21 Şubat 2018 Çarşamba

Bunlar hep saykolacıkıl


İnsan tanımlayamadığı, dahası ilk kez yaşadığı duygu/düşünceler karşısında sessizleşir, içine kapanır. Daha güçsüz –hadi biz buna daha duyarlı diyelim– kişiler derin bir psikoza girer. Kendini gerçekliğin içerisinde bulamaz, usu sürekli yanılsamalar üretir. Ruh değildir böyle durumlarda sapıtan, beyindir; usumuz, belleğimiz...

Kişinin entelektüel bakış açısına göre, böylesi durumlarda kişi, bir takım çözümlerin izini sürer. Bilgisizliğin, dahası bilgiye karşı direncin yeğinleştiği kişilerde, çözümden önce sonuç ortaya atılır: “Bana cin musallat oldu”, “Bu Tanrı’dan gelen bir ceza”... Oysa Tanrı, bize ne iyilik yapar ne de kötülük; iyiyi de kötüyü de biz yaratırız.

"Aklı Başında" bir arkadaşa mı danışılmalı?


Aklı başında bir arkadaşa danışma düşüncesinden önce, sizin, kendinizde, o danışmayı düşündüğünüz arkadaşınızın gerçek anlamda “aklı başındalığını” onaylayabilecek bir usa sahip olduğunuzdan kuşku duymamalısınız. Doğrusunu söylemek gerekirse bu bir çıkmazdır...

Gerçek anlamda usu başında, entelektüel kişiliği su götürmez arkadaşınız, sizin ivedilikle yetkin bir doktora gitmenizi önerecektir. Gelgelelim, bu gerçekliği toplumumuzda sık göremeyiz. Psikologdan daha çok, cinciler, hocalar, spiritüal kişiler, astrologlar, muskalar, ay, gökyüzü, dağlar, taşlar, hayvan öldürmeler vb. düşünceler daha uygun görülür.

Bir psikologa gitmenin doğru, ancak “ben deli değilim” düşüncesi içerisinde olanlarımız da var. Kuşkusuz, bu büyük bir yanılgıdır.

Ruhsal ya da kimyasal bir problem var ortada: Beynin, bir nedenle, beklenen biyolojik işleyişini engelleyen kimyasal eksiklikler ya da usun başa çıkamadığı kişisel sorunlardır. Bunlar hem usun kararsız duruma düşmesine hem de bedensel kimyasalların üretiminde aksaklıklara neden olur/olabilir.

Öncelikle sorunu iyi anlamak, iyi irdelemek gerek. Doktor, ister siz olun, ister bir profesyonel olsun, ilk önce sorunun ne olduğu tespit edilmeli; soyut durumdaki sorun somuta indirgenmelidir.

Bendeniz, bu konuların küçük adamı, böylesi durumlarda, sizlerin tıbba güvenmenizi salık veririm. İvedilikle bir psikologa gidin. Buna ek olarak, sorunu, somuta nasıl indirgersiniz ona odaklanın...

Sorunu somuta indirmekle, onu üç boyutuyla inceleyebileceğiniz duruma gelecektir. Böylece nerede yanlış var daha iyi anlayabileceksiniz. Anladığınızda ise sonuca ivedilikle ulaşacaksınız.

Benim koca-karı önerim şu olacak: Bol bol okuyun, sık sık yazın...


Sıkıla sıkıla da olsa kitap (özellikle roman) okuyun. Öyle günümüz yazarlarını değil, klasiklere girmiş yazarların kitaplarını okuyun. Yüz sene, iki yüz sene, dört yüz sene önceye gidin. Günümüz romanlarından uzak durun, çünkü kapitalizm edebiyat dünyasını da değiştirdi. Artık herkes, üç beş kuruşa kitabını bastırabiliyor. İşin ustası olmayanlarca yazılan öyküler sizi büyük bir yanılsama içinde bırakabilir.

Dostoyevski okuyun, inat edin, sıkılsanız da okuyun. Örneğin, ilk başta “Kumarbaz” adlı eserini okuyun. Okuması daha yeğnidir. Böylece Dostoyevski’yle tanışın. Sonra, kesinlikle “Suç ve Ceza”, “Karamazov Kardeşler”, “Yeraltından Notlar”, kitaplarını da okuyun. “Öteki” adlı eserini okuyun. Bunları birer ilaç olarak düşünün.
Daha kolay okunabilen, ancak size verdiği çok olan, Maksim Gorki'nin “Çocukluğum”, “Ekmeğimi Kazanırken”, “Benim Üniversitelerim” üçlemesini okuyun.

Ta Kafka'ya kadar gidin; boğulun orada, kaybolun. Neden anlayamıyorum dedikçe başa dönüp tekrar tekrar okuyun.

“Anna Karerina”, “Nana”, “Madam Bovary” okuyun; “Germinal”, “Sefiller”, “Savaş ve Barış”

Okuduğunuz denli de yazın: İyi, güzel, kötü, çirkin...


Yazın; şiir, aforizma, makale, deneme, dahası oturun bir öykü yazın. Bunları paylaşın. Kimse beğenmese de “çok kötü" dese de yazın. Utanmadan yazın…

Bir süre sonra ayrımsayacaksınız; psikolojik sorununuzu somut duruma getirmiş, dahası onu kolayca irdeleyebiliyorsunuz…

Bunlar benim koca-karı düşüncelerimdir. Yaşadıklarımdan yola çıkıp sizin de gereksinim duyacağınızı umarak yazdım.

Sevgiler...
Murat Dicle
28.05.2016

Hiç yorum yok: