Bir kahvehanede seni düşünürüyorum,
Elimde sensiz yudumladığım kahvem;
Şekersiz ve acı geliyor bana,
Damağımdan gırtlağıma...
Zorluyorum kenidimi,
Senin bana verdiğin yüreği
Nerede bıraktım diye.
Nerde bu, diye diye,
Kaldım kendi içimde,
Döndüm deliye.
Sevmez olaydım seni,
Ey kedi cinsi;
Tüyleri başında,
Okşanası sevgili.
Murat Dicle
23.12.2013
23 Aralık 2013 Pazartesi
Kardeşimsin!
Ana dilin ne olursa olsun, nereden geliyor olursan ol, yaşa bu ülkede. Sana Türk diyecekler, desinler. Yadırgama bu ismi. Gücünü hisset ve bir şemsiye gibi tepende dursun, yağmurlardan, nağmertlerden, kan emicilerden korusun seni. Gücün olsun bu isim; utanma, bu adın, adın ile anılmasından. Yok etmeyecek bu isim senin geldiğin yeri, doğduğun yeri, ananı, babanı hiçe saydırmayacak, seni geleceğe taşıyacak bir isim bu. Bir marka, bir ulus simgesinin sesidir bu: Türk…
Türk olmaktan korkma, Ne mutlu Türk’üm, diyenden de… İşte bunlar halk! Senin halkın, bizim birlikte oluşturduğumuz, yüce Türk halkı bu. Senin, benim, yani hepimizin adıdır bu: Türk halkı…
Ama kork! Cahilden kork, seni yöneten çıkarcılardan kork, seninleymiş gibi olan vatan hainlerinden kork, seni, benden ayırandan kork. Kardeşimsin, kardeşiz seninle bu aynı isim altında, aynı şemsiyenin altında yaşıyoruz bu topraklarda…
Bu ismin sana, bana ve o hainlere verdiği özgürlük ile seni benden ayırmaya çalışanların, seni ve beni sonsuza dek ayırmaya çalışmalarının farkında değil misin, kardeşim? Seninle biz, kolkola aynı parkta direnmedik mi, akıtmadılar mı kanımızı aynı çimenlerin üstüne? Kırmızı, kıpkırmızı, bayrağımız gibi, o sıvının her yere sıçrayışını nasıl unutabilirsin? Unutturmalarına nasıl müsade edebiliriz?
Kardeşim! Sen beni, senden ayrı gör, tamam. Peki düşersem yere, aman dilersem, ah bir yardım desem, koşmayacak mısın sen yine? Israrla, sen benden ayrısın, diyebilecek misin? Kabul etmeyecek misin bu topraklarada yaşadığımızı, hep birlikte? Bak, duvarlar örüyorlar etrafımıza, salıyorlar, atıyorlar ateşin ortasına sizi; sen onlardan değilsin, diyorlar, oysa senin ve benim verdiğim paralarla doymuyor mu bu domuzlar? Niye nifak sokuyorlar? Birlikte bir halk olarak yaşamamızdan niye korkuyorlar?
Kardeşiz biz, uyma onlara, daha nice halaylar çekeceğiz hep birlikte bu topraklarda! Ağıtlar yakacağız daha, geçmişte bu topraklarda ölen insanlara. Lanet okuyacağız hep birlikte, kan emici emperyalist güçlere. Üstlerine yürüyeceğiz, hesap soracağız, korkutacağız onları: Halkız biz, Türk halkıyız, diyeceğiz inadına, bizleri birbirimizden ayıran, hümanist olmayanlara…
Tarla kuşu gibi bebeğim
Darmadağın olmuş yüreğimle seni
Hala içimde bulamıyorum ben;
Ne de seni içimdeki her hangi organımda.
Yaşamıyorum sanki sensiz atan bu yüreğimle;
Yaşayamam ki ben,
Senin olmadığım bu yürek ile.
Sen,
Benim içimde olacaksın,
Yaşayacaksın,
Büyüteceksin beni,
Etimle kemiğimle.
Tarla kuşları gibi özgürce konacaksın tenime,
Bedenime,
Ruhumu taşıyanıma,
Yani kısaca bana.
