20 Nisan 2012 Cuma

DURU AŞK 1/5

BAŞLAMADAN ÖNCE:

Bu benim ilk uzun metrajlı denemem olup; basit/düz bir kurgu yerine, iddaalı bir kurgu ile karşınıza çıkmak istedim. Hikayenin tam anlaşılması için, tüm bölümlerinin okunması gerektiğinin altını çiziyorum. 

Sadece kullandığım dili değil, hikayenin kurgusuyla ilgili yorumları da merak ediyorum. Ortalama bir kitap okuyucusu için, 45 dakikada okunacak bir hikayedir. Şunu da kabul edelim ki, PC ekranından bu tip şeyleri okumak yorucu oluyor.

Son olarak, bu, şimdiye kadar okumuş olduğum, yerli/yabancı tanınmış yazarlara ait tüm roman ve öykü okumalarının öğretisi ve kendi hayal gücüm katkısıyle ortaya çıkmış bir eserdir. Bu esere, tüm bölümlerini okuma şansı tanıyacağınızı umuyor ve okunduğunda da zihninizde bir BÜTÜNLÜK oluşacağına inanıyorum.

** Buradan okumak zor geliyorsa, PDF formatında okumak için tıklayınız.

- Bölüm 1: Evde -

Çalışan bir insan olmak, hafta içi geceleri uyuyamamak ve sabahları da uyanamamak anlamına geliyor. Saatin alarmı çalalı beş dakikadan fazla olmasına rağmen hala yataktayım. Bu keyif bana, bir sabah kahvesinden vazgeçmeme mal olacak. Sanki uyuyalı, on dakika olmuş gibi geliyor. Yetmiyor bu uyku bana. Az daha uyumalıyım. "Beş dakika daha, lütfen" derdim anneme, beni okula göndermek için uyandırdığında. O beş dakika sanki asırlarca yetecek kadar beni zinde tutar sanırdım. Yetmiyor, ne beş dakika ne de bir boyu uyumak. Asla yetmez, çünkü işe gitmem gerek biliyorum. Peki, ya pazar günlerine ne demeli? Çalışan insanın laneti değil midir pazar günleri? Saati kurmadığınız halde, erken saatte uyanırsınız, zorlasanız da uyuyamazsınız. Pazar? Ah, evet ya bugün pazar değil miydi? Aklım karıştı, beş dakika daha uyusam olmaz mı? Bugün pazar, doğru mu gerekten? Ne mutlu, hem pazar hem de uykum var. Avize sallanıyor. Rüzgar var odada. Bedenim ürperdi, uykusuzluk ağır basıyor. Yanı başımda, komidinin üstünde duran saati -alkolünde etkisiyle- ertesi gün uyanmak için kurmuş olmalıyım. Erken uyandığım için üzülmeli miyim, yoksa bugünü haftaiçi zannettiğimde, aslında bugünün pazar olduğu sürprizine sevinmeli miyim? Sevindim ve ayıldım!

DURU AŞK 2/5


- Bölüm 2: Dışarıda -

 "O günlerde gelecek, Duru" dediğinde elini elime doğru uzattı ve farkında olmadan elini sımsıkı tuttum. El ele tutuşarak durağa doğru, keyifli adımlara yürümeye devam ettik. "Nereye gidiyoruz?" diye sorduğumda, "Bugün Taksim'e gidelim dedim, biraz değişiklik olsun istedim" diye cevap verdi. "Ama oralar çok kalabalık, istemiyorum kalabalık yerlere gitmeyi" desem de tatlı bir iknayla, "Güzelim, kalabalık içinde yalnızlığı yaşatacağım sana. İstiklal'de yürürken yalnızca sen ve ben olacağız" dedi. Gerçektende, Cenk ile yolda yürürken sadece ikimiz varmışız gibi geliyor bana. Yanımdan geçenleri hiç farketmiyorum. Mesela şu yanımdan geçen gözlüklü adamı farketmemek mümkün mü? İnanmıyorum ya, bu aynalı gözlükler hala tedavülde mi? Gözlerimi görüyorum yansımada.. Gözlerim, evet gözlerimde gözlük yok. Akıl mı kaldı bende, aceleyle çıktık dışarı. Hava sabahın aksine güneşli, yakıcı olmasa da, güneş gözümün içine batıyor sanki. Yürüyoruz hala, bir dakikaya kalmaz durağa varmış olacağız.

