31 Mayıs 2014 Cumartesi

Notaların

Şarkıları senin için çalıyorum.
Notaların her biri
-Ki keşke ah ben yazsaydım-
Sanki seni vuruyor;
Kimi onaltılık, aceleci,
Kimi dörtlük, tumturaklı,
Nadiren birlik,
Gel dibime der sanki,
Ürkütür...

Murat Dicle

30 Mayıs 2014 Cuma

Ağır gelir

Ağır gelir,
Senin, benim, hepimizin sevdası,
Kahpelerin tuttuğu balta da olsa,
Vurmak ağır gelir,
Bindiğimiz, bindirildiğimiz ağaca...

Murat Dicle

Sıyrıldı güneş

Islanmasın diye kaçan güneş,
Yağmurdan sonra fırsat bulamadı,
Gece bastırdı ay ile birlikte,
Doğamadı ta ki
Gece kaçana
Ay batana dek...

Sıyrıldı şimdi güneş
Yerkürenin çebrerinden.
Yüzüme, yüzümüze ışıldıyor.
Günü aydınlatıyor,
Bize sanki,
Hadi kalkın
Gün aydın oldu, diyor.

Murat Dicle


29 Mayıs 2014 Perşembe

Üşüdüm...

Olanca gücüyle damlalarını fırlatıyor,
Yüzüme, bedenime,
Ta içime içime.
Ve ben balkonda,
Sanki hiç yağmur görmemiş gibi...

Üşüdüm,
Yağmurun ıslattığı bedenimin altında.
Yalnız seyrettim,
Yalnız üşüdüm,
Yalnız ıslandım balkonda.

Üşüdüm, Islandım;
Ayaklarımı terlikten çıkarttım,
Bastım ıslak zemine.
Çıplak ayaklarımdan aktı,
Tüm yalnızlığım.

Hatırlattı bana yağmur;
Ve şimşek ve gürültüsü:
Sevgililerim var ya benim,
Nedir bu yalnızlık üzüntüsü.
Kızım var, o var...

Murat Dicle

Sanalda sabah yazdıkların

Son bir kaç gündür yazdığın o sabah yazıları, günaydınlar var ya; ah onlar ne güzel şeyler öyle... Ne mutlu edici kelimeler: Bir gülücük, geçerken uğradım, demeler, üstüne de günaydın, demek. Güne, senin kelimelerinin, senin gülücüğünle başlamak -ki sanal da olsa ne mutluluk verici. Diliyorum kadın; güne, sesinle, teninle başlamayı, aynı yataktan kalkmayı, birbirimizin gözlerinin içine bakarak, günaydın demeyi, diliyorum.

Günaydın, aşkıma ve bu aşka şahit olan her dosta!..

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Adın var şiirde

Kadın beni seviyor,
Leke gelmesin diyor.
Kalbimdesin bir kere,
Seni aklarım bende;
Adın da var şiirde.

Murat Dicle

Gün aydın ola

Gecemiz geçmiş ola.
Uykumuz şifa ola.
Görülen rüyalara hayrola.
Son kıpırdanış,
Son göz titremesi,
Hayat ola.
Açtık mı gözümüzü?
Hadi öyleyse,
Günümüz aydın ola...
İşimizde bereket,
Yolumuzda ışık,
Başımızda sağlık,
Sevdiklerimiz hep
Yanımızda ola...

Murat Dicle

25 Mayıs 2014 Pazar

Palyaçoların Hayatı

Öyle hikayeler dinledim ki, kendi derdim dediğim şeyleri unuttum gittim... Konuşmak gerçekten insanları rahatlatıyor. Hele ki, hiç tanımadığınız birileriyle sohbet etmek daha etkili oluyor. Aslında başımıza gelen ani olaylar, hiç beklenmedik gelişmeler, bizlerin çocukken TV de veya sinemada izlediğimiz filmlerdeki "hadi canım, olmaz böyle bir şey" dediklerimizden daha başka bir şey değil.

Bizler büyüdüğümüz için daha çok şeyin farkına varır olduk. Büyüdükçe, gençlikte cesurca aldığımız kararların pişmanlığını yaşar olduk. Alınan toy kararların bu güne sızı vermesi bundan sanırım. Herkesin illa böyle anları olmuştur. Benim hayatımda neler olduğu değil, daha çok, "bize neler oluyor böyle?" diye başlamalıyız düşünmeye...

Evet bize neler oluyor?


Toplum yıkılma sürecinin ortasında sanki. Beklentiler yüksek, elde edilenler beklentileri karşılamıyor. Hani Palyaço'yu düşünün: Boya, onun yüzünü güleç gösteriyor, ancak altındaki hüznü kim bilebilir. Bizlerde hep böyle dolaşır olduk, değil mi?

Ve para, sadece sorunların üstünü örter oldu...


Yukarıdaki satırları 2011 senesinin ortalarında yazmıştım. Bugün biri, bu eski yazımı Facebook'ta beğenince, tekrardan okumama vesile oldu. 2011'lerde oldukça asosyal ve oldukça apolitik biriydim. Yeni boşanmıştım, bir sene öncesinde başlayan ve devam eden bir berekesizlikhepbenimleberaber inancı taşımaktaydım. Sağlığım pek iyi değildi, 125kg olmuştum; saçlarım upuzun ve hiç olmadığı kadar uzattığım sakalım vardı... Velhasıl pek de sağlıklı düşünecek durumda da değildim. Ancak tek bir sabit düşüncem vardı: Para her şeydir...

Evliliğin bitmesi, arkadaşlıkların bir bir yitirilmesi, yeni sevgililerin olamaması, anneyi memnun edememek... İnsanın boyu bile daha kısa görünüyor, parasız olduğunda!.. Hepsi paraya bağlı idi. Paraya bağımlı yaşamak, benim gibi, parayı sadece araç olarak kullanan biri için bile oldukça alçakça görünmekteydi. Maskesizdim, makyajsız bir palyaço gibiydim, paraya tamah edenlerin gözlerinde... Mutsuzdum, para ile mutluluğu yakalamışların, parasız olduğum için beni yerip eziyor olmalarından... Güçlüydüm aslında, parasız da mutlu olabiliyordum icabında: Bir şişe su ile saatlerce kızımla gezip keyif aldığım anları hatırlamak bile büyük mutluluk veriyordu bana. Ben, maskesiz, makyajsız bir palyaço...

Oysa, palyaço değil, bir seyirciydim... 1980'lerden itibaren, makyaj(!) için en iyi malzemeler ülkeye girer oldu. Suretimizi boyayarak, bir çok suretler ürettik kendimiz için, daha çok mutlu görünelim diye... Yeni farklı ayakkabılar, yeni farklı elbiseler, yeni farklı kilotlar, çoraplar, kokular, şapkalar, eldivenler, tişörtler, pantolonlar, yiyecekler, içecekler, arabalar, makyaj malzemeleri, saç modelleri, sakallar, bıyıklar, koca memeler, düz karınlar, kalkık popolar, gergin yüzler, şişkin dudaklar, renkli renkli gözler, bembeyaz dişler, ince kaşlar... Boyandıkça boyandık... Parası olan çok daha iyi boyandı, olmayan borç aldı boyandı, borç alamayan, çaldı da boyandı, icabında kendini sattı da boyandı. Öldürüp de boyananlar olmadı mı? Satanlar çoğaldı... Alıp satanlar, vererek satanlar, çalıp satanlar, doğdukları yeri satanlar, arkadaşlarını satanlar, ülkeyi satanlar, karısını satanlar, çocuğunu satanlar, bahçesini, evini, eski kürkünü, bileziklerini, ciğerlerini satanlar... Boyanma merakı ve arzusu, çoğalttıkça çoğalttı satıcıların sayısını. Satmamak anormal bir durum oldu. Boyanarak mutlu gibi görünen Palyaçolar öyle çoğaldı ki, öyle normalleşti ki, boyasız veya tam boyanamamışlara palyaço gibi güler oldular... Çok komiksiniz Palyaçolar!..

