25 Mayıs 2014 Pazar

Palyaçoların Hayatı

Öyle hikayeler dinledim ki, kendi derdim dediğim şeyleri unuttum gittim... Konuşmak gerçekten insanları rahatlatıyor. Hele ki, hiç tanımadığınız birileriyle sohbet etmek daha etkili oluyor. Aslında başımıza gelen ani olaylar, hiç beklenmedik gelişmeler, bizlerin çocukken TV de veya sinemada izlediğimiz filmlerdeki "hadi canım, olmaz böyle bir şey" dediklerimizden daha başka bir şey değil.

Bizler büyüdüğümüz için daha çok şeyin farkına varır olduk. Büyüdükçe, gençlikte cesurca aldığımız kararların pişmanlığını yaşar olduk. Alınan toy kararların bu güne sızı vermesi bundan sanırım. Herkesin illa böyle anları olmuştur. Benim hayatımda neler olduğu değil, daha çok, "bize neler oluyor böyle?" diye başlamalıyız düşünmeye...

Evet bize neler oluyor?


Toplum yıkılma sürecinin ortasında sanki. Beklentiler yüksek, elde edilenler beklentileri karşılamıyor. Hani Palyaço'yu düşünün: Boya, onun yüzünü güleç gösteriyor, ancak altındaki hüznü kim bilebilir. Bizlerde hep böyle dolaşır olduk, değil mi?

Ve para, sadece sorunların üstünü örter oldu...


Yukarıdaki satırları 2011 senesinin ortalarında yazmıştım. Bugün biri, bu eski yazımı Facebook'ta beğenince, tekrardan okumama vesile oldu. 2011'lerde oldukça asosyal ve oldukça apolitik biriydim. Yeni boşanmıştım, bir sene öncesinde başlayan ve devam eden bir berekesizlikhepbenimleberaber inancı taşımaktaydım. Sağlığım pek iyi değildi, 125kg olmuştum; saçlarım upuzun ve hiç olmadığı kadar uzattığım sakalım vardı... Velhasıl pek de sağlıklı düşünecek durumda da değildim. Ancak tek bir sabit düşüncem vardı: Para her şeydir...

Evliliğin bitmesi, arkadaşlıkların bir bir yitirilmesi, yeni sevgililerin olamaması, anneyi memnun edememek... İnsanın boyu bile daha kısa görünüyor, parasız olduğunda!.. Hepsi paraya bağlı idi. Paraya bağımlı yaşamak, benim gibi, parayı sadece araç olarak kullanan biri için bile oldukça alçakça görünmekteydi. Maskesizdim, makyajsız bir palyaço gibiydim, paraya tamah edenlerin gözlerinde... Mutsuzdum, para ile mutluluğu yakalamışların, parasız olduğum için beni yerip eziyor olmalarından... Güçlüydüm aslında, parasız da mutlu olabiliyordum icabında: Bir şişe su ile saatlerce kızımla gezip keyif aldığım anları hatırlamak bile büyük mutluluk veriyordu bana. Ben, maskesiz, makyajsız bir palyaço...

Oysa, palyaço değil, bir seyirciydim... 1980'lerden itibaren, makyaj(!) için en iyi malzemeler ülkeye girer oldu. Suretimizi boyayarak, bir çok suretler ürettik kendimiz için, daha çok mutlu görünelim diye... Yeni farklı ayakkabılar, yeni farklı elbiseler, yeni farklı kilotlar, çoraplar, kokular, şapkalar, eldivenler, tişörtler, pantolonlar, yiyecekler, içecekler, arabalar, makyaj malzemeleri, saç modelleri, sakallar, bıyıklar, koca memeler, düz karınlar, kalkık popolar, gergin yüzler, şişkin dudaklar, renkli renkli gözler, bembeyaz dişler, ince kaşlar... Boyandıkça boyandık... Parası olan çok daha iyi boyandı, olmayan borç aldı boyandı, borç alamayan, çaldı da boyandı, icabında kendini sattı da boyandı. Öldürüp de boyananlar olmadı mı? Satanlar çoğaldı... Alıp satanlar, vererek satanlar, çalıp satanlar, doğdukları yeri satanlar, arkadaşlarını satanlar, ülkeyi satanlar, karısını satanlar, çocuğunu satanlar, bahçesini, evini, eski kürkünü, bileziklerini, ciğerlerini satanlar... Boyanma merakı ve arzusu, çoğalttıkça çoğalttı satıcıların sayısını. Satmamak anormal bir durum oldu. Boyanarak mutlu gibi görünen Palyaçolar öyle çoğaldı ki, öyle normalleşti ki, boyasız veya tam boyanamamışlara palyaço gibi güler oldular... Çok komiksiniz Palyaçolar!..