DURU AŞK 3/5


- Bölüm 3: Yerde -

"Ceeenkk?" diye bağırdım. "Cenk, bebeğim n'olur, kalk lütfen" diye seslenirken bir yandan da bedenini kucaklıyor ve ayağa kaldırmaya çalışıyordum. Olmuyor tepki vermiyordu. Bir avuç! Evet, bir avuç içinde; şifa duası taşıyan ve umut beklentisini arttıran bir kaç damlalık su. Cenk'in ensesini ovalıyordu kadın. Gözlerime acı acı bakarak, yavaşlıyordu elleri. Avuçlarını çekerken ensesinden, "biri doktor çağırsın, ambulans çağırsın" dediğini duyuyorum. Doktor ve ambulans? Ambulans sesleri tıpkı sabah duyduğum saatin alarmı gibiydi. Hep acı gelirdi bana. Ses ile gelen ambulans her zaman içinde acı taşırdı. Ben hiç bir zaman, içinden mutlu ve el ele inen çiftleri görmedim. "Harika bir yolculuktu sevgilim, memlekete de ambulansla gidelim.." denir miydi böyle birşey? Olabilir miydi? Ambulans hep acı mı taşımak zorundaydı? Acı, öyle acı gelen bir ses duydum ki, "Ayyy, ayyy Allah'ım kan geliyor burnundan.." Kan? Acı? Haykırışlar, kim bunlar? Yana dönen yüzünü görüyorum Cenk'in ve gürül gürül akan kanı izliyorum burnundan. Çok güçlü bir akıntı, tıpkı Tortum Şelalesindeki gibi.. Foşurduyordu sanki. Öyle mi görüyordum acaba? Bu insanlar, ona zarar mı veriyorlar, Cenk size ne yaptı? Rahat bırakın onu, lütfen gidin, gidin..

DURU AŞK 4/5


- Bölüm 4: Hastanede -

"Doktor hanım, artık kalksanız diyorum.." diyen kardeşimin sesi ile gözlerimi açıyorum. Avize hala aynı yerde, sallanmıyor. Pencere de kapalı. "Pencereyi yine açık bırakmışsın, hava o kadar iyi değil abla. Böyle giderse, üşüteceksin." Bunu son zamanlarda hep yapıyordum. Altı gün önce, işbaşı yaptığım yeni hastanemde göreve başladığımdan buyana, içimde bir garip bulantı oluyor hep. Temiz hava girmeli odama. Saate bakıyorum, 07:15'i gösteriyor. Bugün pazar değil, bunu çok iyi biliyorum. Ve benim ne olursa olsun işe gitmem lazım. Ah, iyiki evim hastaneye yakın. Ancak, kahve keyfimden vazgeçeceğim aşikar. Ani bir hareketle bir çırpıda yataktan çıkıyor, bir yandan komik bir kaç el kol hareketiyle, diğer yandan da kardeşimi iterek tuvalete koşuyorum. Tuvaletteyim, "foşşş".. Ah, çok tanıdık geldi bu an. Bu bir dejavu sanki. Hatırlıyorum, ne yapıyor acaba? Dünkü olaydan sonra fazlasıyle bitkin düştüm. Olsun en azından onun yaşıyor olması sevindirici. Dün çok acemi gibiydim, hiç kimseye yardımcı olamadım. Hakkımda ne düşündüler acaba?

DURU AŞK 5/5


- Bölüm 5: İçimde -

Ben de ölünce, ardımdan böyle gözyaşı dökecek bir sevgilim var mıydı? Haykıracak, "Kader, Kader" diye bağıracak. Yokluğumda, ise tıpkı Cenk gibi, ölüden farksız bir hale düşecek biri. Eksik olmama rağmen, beni varlığımla sevebilecek bir Cenk'e sahip olabilecek miyim? Bacaklarımın arasındaki yeri almak için, her türlü hileli çabaya sahip ama bunu gerçekten Cenk gibi yapabilecek ve "seni seviyorum" dediğinde, içimde öldürmek yerine, onu büyütebileceğim biri olacak mı? Kaç kere bilmem, inanmıştım. Hileli diye düşünüyorum, çünkü onlar yoklar şimdi. Aldıklarıyla gittiler hep. Gerçek ile gerçek dışını ayırt etmek öyle zor ki. Hele bu bir erkek ise, anlamanız mümükün değil. Onlar beni içimde öldürüyorlar. Oysa ben "seviyorum seni" dediklerinde anlıyorum hiç yaşamadıklarını. Nekrofili miyim ben? Ölülerle neden hep sevişiyorum, bile bile? Söylenenler artık umrumda değil, herkes beklentisinin karşılığını alıyor. Söz söyletmiyorum artık onlara, tıpkı benim gibi olsunlar istiyorum.. Bile bile, onların daha fazla günah işlemelerine müsade etmiyorum. Piranhalar içimde büyümeye başladığında, istediklerini veriyorum..

18 Nisan 2012 Çarşamba

HACI MURAT, Tolstoy

Hacı Murat Lev Tolstoy
Hacı Murat
Lev Tolstoy
Ülen dedim n'oluyor. Kitapçıda bu kitabı görünce, babamın da bana "vayyy hacı Murat" diye seslenişi aklıma geldi. Yemin ederim, sadece HACI MURAT yazıyor diye kitabı almıştım. O dönem hiç de kitap okuyacak halde değildim. "Kimmiş bu HACI MURAT" dedim ve sayfaları okumaya başladım..

Hacı Murat'ın filmi bile varmış :) Tahmin edin kim oynamış başrollerinde. Elbette, 1967 senesinde Cüneyt Arkın oynamış. Ama öncesinde İtalyan'ların 1959'da  çektiği ve başrollerinde Steve Reeves'in oynadığı bir film var. Türkiye'deki ilk filmden sonra HACI MURAT GELİYOR (Cüneyt Arkın, 1968) ve 1972'de HACI MURAT'ın İNTİKAMI (Tamer Yiğit) filmleri çevrilmiş. Valla çocukken çok filme giderdim ama bu filmleri hiç hatırlamıyorum. Demek benim dönemlerimde bu filmi göstermemişler. Belki de ben 80'lerin çocuğu olduğumdan, böylesi isyankar filmleri pek göstermiyorlardı. Neme lazım dağa felan çıkabilirdik. ;)

OD, İskender Pala

OD, İskender Pala
OD
İskender PALA

Tarihi öğrenmek zor ve sıkıcıdır. Okuldaki tarih derslerini hatırlayınız. Dümdüz şekilde anlatılan tarih ve hatırlamamız gereken gün, ay ve yıllar..

Gerçekten de ben çok zorlanırdım. Hayal gücüm belki, o dönemler yetmezdi, aklımda hemen hiçbirşey kalmazdı, tarih dersi adına. İskender PALA'nın gerçeğe dayalı tarih dersi verir niteliğindeki romanları, bizler için çok iyi bir öğretici olacağına inanıyorum. "OD" romanında, Yunus Emre'yi okuyacaksınız. Onun sizlerin aklında kalan şair ya da ozan tarafından çok, normal bir insan yaşantısına şahit olacaksınız, kitapta. Aşkı, çocukları ve mücadelesine katılacaksınız. Yunus Emre olmanın hiç de kolay olmadığını göreceksiniz.. Anadolu hep bir ateşin ocağıydı, yanmadan pişmek öyle zordu ki.

AÇLIK OYUNLARI, Suzanne Collins

Açlık Oyunları, Alaycıkuş, Suzanne Collins
ALAYCI KUŞU 
(Mockingjay)
Açlık Oyunları, Suzanne Collins
AÇLIK OYUNLARI
(The Gunger Game)
Açlık Oyunları, Ateşi Yakalamak, Suzanne Collins
ATEŞİ YAKALAMAK
(Catching Fire)

Nasıl başlayacağımı bilemiyorum, 3 kitap ve sizi seri halde okumaya itiyor. Merak içinde sayfaları çevirirken zaman su gibi akıp gidiyor. Suzanne Collins'in hayal gücüne şapka çıkartmak gerek. Bu üç kitabı; giriş, gelişme ve sonuç olarak ele alıp okumak gerekiyor. Collins'in bu serisinde, harika bir anlatım ve efsanevi bir mücadele ile karşılacaşacaksınız. Eminim bu kitabı okuyan bir çok genç kız Katniss'in yerinde olmayı hayal edeceklerdir. Şimdiden ilk kitabın filmi ve romandaki karakterlerin bebekleri piyasaya sürüldüğüne göre, BARBIE devri kapanıyor gibi ;) Artık devir, güçlü kadınların devri..

Filmleri seyrederken, gözlerimin yaşarmasını veya tüylerimin diken diken olmasını çocukluk yıllarımda bırakmıştım. Ancak bu kitapta; duygu yüklü sahnelerde gözüme toz kaçıyor, pencere açık olduğu için de içim ürperiyor. Gözlerimin sulandığına ya da tüylerimin diken diken olmasını yanlış anlamanızı istemem. :)

Genel olarak kitapları ayrı ayrı alıp okumak mümkün değil. Mutlaka baştan başlamanız gerekiyor. Aksi takdirde, konuları kavramak zor olacaktır.

Hikaye, Kuzey Amerika'da yaşanıyor. Bir şekilde insanlık yapacağını yapmış, yaşam alanı ve yönetimler birbirine girmiş. Panem adında, oniki mıntıkası ve başkenti Capitol adında bir ülke vardır. Bu oniki bölge, tamamiyle Capitol'un hizmetini ya da daha açık dille köleliğini yapan insanların yaşadığı yerlerdir. Her mıntıkanın tek bir üretim faaliyeti olup, herkesin mutlaka çalışması gerekmektedir. Çalışacak iş olsa bile, açlık kol gezmektedir. Bir fare etinin bile çok  pahalı olduğu bir hayat vardır mıntıkalarda. Buna rağmen Capitol, tahminlerin ötesinde harika bir yaşam sürmektedir. Yemeklerin, kıyafetlerin ve tarifsiz zevklerin merkezidir, Capitol.

17 Nisan 2012 Salı

OLASILIKSIZ, Adam Fawer

Olasılıksız (Improbable)
Adam Fawer

Bilmem gıcık biri miyim? Herkesin moda diye yaptığı şeylerden mümkünce uzak olarak, sürüye dahil olmayı sevmiyorum. Ve bu tür moda izleri taşıyan işlerin altında hep bir Çapanoğlu ararım. Neden herkese bunu empoze ediyorlar diye.. Gerçi Ergün Poyraz, Yalçın Küçük veya Soner Yalçın gibi araştırmacı-yazarların kitaplarının okunmasından daha çok, böylesi macera ve heyecanın doruklara vardığı kitapları medyada boy boy göstermek de aslında bir göz perdesidir.

Nihayetinde, kitabı aldım ve sanırım dünyadaki en son okuyan kişi de ben olmuşumdur. Türkiye'deki baskı sayısı -ki resimde 51. baskı diyor- 50'yi geçmiş. Bu güzel birşey. Kitabın hakkı verilmiş gerçektende. Anlamsız MODA kelimesiyle başlasam da, tam aksine macera ve heyecanın tam ortasına düşüyorsunuz romanda.

Son aylarda, Amerikalı yazarla ait kitapları okudum. Tess Gerritsen -ki Cerrah kitabını kesinlikle okuyunuz, sonrasında ÇIRAK adlı romanıyla konuya devam etmektedir. Rizzoli ve Issles serisi olarak devam etmekle beraber TV dizisi olarak da yayınlanmaktadır. Açlık Oyunları'nın yazarı Suzanne Collins, Adam Fawer ve önceki konuda bahsettiğim KLON adlı romanın yazarı Kevin Guilfoile.. Hepsinin ortak bir özelliği vardı. Eminim, diğer Amerikalı -ya da ben şimdilik öyle gördüğüm için böyle diyorum- yazarlarda öyledir. Çok YALIN anlatıyorlar, elbette burada TERCÜME işini de es geçmemek lazım. Güzel tercüme etmişler. Kitabı okumak için kesinlikle kasılmıyorsunuz. Okuduğunuz gibi anlıyor ve anında tasvir edebiliyorsunuz.

KLON, Kevin Guilfoile

Bir arkadaşım, taa 2008'lerde herkesin elinde yollarda okuduğu OLASILIKSIZ adlı kitabı okuduğunu söylemişti. Ben de artık vakti geldi diye, herkesin gittiği yoldan gideyim dedim ve kitabı aldım. Okudum. Bu kitapla ilgili yazımı da yazacağım. Ancak, sonrasında kitapçım bana okumam için KLON adlı bu kitabı önerdi ve çok daha güzel olduğunu söyledi. Açıkcası, OLASILIKSIZ ve KLON'un kapakları siyah-beyaz tipte olduğu için içime sinmemişti. Israr etti kitapçı. Şu sıra bilen bilir, hep bu tür kitap kapakları olan kitaplar satılıyor. Birbirinin kopyası ve satılsın diye uygulanan kitaplar diye düşünmüştüm. Ama KLON öyle çıkmadı.

Kevin Guilfoile'ın KLON adlı romanı, 2005 yılında orjinal adı CAST OF SHADOW olarak Amerika'da yayımlandı. Burada dikkat etmemiz gereken bir şey var. Kevin Guilfoile'ın ayrıca 3. kitabı olan CLON ile Türkiye'de yayımlanan KLON'u karıştırmayınız. Türkiyede KLON adıyla yayımlanan kitabın orjinal adı CAST OF SHADOW'dur.

9 Nisan 2012 Pazartesi

SERENAD, Zülfü Livaneli

Zülfü Livaneli
SERANAD
Zülfü Livaneli
Gençken geçliğimizi bilmeyiz, paramız varken paramızın kıymetini bilmeyiz ya da sevgilimiz varken de onun kıymetini bilmeyiz. Hep hoyratça tüketiriz herşeyi. Bu kitabı okuduğumda ilk anladığım şey -ki kitapta üstüne basa basa irdeleniyor- yaşadığımız bu toprakların ne kadar kıymetli olduğuydu. Ancak bizler bunu anlamış mıyız bilemiyorum. Ben böylesi güzel kitapları okudukça daha iyi anlıyorum. İskender Pala'nın OD ve ŞAH&SULTAN kitapları da çok güzel anlatıyor. 

Serenad, bir kadının saygısını ve onurlu bir yaşama duyduğu aşkı anlatıyor. Aşk öyle güzel kelimelerle ve öyle güzel bir akıcılıkla dile getirliyor ki kitabın sonuna nasıl geldiğinizi bile anlamıyorsunuz.

Kah gülüyor, kah hüzünleniyor, ara ara da gözlerinizden yaşlar süzülüyor. Hem kendimizi seviyor hem de kendimizden nefret ediyorsunuz kitabı okurken. Hem insan olmanın sevincini hem de insanlığın karanlık anlarına şahit oluyorsunuz.