Ve böylece, paranın, sorunların üstünü örten, amaç edinilesi bir araç olduğu kanıksandı. Uğrunda, ülkemde onun için ulvi(!) bir mücadele başladı; halk kitleleri kandırıldı, onun için, ondan daha çok elde etmek için, nice insanlar göçük altında kaldı, öldü ve öldürüldü; kurşunla, taşla, sopayla; balkondan aşağıya, emniyetin, karakolun penceresinden aşağıya atılarak öldüler, öldürüldüler; hep daha fazlasını elde etmek için, yan çizdiler, döndüler, görmediler, demediler, duymamazlığa geldiler... Hep, ondan daha fazlasına sahip olmak içindi tüm bunlar... Hep, haftasonu bir duble rakı için, tüm bunlar yaşanmıyormuş gibi yapılarak geçirildi günler... Sosyal medyalarda günah çıkartıldı: en hümanisti, en mevlanacısı, en nazımcısı, en atatürkçüsü, en müslümanı, en güzel cuma günü kutlamacısı, en dindarı, en insancılı, en çok kedi-köpek severi türedi... Bir yandan günah çıkartırken sosyal medyalarda, bir yandan da aynanın karşısında gece için süsleniyor, dudağımızın kenarındaki kanı siliyorduk, kurbanımızdan kalan son delili... Daha fazla para demek, daha güzel boyanmak demekti. Boyandıkça, oldukça mutlu göründük. Hayatın erdemi, OM değil, PARA idi artık... Vahşi Palyaçolar sizi, çok komiksiniz!..

OM...


1997-98 senelerinde piyasaya yeni çıkmış bir ürün vardı, bir muhasebe programı. Bu ürünün bayiliğini almam için, büromun bulunduğu handaki bir muhasebeci benimle irtibata geçti. Programın bayiliğini alırsam, şöyle iyi ederdimişim, böyle iyi ederdimişim... Evet, güzel tasarlanmış, akıllı bir üründü -ki bir yazılımcı olarak bunu görebiliyordum. Fakat, benim daha çok OM kelimesi dikkatimi çekmişti. Firmanın adı OM idi. Ürünün üreticisi sıfatını taşıyan bir kişi bana OM kelimesinin hikayesini anlattı, yalan yanlış aklımda kalanlar şöyle (kısa tutacağım):

Uzakdoğuda (ki hep böyle olur ya) bir bilge, hayatın anlamını anlatır dururmuş insanlara. Sayfalarca, binlerce sayfa tutan bilgiler verirmiş insanlara. Bu bilgiler, kulaktan kulağa, kalemden kaleme, anlatıla gelmiş durmuş. Öyle bir gün gelmiş ki, o binlerce sayfalık, hayatın anlamını anlatan yazı, sadece, OM, olarak yazılır ve söylenir olmuş. OM, denildiğinde, işte o binlerce sayfalık hayatın anlamı akla gelir olmuş hep. Bu iki harflik kelime, OM, hayatı içinde gizlemiş...

Bugün hayat, harfleri "OM"dan çok, ama yine de binlerce sayfadan kısa bir kelimenin içine gizlenmiş: PARA...

Yaşanmış bir kelime değil PARA, OM gibi; üretilmiş bir kelime bu!.. Yapay, insana, doğaya uyumlu olmayan bir şey bu. ŞEY ile ŞEYLER almaya yarayan, ŞEYLERLE mutlu olunan, mutlu gibi, güzelmiş gibi görünmeye yarayan bir ŞEY'in adıdır PARA... HİÇBİR ŞEY olmak ile HER ŞEY olmak arasında ince bir çizgisi olan bir şey, bu para...

Düşünün ki, BİLGİ'den bile değersiz icabında. Kol kaslarınızdan da...

Düşünün ki, 12 şiddetinde deprem olmuş; barajlar yıkılmış, yollar ayrılmış, binalar un ufak olmuş, milyonlarca insan ölmüş... Üretim durmuş, fabrikalar kapanmış... Elektrik yok, su yok, telefon çalışmıyor, ancak bol bol paranız var... Para, bir HİÇ olmak ile HER ŞEY olmak arasında tam da burada, bu anda ifade edilebilir: Kıçınızı silersiniz artık o kağıt parçasıyla!.. Düştü mü maskeleriniz, aktı mı boyalarınız?!

Çırılçıplaksınız... Bir hiçsiniz... Cahilsiniz... Paranız olamasaydı şayet!..

Ben ne anlattım şimdi bu satırlarda?! Belki her şeyi, belki de hiçbir şeyi... Sadece kendime not düştüm, çocuğuma ve sevdiğim kadına... Tesadüf olur ya, okuyor olursanız, not edin bu satırları, anlatın eşe dosta...

Para değil, bilgi erkiniz olsun; emekli olmak için değil, mutlu ölmek için çalışın, yeter, kâfi miktarda... Dandik bir evin sahibi olmak için 20 sene köpekler gibi çalışmayın; 20 sene en güzel evde kirada oturup, mutlu ölün ve ardınızda mutlu yüzler bırakın: Ne mutlu insandı ama, desinler, köpeğin tekiydi, diyemesinler...

Murat Dicle
25.05.2014












24 Mayıs 2014 Cumartesi

Sevindirik Hatıralar



Şimdi damağımda sen varsın...
En lezzetli yerinden öpmüştüm,
Lezzeti kaldı damağımda;
Aşerdim sanki seni:
Tıpkı bir kadın gibi...

Sevişmelerimiz kaldı hatırımda...
En umulmadık anda
Sarılmıştım sana,
Ve tenimde izin var hâlâ;
Kızmıştın ilk önce,
Döverim, demiştin, seni:
Tıpkı bir erkek gibi...

İçtiğimiz biralar soğuktu...
Yudum yudum akarken
Biralar gırtlağımızdan,
Damla damla dökülmüştü
Gözyaşlarımız yanaklarımızdan;
Anılar hatırlandıkça,
Ağlatmıştı ikimizi:
Tıpkı iki çocuk gibi...

Yolumuz uzundu ve geceydi...
Kalçam kalçana değmişti,
Dolmuşta en önde,
Evine giderken eşilik ettiğimde.
İçim kaynadı,
Yüreğim kabardı;
Omzuna kolumu atmak istedim,
Hiç bırakma, demekti niyetim;
Sindim, çünkü azarladın beni:
Tıpkı suçlu bir çocuk gibi...

Şimdi bu hatıralar
Tebessüm ettiriyor bana.
Velhasıl,
Sen gerçek,
Ben gerçek,
Aşkımız gerçek;
Korkmamak gerek,
Gelecek, gelecek,
En mutlu günler
Bizim için gelecek.
Ama önce sen gelecek,
Ben seni öpecek...

Murat Dicle

Ellerim Seni Çiziyor

Oysa ki sevgilim sen,
Aklımda fırtınalar kopartıyorsun...
Aramadığında,
Yazmadığında,
Tüm bunlar biriktiğinde;
Çalkantılı dalgalar halinde,
Aklımın bir ucundan,
Öteki ucuna kadar
Vuruyorlar bir bir
Acımasızca:
Fikrim oluyor,
Dilime vuruyor,
Zikrim oluyorsun aniden...

Ve dilim yetmiyor,
Ellerim seni çiziyor:
Her bir harften
"Sen" yapmak isterken,
Uzun uzun şiirler çıkıyor ellerimden...

Murat Dicle

23 Mayıs 2014 Cuma

Bir 1 Daha Eklenmesin

1 biz ölmedik.
300 öldük.
1 daha öldük.
Üstüne 1 kez daha öldük.
Yatacağız, kalkacağız;
1 kez daha öldük mü,
Bakacağız?!

Gece sarsın,
1'er kez daha ölenlerin ailelerini,
Sevenlerini.
Bu gece iyi olsun bari,
1 kez daha kötü haber gelmesin.

N'olur, bir 1 daha eklenmesin!..

Murat Dicle

22 Mayıs 2014 Perşembe

Sana seslenen

Düşün ki
Bir dağın eteklerinde,
Evinin bahçesindesin.

Düşün ki
Bahçede çiçeklerin,
Meyve veren ağaçların var.

Düşün ki
Ağaçlardan kopardığın meyvelerdir,
En güzel reçellerinin malzemesi.

Düşün ki
Sofranı süsler,
Bahçenin çiçekleri.

Düşün ki
Biri sana seslenir kapıdan,
Ben geldim, diye...

Ve düşün ki,
O seslenen benim,
Sen mutlu ol diye,
Ekmek getiren...

Murat Dicle

BEN'SEN

Sen, diye başlıyor hep şiirlerim,
Farkında mısın?
Ben, diyemiyorum,
Sen, bende var olduğundan beri...

Sen, ilk günden mahallelim;
Sen, ilk günden çocukluğum;
Sen ilk günden dostum gibi:
Kaybedilmeyecek kadar değerli...

Ve yine sen,
Hep sen,
Ve hep sev'sen,
Eğer sen, ben'sen...

Murat Dicle

Düşünür kadın

Kara saçları kızıla çalmış,
Bu yaşında sevdaya bulanmış.
Ürküyor yeni gelin gibi,
Der durur:
Ah ben ne edeyim,
Nerelere gideyim?