Güneş nasıl yakar tarları da ekinler sararır,
İşte sen öyle bakacaksın bana;
Yüzüm kızaracak,
Elim titreyecek,
Ölüm gelecek ve sessizliğe gömülecek;
Benliğim,
Senliğim,
Herşeyim,
Bebeğim...
Murat Dicle
23.12.2013
Hala içimde bulamıyorum ben;
Ne de seni içimdeki her hangi organımda.
Yaşamıyorum sanki sensiz atan bu yüreğimle;
Yaşayamam ki ben,
Senin olmadığım bu yürek ile.
Sen,
Benim içimde olacaksın,
Yaşayacaksın,
Büyüteceksin beni,
Etimle kemiğimle.
Tarla kuşları gibi özgürce konacaksın tenime,
Bedenime,
Ruhumu taşıyanıma,
Yani kısaca bana.
Güneş nasıl yakar tarları da ekinler sararır,
İşte sen öyle bakacaksın bana;
Yüzüm kızaracak,
Elim titreyecek,
Ölüm gelecek ve sessizliğe gömülecek;
Benliğim,
Senliğim,
Herşeyim,
Bebeğim...
Murat Dicle
23.12.2013
20 Aralık 2013 Cuma
Rıza üretimi
Somali,
Afrikada bir ülke. Örnek olsun diye Somali’yi veriyorum. 10 milyon
hektarlık ekilebilir alanı var, hayvancılık için oldukça zengin ve
Afrika kıtasında, okayanusa en uzun sahili olan bir ülke Somali. Ve tüm
bunlara rağmen Somali açlıkla savaşıyor. Sadece Türkiye’den değil,
dünyanın bir çok ülkesinden yardımlarla karınlarını doyuruyorlar.
Somali’de balık alamak günah, halkın kıyı şeridine geçmesi (yerleşim bölgesi olarak) yasak… Akıl almıyor değil mi? Nasıl olur da açlık çekebilirler? Yeni Dünya Düzeni işte böyle birşey. Mantalite şu: Gerektiğinde din, gerektiğinde de politika ile bir ülkeyi batırmak, yok etmektir.
Peki ne için yapılabilir böyle bir şey? Elbette dünya nüfusunu azaltmak
ve ilgili toprakları daha elit ülkeler/tabakalar için sömürmek adına.
Yeri gelmişken söyleyeyim, Türkiye olarak, Somali’ye 500 milyon TL’lik
bir yardım yapılmıştır. Bu para halkın katkısıyla toplanmış ve bu
parayla Türkiye’deki firmalardan satın alınan ürünler, Somali’ye
gönderilmiştir. Hiç sormadık, hangi firmalardan alındı bu ürünler? Allah
bilir ya, Somali’ye yardım adı altında yapılan bu girişimler, yardım
eden ülke halklarını sömürmenin bir başka yöntemi de olabilir. Bir halk,
bir başka halkı yaşatmak için maddi olarak sömürülmeyi göze alıyor…
Günümüzde genel olarak sistem, kanca atılan bir ülkeyi borçlandırmak
ve yönetimi kukla haline getirmekle başlıyor. Daha sonra milliyetçilik
fikrini ülkeden silmek adına, ülke içinde gerek mezhep gerekse de
ırkçılık gibi fitneler sokuluyor. Tam bu noktada ülkemizde yaşananları
göz önüne getiriniz. Banu Avar‘ın Böl ve Yut adlı kitabını mutlaka okuyunuz, hâlâ okumayanlarnız varsa tabii. Ha bu arada, Yeni Dünya Düzeni, bir komplo teorisi olarak anılıyor olsa da, dünya elit ülkeleri politikacılarından bu söylemi işitmişliğimiz vardır.
Seneler önce Hotel Rwanda adlı bir film izledim. 2004 yapımı bir film. Belçika Ruanda‘yı sömürgeleştirmek için, saç, boy, burun veya kulak gibi aptalca farklılıklar savını öne sürerek bir ırk kavgası başlatmıştır. Neticede Hutu ve Tutsi‘ler olarak iki kesim birbirlerini kırmışlardır. Bir milyon (1.000.000) kişi soykırıma uğramıştır. Temiz iş! Bunu Ruanda‘daki
halk kendi kendine yapmıştır. 100 gün sürmüş bir soykırımdır bu.
