyi gerektirdiyse, Balbay da bunun ceremesini çekmiştir. Dolayısıyla, ailesi ve sevdikleriyle birlikte, 4 yıl 277 gün haksız yere sıkıntı yaşanmıştır.

Hüküm verilinceye kadar, haksız yere 4 yıl 277 gün "tutuklu" yargılanan Balbay, hükmün çıkartılmasından sonra, 9 Aralık 2013 günü tahliye edilmiştir. AYM tarafından "hükümlü" kabul edilen bir kişi, yine AYM tarafın, Balbay'ın yaptığı kişisel başvuru neticesinde, "tahliye" edilmiştir. Ancak bilinmelidir ki; her beraat bir tahliye olurken, her tahliye bir beraat olamayabiliyor. 34 sene hüküm yemiş birinin, tutuksuz yargılama sürecinin devam etmesi için -ki Balbay'ın hala hukuken temyiz hakkı vardır- tahliye edilmesi de bir hukuksuzluk olarak görülmektedir. Değişik bir koku yayılıyor etrafa; ne pis diyebiliyorum ne de hoş...

Bu "koku" meselesine sanırım, Ahmet Ümit'in, Beyoğlu'nun En Güzel Abisi adlı son kitabından takıldım. Kitapta geçen bir cümle, beni, hem yine! düşündürdü hem de iyi insanlar adına beni endişelendirdi:


"Azrail'e koz vermek istemiyorsan, sevdiklerinin sayısını az tutacaksın bu dünyada"


1993 senesinde; siyasi konularda oldukça cahil olduğum o gençlik çağımda, eski patronum bana bir kitap imzalayıp verdi: İngiliz Casusunun İtirafları... Kitap, Hempher adlı bir İngiliz casusunun anılarını içeriyordu. Hâlâ okumayanlarınız varsa, tavsiye ederim. Yüz yirmi sayfalık bu kitabı kısa sürece okudum ve oldukça etkilendim. Bende bir travma yarattı diyebilirim. Artık her şeye şüpheyle bakıyordum. Paranoyak gibi olmuştum. Bu hala devam eden bir durumdur bende: Şüphecilik...

Bu karışık tahliye meselesi, beni oldukça şüphelendirdi. Henüzbüyükaraştırmacıyazargiller familyasından biri olmadığıma göre, derin bir analiz yapamayacağım. Sadece şüphelerimi ve sorularımı dile getireceğim, sizlere.

Mustafa Balbay'ın AKP hükümetinin icraatlarına sıcak bakmadığını biliyoruz. Bir nevi tek başına muhalefet olmuştur kendisi. Sınıfta kalan MHP'den bile daha etkili muhalefet yaptığı söylenebilir. CHP mi? O, artık Yeni CHP... Hükümetin düdüğünüöttüren medyaya maşallah -ki Mustafa Balbay haberinin hiçbir ayrıntısını atlamadan yayımladılar. Hatırlıyoruz ama değil mi? Gezi olaylarında ortalık yıkıldığı halde, oralı bile olmamışlardı. Gezi olayları, hükümet karşıtı bir olaydır. Mustafa Balbay da hükümet karşıtıdır, kaldı ki AKP hükümetini yıkmak için asker ile darbe girişimi planlama suçu isnat edilerek tutuklanıp, hüküm yemiştir. Çelişki var! Medya neden böyle davrandı?!

AKP hükümeti genel olarak: Hayırlı olsun; hukukun verdiği bir karardır! şeklinde yorumlamıştır, Balbay'ın tahliyesini. AKP, kendi seçmenlerine gayet güzel bir"İleri Demokrasi!" örneği vermiş oldu böylece. Oysa daha önceki İleri Demokrasinin hukuku, bu tahliye kararındaki İleri Demokrasi hukukuna hiç benzemiyordu. Niye, n'oldu ki?!

Dershaneler konusuyla daha da ayyuka çıkan, Cemaat ve AKP çatışmasının bir sonucu olduğu söyleniyor, Balbay'ın tahliyesinin. AKPCemaate gol atmıştır. Ayrıca bana göre, hapishanedeki seçilmiş ancak henüz yemin etmemiş Millet Vekilleri için de bir umut olmuştur, bu tahliye. Böylece, AKP mavi boncuk mu dağıtıyor? düşüncesi yer etmeye başlanmıştır. Belki de, efendi olun canımı yiyin, demek istiyordur AKP: BDP'liler gelin bakim şöyle yanı başıma... 

Cemaat tarafındakilerin, peki öyle olsun sen çıkışta görürsün, tadında yorumlar yapması da AKP'nin sayesinde(!) tahliye edilen Balbay'a pek hazmetmediklerini gösteriyor.

- Siz şimdi demokrasiden bahsediyorsunuz ama suçsuz insanları içeri attınız.
- Olur mu öyle şey? Bak, Mustafa Balbay içeriden çıktı. Kararı hukuk verdi.
- Valla mı?
- Valla!.. Peki bize yine oy verecek misin?
- Vermem mi?!

Bu tahliye'den AKP'nin kazancını da irdelemek gerek. 

Son olarak -pek hoşnut olmadığım- aklımdaki bir soruyu soracağım: Mustafa Balbay, hâlâ davasının arkasında mı, yoksa o da mı tâbi oldu? Sanıyorum bu sorunun cevabını bizzat kendisi verecektir; yazacağı yazılar ve sarfedeceği sözleriyle...

"Azrail'e koz vermek istemiyorsan, sevdiklerinin sayısını az tutacaksın bu dünyada"

Murat Dicle
http://normatif.com/ari-bal-alacak-cicegi-bilir.html

BEYOĞLU'nun EN GÜZEL ABİSİ, Ahmet Ümit

BEYOĞLU'nun EN GÜZEL ABİSİ, Ahmet Ümit
BEYOĞLU'nun
EN GÜZEL ABİSİ

Ahmet Ümit
Yılbaşı gecesi, bir sokak ortasında, yakışıklı bir adam öldürülür. Kalbinden tek atışla vurularak öldürülmüştür. Cinayetin anonsunu duyan Başkomiser Nevzat ve ekibi olay yerine gelerek ilk incelemelerini yaparlar. Kitap boyunca tüm olaylar bu öldürülen yakışıklı adamın etrafında ve Beyoğlu civarında döner...

Ahmet Ümit'in son kitabı Beyoğlu'nun En Güzel Abisi yalın anlatımı ile sizleri olayın içine çekecek. Ahmet Ümit'ten klasik bir polisiye romanı. Ancak çok fazla beklentiniz olmasın. Kendisinden beklenen bir kitaptı ve o da elinden geleni yapmış. Hafızalarınızda kalacak kadar sizi etkilemeyecektir. Bir cinayet soruşturmasının yanında, Beyoğlu'nun sokakları arasında gezmek ve Beyoğlu hakkında bilgi sahibi olmak yanınıza kâr kalacaktır.

Romanda, Gezi Parkı olaylarına, Tinerci çocuklara ve en önemlisi 6-8 Eylül olaylarına dem vurulması dikkatimi çekti. Güzel bir kurgu ile bunları anlatmış yazar. Gezi Parkı olaylarının böylesi bir romanda anlatılmış ve hatırlatılmış olması, bence güzel bir şey. Bu anlamda Ahmet Ümit'e teşekkür ederim.

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.