Düşünür kadın, düşünür...
Evlat telaş eder mi
Ki geleceğini etkiler mi?
Ölen geri gelmez amma
Acep bir şey der mi?
Kadınım,
Arzularım var benim;
Velakin Hak reva görür mü,
Ki bir buse versem,
Sevdiğimi sevindirsem?

Düşünür kadın, düşünür...

Murat Dicle

Unutamıyorum, çünkü...

Kısık kısık gülen gözlerin,
Sinsi sinsi düşer düşüme.
Bu yüzden unutamıyorum;
Çünkü seni seviyorum...

Murat Dicle

Zengin Kadın!

Zenginliğindir beni sana çeken...
Zenginliğin;
O güzel yüzün,
Yumuşak yanağın,
Çınlatan kahkahan,
Sen bilirsin deyişlerin,
Of çekişlerin,
Dudaklarını büzüp,
Hayır deyişlerin,
Kafamı bozma
Döverim seni,
Deyişlerin,
Hayır ben istemiyorum,
Derken ki sinirlenişin,
Çocuklarını sevişin,
Beni sevdiğin halde
Söyleyemeyişin,
Kıvranışın,
Ben de sana boş değilim,
Derken ki mahçubiyetin,
İşte böyle dostum, dediğinde,
Yüzünün aldığı ifadendir,
Zenginliğin...

Sen gibi,
Zengin kadın severim ben!

Murat Dicle
22.05.2014

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Terk eden erkekler üstüne...

Erkek tavında dövülür, boş bırakmaya gelmez. Karakteridir erkeğin: ilgi olan yere göçer ve bırakır ilgisizi... Ancak sanmayın ki tahammülsüzdür; o, bekler, bekler değişmenizi. Söylemez ama niye değişmeniz gerektiğini. Bütün erkekler böyledir, demek, kurtuluş değildir, kadın için. Karakterini biliyorsun madem, niye ilgini eksik ettin, ihtiyacı varken sana niye ittin?! O beni nasılsa seviyor, derken, toplumda onu niye rencide ettin? Terk ettiyse şimdi seni, suçlusu, hep o mu sence? Erkek, gerçekten güzel kadının peşinden mi koşar, yoksa aradığı sadece eli yüzü düzgün bir huzur muydu? Bunları bir düşün, kendini de sorgula. Güzelliğin için harcadığın zamanın yarısı bile yeter, bu soruların cevabını bulman için. Erkek dışı güzel kadınla sevişmek, içi güzel kadınla da bir ömür sürmek ister. Sen güzel misin, güzel mi doğdun? Ne mutlu sana öylese, şayet için de güzel ise...

Murat Dicle

Geçmişi unut

Dürüst olabilir mi insan sonsuza değin?
Sonsuz yaklaşmışsa şayet bedenine,
Ruhun, yaşar mı daha öteye, bilinmezken,
Dürüst olabilir misin, az sonra ölecekken?

Allah'ım günahlarımı affet, derken,
Dürüst müsün gerçekten?
Allah bilir...

Peki ya...
Dürüst müsün, kula, kurda, kuşa?
Dönüp düşünür müsün,
Sık sık geçmişi irdeler,
Ben ne günahlar işlemişim,
Ne için af dileyeceğim,
Der misin?

Kırıldıkların sık aklına gelir de,
Kırdıkların gelir mi aklına?
Gelmez mi?
Vah, öyleyse sana,
Vah ki, ne vah...

Geçmişi unut!
Seni kıranları unut...
Kırdıklarını unutma ama!
Unutma ki,
Kırma kimseyi bir daha.

- Murat Dicle

18 Mart

Bu 18 Mart'ta da, Çanakkale Şehitlerini en içten dileklerimizle anıyoruz. "En içten dileklerimizle(!)" Buna inanıyor muyuz?

Biz rahatız şimdi ve iyiyiz. Keyfimize göre gülüyor, keyfimize göre üzülüyoruz. Ekmeğin az pişmiş tarafını kesip çöpe bile atabiliyoruz. Dünden kalmış yemekleri yememek için burun kıvırıyoruz. Rahatız, dedim ya...

Peki ya siz, şehitler? "Rahat uyuyun" desek de, bu yaşananları gördükçe, gerçekten de rahat mısınız yerinizde? Rahatımız batıyor değil mi? Ve hatta doğrusu, acıtıyor! Kalkıp gelmek, ağıza alınmayacak sözler söylemek istiyorsunuz. Ama olmuyor değil mi? Gelinemiyor "ha" diyince oradan. Aslında gelmeyin, size emredilen "ölüm" dahi bizi bu karanlıktan kurtaramazken; tekrar dirilişiniz, gözyaşlarınızla torunlarınıza sövmekten öte olmayacaktır.

Biz şimdi yaşıyorken aslında,
sizinle yatıyor onurumuz;
koyun koyuna.

Yürüyen bedenleriz biz artık,
kimlikli ama adsız.
Mezarınızı da sattık,
Sizler artık masalsınız.

Biliyor musunuz? Biz hiç ölmeyecek gibi yaşıyoruz, fütursuzca! Nasıl doğabilmiş olduğumuzda umrumuzda değil artık. Mutlu değiliz artık: Türk'üz demekten. Dedirtmiyorlar! Çaldılar anıları, tarihleri ve geçmişleri sayfalardan. Uğrunda öldüğünüz bu vatan topraklarında cirit atıyoruz artık, altında bilmem kim yattı bize ne! Böyle diyorlar ve dedirttiriyorlar bize, en doğrusu buymuşcasına. Ve siliyorlar tek tek sayfalardan silüetleri. Adam, hani eskiden derdik ya "Atam", unutturuluyor. Silikleşiyor silüetleri hafızalardan. Onu unutursak eğer, sizi mi unutmayacağız?

Unutuldunuz zaten!
Gerçekten!
Ülke satılıyorken,
Sırıttılar geçmişe, "evet" derken!
Henüz, iki kişiden biriyken,
Korkuyoruz değiştirilmekten.
Siz orada yatıyorken,
Ve biz, iki kişiden biriyken;
Utanıyoruz yaşarken...
Ki ölmekten!..
Siz biner biner ölürken,
Ve siz hala orada yatıyorken,
Ve biz hala sizi kutluyorken,
Ülke satılıyor dörder dörder; harbiden!

Murat Dicle
(18.3.2012'de yazılmıştır)

18 Mayıs 2014 Pazar

Güle güle

Yalnızsam, çok sevdiğimdendir,
Yüksünmeden yüklendiğimden,
Özümsediğimdendir...

Sorarım sana:
Sana sarılmamın suçlusu muyum?
Sevişmemin,
Dudaklarından öpmemin?
Tek suçlu ben miyim,
Seni çok sevmemin?

Acımasızsın sen!
Gönlüm altında bıraktın beni;
Tek,
Yalnız,
Çaresiz
Ve sensiz!...

Peki güle güle...
Sen iyisin,
Ben ise kötü.
Güle güle.
Tek suçlu ben,
İstismar edilen sen!
Aptalca seven...

Murat Dicle
18.05.2014

16 Mayıs 2014 Cuma

Aşığım

Dinledim bu şarkıyı. Ancak hayat devam ediyor. Acı çekmiş olmak demek, bir daha acı çekmemek adına, güzel günleri elinin tersiyle itmek olmamalı! Sen topraksan, ben tohumum... Ekin veremediysek, rüzgardandı, sudandı, havadandı; suçumuz, toprak ve tohum olmak değildi... Yaşıyoruz hâlâ ve bu hayatı sonuna kadar da yaşamalıyız... Toprak ana olmaktan vazgeçme, al, göm beni içine, yeşert. İhtiyacımız var bereketli hasat günlerine, ihtiyaçları var çocuklarımızın, öylesine güzel ürünlere...



(SOMA affet, aşığım...)

13 Mayıs 2014 Salı

Yağmur

Gök gürlemiyor bence, küfrediyor;
Sanki, çıkarlarına yaraşmayan ölümleri görmezden gelenlere...
Yağmur yağmıyor bence, tükürüyor;
Sanki, kendine tanrısal atıflarda bulunanların yüzlerine...
Toprak ıslanmıyor bence, temizleniyor;
Sanki, yeni tohumlar ekelim
Ki her şeye yeniden başlayalım diye...

- murat dicle

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Hep gel

Pazar günü, ömrümce unuttuğum, ve hatta hiç yaşamadığım şeyleri yaşattığın ve hatırlattığın için çok teşekkür ederim sana. Elini tutmak ödülümdür, derken, seni öpebilmek bir ütopyanın gerçekleşmesi gibiydi benim için. Pazartesi, yani bugün, yüreğim öyle çırpındı ki göğsümde, yerinden çıkacak sandım; çıkacak, sana koşacak ve kalpsiz, ve öylece olduğum yere yığılıp öleceğim sandım, bir kere daha elini tutamadan. Gelmem, deme daha, gel yine, özlerim ben seni; gelmezsen eğer, göğsüm dar gelir, seni seven bu kalbime. Hep gel, hep gel, ve hiç gitme...

- Murat Dicle

Koku


Mis kokulu sevgilim;
Sarıldığım,
Teninde cenneti kokladığım...
Gözlerinde kararsızlığı,
Sözlerinde anlamsızlığı okuduğum.
Sesinde kendimi bulduğum,
Geldiğinde sarhoş olduğum;
Sevgilim...
Ömürlüğüm dediğim,
Geleceğimi bahşettiğim,
Çocukluğumu hatırlatan,
Bana çocukluğunu veren,
Dostum, diyen,
Hâlâ, yârimsin, diyemeyen sevgilim;
Kadınım,
Geleceğim,
Söz seni mutlu edeceğim!

- Murat Dicle

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Pek menfi sözler!

Tuşların arasından kendim için, içinde bulunduğum durum için en iyi kelimeleri çıkartmaya çalışıyorum. Bilmem hatırlar mısınız, siz de yaşadınız mı? Babanın çocuğuna, altı kere sekiz? sorusunun cevabını geçiktirmek için, çocuğun, altı kere sekiz mi? demesi gibi, anı geçiştiren, boş boş kelimeler yazıyorum, farkındaysanız. Boş olan, illa dolar... Doldurmaya çalışacağım. Dolduramayacağım ise, kendi yerim olacak. Yerimi dolduracak bir ben daha bulabilir miyim bu hayatta bilemiyorum. Bittim sanki ben. Vaktiyle kendimi, ben ile öyle tıka basa doldurdum ki, kendime yer kalmadı kendimde. Daraldım...

Zoraki özür dilemekten, korkudan özür dilemekten, incinmesin diye özür dilemekten de bıktım. Bıktım artık sebepsiz yere, haketmediğim özürlerden. Benden de özür dilensin, menfaat dilenmesin artık... Menfaatları için verebilceğim menfi de olsa hiç bir şeyim kalmadı. Dilenmesinler, dilesinler. Kendimdeki ben'i boşaltığım bu anlarda, kendimi yine, ben ile doldurmaya mecbur etmesinler. Boşalıyorum... kendime yer açıyorum; susuyorsam, ezik, yapamazmış gibi görünüyorsam, işte bundan. Bilen, susmayacağımı, bilen, yapamamazlık etmeyeceğimi bilir. Sen de bilenlerden ol, beni değil, kendimi bil önce...

Zerdüşt geldi şimdi aklıma: İnsan, hayvan ile üstinsan arasında köprüdür, demişti,  yılanı ve kartalı ile on yıl boyunca inzivaya çekildiği mağarasından çıktıktan sonra. Bahsi geçen üstinsan olabilmek ne mutlu şey öyle; olabilene... Oysa Niçe, hep olamadığı, olmaya imrendiği şeyler için öğütler verdi, Zerdüşt'ü ile. Bir nevî, imamın dediğini yap, yaptığını yapma, demeye gelmez mi bu? Hayatına baksak Niçe'nin, ne acılarla dolu... Oysa, öğütlerine uygun yaşasaydı, acı ondan uzak durmaz mıydı hiç? Niçe hayvan-insan-üstinsan üçgeni arasına düşmüş bir varlık olarak öldü gitti bu dünyadan. İşte göremediği buydu: Şeytan Üçgeni...

İşte benim düştüğüm yer de tam burası; Şeytan Üçgeni... Ömrümün Araf'ında kaldım, kendimi, benden sıyırırken. Bu bir süreç... Sonu üstinsana ya varır, ya da olan tüm aklımı yitirerek, deliliğin dibine vurup, çıldırarak ölüp giderim, tamamlayamadığım bu dünyadan. Çıldırtmayın beni! Size, sevgi ve saygı sunuyorum; çıldırtmayın beni, n'olur?!