Birleşmiş Milletler (BM) falan hikaye… Sömürü örnekleri çoğaltılabilir.
Yeni Dünya Düzeni‘ndeki amaç sadece ülkelerin kaynaklarını sömürmeyi değil, dünya nüfusunu aşağı çekmeyi de hedeflemiştir. Yakın zamanda çıkan Dan Brown‘un Cehennem adlı kitabında bu konu işlenmiştir. Kitap, küresel elitlerin
dünya nüfusunu kontrol etmek için bir virüsü yayma girişimini
anlatmaktadır. Kitap oldukça önemli bir şeye parmak basıyor. Ve bu
gerçekten doğru. Dünya nüfusu, yıllara göre katlanarak artmakta.
Malumunuz, insanlar şu haliyle açlık çekmekteler, bir de dünya nüfusu
10-15 milyar olursa neler olacak kim bilir. Roman, bu olguyu size
kanıksatıyor. Dünya nüfusunun aşağı çekilme fikrini gizlice size empoze
ediyor. Yakın zamanda gösterime giren, Elysium adlı filmi de izlemenizi tavsiye ederim. Bu filmde de kafanızda soru işaretleri olacaktır, Yeni Dünya Düzeni hakkında.
Velhasıl, plan düşündüğümüzden de çok akıllıca devam ediyor; Yeni Dünya Düzeni
adı verilen sisteme bile isteye razı olacak gibiyiz. Tüm dünyada
yaşananları göz önünde tuttuğumuzda, ırkçılığın, dinciliğin de artık
sınırları aştığını ve artık insanların bunlardan irite olduğunu
görüyoruz. Dolayısıyle, tek din ve tek millet kavramı insanlarda yer
etmeye başladı. Sonraki sorulacak soru şu: Tek din olacaksa, papazı kim olacak ve tek millet olacaksa, başkanı kim olacak?
Murat Dicle
20.12.2013
20.12.2013
normatif.com
18 Aralık 2013 Çarşamba
Yetmez ama eyvallah!
Dünden beri bir opereyşındır gidiyor; eminim çekirdek satışları da tavan yapmış durumdadır. Çok heyecanlı
günler yaşıyoruz, değil mi? Niye yaşamıyor olalım ki, baksanıza
yıkılmayacaklarına güvenenlerin bir bir avlandığını seyrediyoruz.
Aslında, av da avcı da aynı ipin ucundan yönetiliyor. Bu, bizler için
yeni bir bilgi değil, çocuklar bile biliyor bunu artık. Bugünlerde değil
belki, ama ileride, aynı ipin ucunda onları sallanıyorken görmek de
mümkün olabilecek. Onlar da bunun farkındalar; çalmaktan vazgeçip
güçsüzleşmek yerine, çalıp, daha da güçlü hale gelmeyi hedeflemişler.
Ama yetmiyor, yetmiyor…
Cem Uzan vakti zamanında, evinin önündeki havuzun altına büyük bir kasa yaptırmıştı. Çok yaratıcıydı. Eh hali vakti yerindeydi -ki çok cıks bir şeydi o kasa. Fakat AKP’nin evlatları acınacak(!) durumda olacaklar ki onlar da ayakkabı kutularına
paralarını saklamışlar… Bankalar dururken, bir insan niye paralarını
evinde saklama ihtiyacı duyar ki? Oysa bankalar devlet güvencesindedir.
Tamam, tamam, biliyorum; tüm bunları niye böyle yaptıklarını sizler de
gayet iyi biliyorsunuz. Belli ki paralar yasal yoldan elde edilmemiş.
Hesabı verilemeyecek meblağlar bunlar.
