21 Ağustos 2011 Pazar

Düşümle düşündüm, hep seni gördüm.

Hesapsızca ve zalimce bir oyun oyar kader bize. Beklenmedik şekilde kafaya yenilen şemsiyeden farklı değildir bu aslında. Şaşar bakarsınız da, kelimeler boğazınızda düğümlenir. Ne deseniz boştur sanki. Kendinizi ifade edemez halde, düşünüzle düşünürsünüz.

Kaçamazsınız düşlerinizden biliyor musunuz? Omuzlarınızın üstünde başınız olduğu sürece, düşünüzde sizinle gelir hep. Sola dönseniz olmaz, sağa dönseniz hiç olmaz. Yeni bir aşk, yeni bir düş mü bu dersiniz belki. Bilemezsiniz de sorar ve hatta yazarsınız böyle.

Düşünüzün, düşü olmasının çözüm olasılığı üstünde; düşlersiniz kendi kendinize. Düşünüze düşen, can'ın; canının da bir parçası olmabilmeyi de düşlersiniz. Güzel ve güçlü düşüncelerin fikre dönüşmesini ve hatta dile dökülüp, düşüne girebilmesini umut edersiniz.

Böylesine hesapsızca ve böylesine umut dolu bir düşün devam etmesini dilersiniz. Ve içindeki büyük sır ile ona şöyle itiraf edersiniz:
Ölümsüzlük de diler insan.
Azıyla yetinmez ki bu can.
Kalbimde eğer, tek sen varsan.
Severim elbet seni her an.
Yaşamın olur, sana bu can.

21.08.2011

16 Ağustos 2011 Salı

Sanal karşılaşma

Sanal bir dünyada yaşanan o korkunç fırtınadan, arta kalan sessizlik sonrasında, esen bir yelle geldin. Yıpranmış, horgörülmüş ve ürkek bir sesle merhaba demiştin. Tam ümidimi kestiğim, ölümün üstümde dans ettiği bir anda, esen bir rüzgarla gelen o kısık ses bana "merhaba" dedi. Duymuştum. Ama henüz görememiştim.

Tüm alaycılığıyla, hayatın darbeleri ve hengameleri altında ezilmiş bedenlerden gelen iniltiler arasında duyduğum sese olanca gücümle kulak verdim: Merhaba!

Merhaba dedimiştim, hiç elimde olmadan anlamsızca. Beklentisiz, yolcusuz ve yırtık gövdesiyle bekleyen o devasa aşk gemisine. Bir rütüeldi, o gemiye binmek, öyle hemen bir merhaba ile olmayacaktı elbet. Temiz olmalıydım, gönlümdeki tüm karartılardan kurtulmalı öylece binmeliydim gemiye.

Bir devrin başlangıcı gibiydi bu. Sevdaların yeniden kitaplaştırıldığı. Aşıkların hiç yaşamamış sayıldığı yepyeni bir dönemdi. Modern sevdalıların bile gıpta ile bakacağı bir sevda başlamıştı bile. Sanal dünyanın kahramanlarını bile kıskandıran; cesur, güçlü ve umut dolu bir hareketti bu.

Yabancı olduğumuz bu yolda, ürkektik!

Bilmeden attığımız o korkusuz adımlarımız bizi kucaklaştırdı. Sarıldığımızda anladım ki, eski bir sevdanın yeniden canlanmasıydı bu. Bu dünyada değildi elbet. Kimbilir, geçmişte. Bilmediğimiz bir reenkarnasyondan kalan bir sevdaydı bu. Hiç yabancılık çekmedik. İlk merhabada korkarak adımlarımızı atmış olsak bile, gördük ki, ne kadarda tanırmışız birbirimizi. Severmişiz.

Birgün beni sevmekten vazgeçersen eğer, unutma! Hatırla herzaman. Sevmesen de birgün beni, hatırlamaların gelecektir ruhuma.

19.04.2011
Murat Dicle, İstanbul

14 Ağustos 2011 Pazar

Ve para, sadece sorunların üstünü örter oldu.

Öyle hikayeler dinledim ki, kendi derdim dediğim şeyleri unuttum gittim :) Konuşmak gerçekten insanları rahatlatıyor. Hele ki, hiç tanımadığınız birileriyle sohbet etmek daha etkili oluyor. Aslında başımıza gelen ani olaylar, hiç beklenmedik gelişmeler; bizlerin çocukken TV de veya sinemada izlediğimiz filmlerdeki "hadi canım, olmaz böyle birşey" dediklerimizden daha başka birşey değil.

Bizler büyüdüğümüz için daha çok şeyin farkına varır olduk. Büyüdükçe, gençken cesurca aldığımız kararların pişmanlığını yaşar olduk. Alınan toy kararların bu güne sızı vermesi bundan sanırım. Herkesin illa böyle anları olmuştur. Benim hayatımda neler oduğu değil, daha çok "bize neler oluyor böyle?" diye başlamalıyız düşünmeye.

Evet bize neler oluyor?

Toplum yıkılma sürecinin ortasında sanki. Beklentiler yüksek, elde edilenler beklentileri karşılamıyor. Hani palyaço'yu düşünün. Boya, onun yüzünü güleç gösteriyor, ancak altındaki hüznü kim bilebilir. Hep böyle dolaşır olduk.

Ve para, sadece sorunların üstünü örter oldu.

12 Ağustos 2011 Cuma

İstanbul gibi adam

Ara Güler'in bir fotoğrafı

Bir adam İstabul gibi olmalı.
Dört mevsimi yaşamalı.
Çamurlu olsa da sokaklar, çoşkuyla koşmalı.
Yağmurda bile dans edebilmeli.

Bir adam, adam gibi olmalı, İstanbul'da doğmalı.
Mis gibi balık kokmalı; pahalısından parfümlere inat.
Kalabalıkta tek olmalı.
Martılarla ahbap, kedilerle seksek oynamalı.

Hırlayan köpeklerden korkmamalı.
Şarhoşuna, tinercisine ve dilencisine alışık olmalı.
Yolda yürürken başı dik, gözü açık olmalı.
Tıpkı otobüsleri gibi İstanbul'un; taşıyabilmeli yürekleri.

5 Ağustos 2011 Cuma

Usta'ya cevap

Usta'ya cevap

Yanyana gelmeden yakın, birlikte olmadan çoğul olabilsek.
Yalnız sen değil, ben de; ağrımızla bir bütün olabilsek.
Tüten yalnızlık olmasa, acı olmasa, bir tebessüm olabilsek.
Duvarlar örmesek, görünsek, hep el ele birlikte dönsek.
Çarpsak birbirimize hep, her çarpışmada gülsek.

Ve keşke sevsek, olur muydu yalnızlıklar?

 Murat Dicle


Yuva (Aziz Nesin)

Yanyana geldikçe daha uzak
Birlikteyken daha kimsesiz
Bir ağırı sızım sızım yeri belirsiz
O da yalnız
Ben de yalnız
Acılar tütüyor bacamızdan
Görünmeyen taş duvarlar örmüşüz
Duvar olduk kendimize kendimiz
Ne yana dönsek
Kendimize çarparız

2 Ağustos 2011 Salı

Gözyaşlarım

Ne kadar kötü! Göz yaşlarım içerde birikmiş ama hala salamıyorum. Oysa sal gitsin değil mi. Ama nafile, zorladım yüzlerce defa, olmuyor.

Dert, yapışmış içime, gitmiyor hüzünler ve seneleri devirdi. Artık derdimle mutlu oluyorum sanki. Arabesk bir duygu kaplamış sanki içimi. Cahilleşiyor gönlüm. Sürtünmüş binlerce ruha, artık yürek nasır kaplamış.

Artık iki kutupluyum, an ve an değişiyor hislerim. Hastalık bu belki! Kimbilir. Yazın başka, kışın başka, sabah ayrı bir ben, akşam bambaşka bir ben. Geçerken  meridyenleri, kutuplara yolculuk ediyorum. 

Ağla be gönlüm, ağla! Belki, ilacın bu senin. Tutma içinde biriken, tortulaşmış, pis gözyaşlarını. Sal gitsin. Korkma! Sal!

Murat Dicle