Büyük mutluluklar, büyük acıların yanı başındadır. Acı nedir, nereden gelir peki? Senden gelir kardeşim, senden!.. Senin iyin, benim acım olabilir, senin iyine alışamamış ben için. İyi ol, ancak kendin için değil, tümün hayrına ol, olacaksan iyi. Televizyon açık, bir şarkı var, yeni evime taşındığım günden beri takıldığım müzik kanalında hemen hergün dinlediğim:
Beni götür ama yaralarım geçsin,
Geri getir ama seninle iyileşsin!
Beni götür ama yaralarım geçsin,
Geri getir ama seninle...
Şarkı bu; şu anki düşüncelerime pek uygun. Ben, sen olmadıktan sonra, neyim? Bir hiç... sen, ben olmadıktan sonra olacağın gibi. Yani kardeşim, çıldırtma beni. Yokluğum yanına kâr kalmayacak, ararsın bir gün...

Murat Dicle
7.5.2014

4 Mayıs 2014 Pazar

Söylenecek söz

Her insana söylenecek bir söz mutlaka vardır. Ve bir gün, öyle bir laf edeceğim ki, dünya bile bir an durup şöyle diyecek: Bu, bende mi doğdu, ve bende yaşıyor hâlâ? Ne mutlu öylese... Diyecek ve mükemmel bir devinim ile dönecek yeniden. Dönerken savuracak bizleri; kimimizi göğe, kimimizi yere. Ayrışacağız, tıpkı milyarlarca yıl önce, ayrışıkken olduğumuz gibi. Patlama? Olmayacak. Öteki, berikine şöyle diyecek: Ah, ne sözmüş ama. Beriki, peki söz neymiş? Öteki, sev, sev, sev...

- Murat Dicle

Eller yukarı

Bunu yapmak istemezdim;
Silahı gönlüne tutmak,
Zorla beni sevmeni
Hiç istemezdim,
Düşünemezdim bile,
Şu ana kadar...

Zorladın beni!
Şimdi ellerini kaldır,
Usulca gönlünü aç:
Seveceksin beni,
Benim seni sevdiğim gibi.
Mecbursun,
Ölürüm yoksa hemen şimdi.
İstemezsin değil mi, ölmemi?

- Murat Dicle

Göç eden üstüne

Sen gittin, gitme demiştim, dediydik...
Gittin, bizi bıraktın, başka diyara göç ettin.
Terk ettin beni, istemeden...
İstememiştik, gitmeni dilememiştik.
Yapayalnız kaldım, kaldık, sensiziz şimdi.
Hatıran var bende,
Dokunamıyorum hiçbir tene.

Biri var belki;
Seviyor muyum, afaki,
Seviyor mu, hakiki...
İnanıyorum;
Ben afaki,
O hakiki...
Olur mu peki?
Göç eden sana sormak gerek,
Bilirsin belki...

- Murat Dicle

1 Mayıs 2014 Perşembe

BİR İDAM MAHKÛMUNUN SON GÜNÜ, Victor Hugo

BİR İDAM MAHKÛMUNUN SON GÜNÜ, Victor Hugo
BİR İDAM MAHKÛMUNUN
SON GÜNÜ

Victor Hugo
Ne denilebilir ki idamına bir kaç saat kalmış biri için, ne denilebilir?! Hangi söz, mahkûm için teselli olabilir? Üç yaşındaki -ki bir yıldır göremediği- çocuğunun onu tanıyamaması, son vedasında, ne acı, ne talihsizdir, bilir misiniz? Bilemez misiniz? Öyleyse bu çok az sayfalı, çok kahredici romanı okuyun derim. Okuyun ki idamın dehşetini yaşayın.

Hak etmiş ya da etmemiş, biz karışmamalıyız kişinin ölüm hükmü üstünde. Eğer yaradana inanıyorsak, onun verdiği canı, ancak o alır diyorsak, idam, bizim hükmümüzün dışında olmalı. İnsan hükmüne bağlı olmamalı. Ceza haktır, ancak ölüm bir ceza mıdır?!

Yazar, ölüm cezalarının pespayeliği üstüne eğiliyor. Cezanın ölüm ile neticelendirilmesinin değil, daha insancıl cezaların yürürlüğe girmesini diliyor, bu romanıyla. Zaten, romanın yayımlandığı dönemde, eleştri oklarını üstüne çekmiştir Victor Hugo.

Okumayanların okumasını diliyorum.

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.