Sadece bir tek evden; Muammer Güler‘in oğlu Barış Güler‘in evinden çıkan paralar şunlar: 320.000 TL, 90.000 USD ve 320.000 EUR; vallahi iyi para!.. Hükümet’in evlatlarını bir bir göz önüne getirirseniz, Barış Güler‘in küçük adam! sınıfından olduğunu anlarsınız. Bu küçük adamlara yapılan opereyşın, bana ufaktan, aklınızı başınıza devşirin, iması gibi geldi. Kime peki? Elbette daha büyük götürenlere. Kimden peki? Daha büyük götürenler
kadar götüremediklerini düşünenlerden… Peki ama kim, kim bu ima
edenler? Operasyonun başladığı andan itibaren, yanlı olsun, yansız
olsun, tüm medyanın işaret ettiği tek isim: The Cemaat…
Cemaat!.. Yahu Cemaat
kim ki koskoca Türkiye Cumhuriyetine karışabiliyor? Düne kadar
hükümetin yanında olan polis ve savcılar bugün birden bire nasıl
hükümetin evlatlarına karşı tavır koyabiliyorlar? Cemaat diye adlandırdığımız şeyin, Fethullah Gülen tarafından kurulan bir örgüt! olduğunu da biliyoruz, değil mi? Fazla uzatmayayım, dün başlayan operasyonlarda, bildiğimiz gibi bir adalet yok; AKP ile Cemaat‘in kendi adaletleri gereği bu böyle oldu. Anlayacağınız, birbirlerini yiyorlar; bir nevi filler tepişiyor!.. (Ha bu arada, Fethullah Gülen‘in avukatı Orhan Erdemli, vallahi muhteremin hiç bir alakası yoktur bu işlerle, tadında, Fethullah Gülen adına bir açıklama yapmıştır.)
Onlar birbirlerini yiyedursunlar, biz yedik mi peki?! Yemedik!
Yiyemedik! Onların camiasından gayri halk aç biilaç… Aklıma bir fotoğraf
geldi. Bir şehit babasının fotoğrafı! Baba, bir ayakkabısını öteki
ayakkabısıyle kapatıyordu; bırakın kutusunu, ayakkabısı yoktu!
Ayakkabısı!..
Oldu ya, Mustafa Kemal Atatürk bugün, şuan dirilse, ilk kimi, kimleri ıslak odunla dövmek isterdi? Ama öyle böyle değil; Allah yarattı demeden… Emin olun, ilk ve tek olarak CHP’nin başındakileri döverdi!.. Beyfendi çıkmış, iktidar ile işbirliği yapabileceklerini, söylüyor. Yoksa, ekonominin daha da kötüye gideceğini de ilave ediyor. Beyfendi!
ekonomi kimin ekonomisi ki? Cebimizde kaç kuruş var da bunun ekonomik
değerini takip edeceğiz? Zaten çok aç iken, daha fazla nasıl aç
olunabilir? Ölmüş biri, daha fazla ne kadar ölebilir ki? Durun bakalım, orda neler oluyor, demek varken, niye ekonomiden bahsediyorsunuz? Çıkarınız nedir beyfendi?
Bir kaç ay önce büyük bir markete girdim ve bir kaç parça yiyecek
aldım. Kasada ödeme yapmak için sıraya girdim. İyi giyinmiş biri elinde
bir adet hazır çorba ile bekliyordu. Sıra kendisine geldi ve ödemeyi
kredi kartı ile yapmak istediğini söyledi. Bir buçuk Türk Lirası idi
çorba! Aksilik bu ya, kredi kartı işlemi uzadı. Banka ile iletişim
olmuyordu bir türlü. Adam sıkıldığından mıdır, utandığından mıdır
bilinmez, parmaklarını kasa tezgahında tıkırdatıyordu… Utanmıştı
aslında! Kendimden de biliyorum…
Buraya
kadar okudunuz, zahmet ettiniz. Evet biliyorum, size bilmediğiniz
hiçbir şey yazamadım. Onlar hep yedi, yedi, yedi, yedi… Ancak biz hiç yemedik! Yemeyeceğiz de!.. Sallanırlarken ipin ucunda, çekirdeğimizi çitleteceğiz!..
Murat Dicle
18.12.2013
Normatif.com
18.12.2013
Normatif.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)