Ve böylece, paranın, sorunların üstünü örten, amaç edinilesi bir araç olduğu kanıksandı. Uğrunda, ülkemde onun için ulvi(!) bir mücadele başladı; halk kitleleri kandırıldı, onun için, ondan daha çok elde etmek için, nice insanlar göçük altında kaldı, öldü ve öldürüldü; kurşunla, taşla, sopayla; balkondan aşağıya, emniyetin, karakolun penceresinden aşağıya atılarak öldüler, öldürüldüler; hep daha fazlasını elde etmek için, yan çizdiler, döndüler, görmediler, demediler, duymamazlığa geldiler... Hep, ondan daha fazlasına sahip olmak içindi tüm bunlar... Hep, haftasonu bir duble rakı için, tüm bunlar yaşanmıyormuş gibi yapılarak geçirildi günler... Sosyal medyalarda günah çıkartıldı: en hümanisti, en mevlanacısı, en nazımcısı, en atatürkçüsü, en müslümanı, en güzel cuma günü kutlamacısı, en dindarı, en insancılı, en çok kedi-köpek severi türedi... Bir yandan günah çıkartırken sosyal medyalarda, bir yandan da aynanın karşısında gece için süsleniyor, dudağımızın kenarındaki kanı siliyorduk, kurbanımızdan kalan son delili... Daha fazla para demek, daha güzel boyanmak demekti. Boyandıkça, oldukça mutlu göründük. Hayatın erdemi, OM değil, PARA idi artık... Vahşi Palyaçolar sizi, çok komiksiniz!..

OM...


1997-98 senelerinde piyasaya yeni çıkmış bir ürün vardı, bir muhasebe programı. Bu ürünün bayiliğini almam için, büromun bulunduğu handaki bir muhasebeci benimle irtibata geçti. Programın bayiliğini alırsam, şöyle iyi ederdimişim, böyle iyi ederdimişim... Evet, güzel tasarlanmış, akıllı bir üründü -ki bir yazılımcı olarak bunu görebiliyordum. Fakat, benim daha çok OM kelimesi dikkatimi çekmişti. Firmanın adı OM idi. Ürünün üreticisi sıfatını taşıyan bir kişi bana OM kelimesinin hikayesini anlattı, yalan yanlış aklımda kalanlar şöyle (kısa tutacağım):

Uzakdoğuda (ki hep böyle olur ya) bir bilge, hayatın anlamını anlatır dururmuş insanlara. Sayfalarca, binlerce sayfa tutan bilgiler verirmiş insanlara. Bu bilgiler, kulaktan kulağa, kalemden kaleme, anlatıla gelmiş durmuş. Öyle bir gün gelmiş ki, o binlerce sayfalık, hayatın anlamını anlatan yazı, sadece, OM, olarak yazılır ve söylenir olmuş. OM, denildiğinde, işte o binlerce sayfalık hayatın anlamı akla gelir olmuş hep. Bu iki harflik kelime, OM, hayatı içinde gizlemiş...

Bugün hayat, harfleri "OM"dan çok, ama yine de binlerce sayfadan kısa bir kelimenin içine gizlenmiş: PARA...

Yaşanmış bir kelime değil PARA, OM gibi; üretilmiş bir kelime bu!.. Yapay, insana, doğaya uyumlu olmayan bir şey bu. ŞEY ile ŞEYLER almaya yarayan, ŞEYLERLE mutlu olunan, mutlu gibi, güzelmiş gibi görünmeye yarayan bir ŞEY'in adıdır PARA... HİÇBİR ŞEY olmak ile HER ŞEY olmak arasında ince bir çizgisi olan bir şey, bu para...

Düşünün ki, BİLGİ'den bile değersiz icabında. Kol kaslarınızdan da...

Düşünün ki, 12 şiddetinde deprem olmuş; barajlar yıkılmış, yollar ayrılmış, binalar un ufak olmuş, milyonlarca insan ölmüş... Üretim durmuş, fabrikalar kapanmış... Elektrik yok, su yok, telefon çalışmıyor, ancak bol bol paranız var... Para, bir HİÇ olmak ile HER ŞEY olmak arasında tam da burada, bu anda ifade edilebilir: Kıçınızı silersiniz artık o kağıt parçasıyla!.. Düştü mü maskeleriniz, aktı mı boyalarınız?!

Çırılçıplaksınız... Bir hiçsiniz... Cahilsiniz... Paranız olamasaydı şayet!..

Ben ne anlattım şimdi bu satırlarda?! Belki her şeyi, belki de hiçbir şeyi... Sadece kendime not düştüm, çocuğuma ve sevdiğim kadına... Tesadüf olur ya, okuyor olursanız, not edin bu satırları, anlatın eşe dosta...

Para değil, bilgi erkiniz olsun; emekli olmak için değil, mutlu ölmek için çalışın, yeter, kâfi miktarda... Dandik bir evin sahibi olmak için 20 sene köpekler gibi çalışmayın; 20 sene en güzel evde kirada oturup, mutlu ölün ve ardınızda mutlu yüzler bırakın: Ne mutlu insandı ama, desinler, köpeğin tekiydi, diyemesinler...

Murat Dicle
25.05.2014












Hiç yorum yok: