7 Mayıs 2013 Salı

ROBINSON CRUSOE, Daniel Defoe

ROBINSON CRUSOE, Daniel Defoe
ROBINSON CRUSOE
Daniel Defoe
En büyük maceraperest; en büyük talihsiz; büyük mucizelerin şahidi; çiftçi; marangoz; kaptan; vali; efendi; baba sözü dinlemeyen, büyük adam: Robinson Crusoe...

Kitap İsevi bir inanışa göre yazılmış olsa da, altı çizilen iki şey var; Tanrı'nın mucizeleri ve azim. Umudun yitirildiği anda, önemsizce yere serpilen kırıntılardan dünyaya gelen arpa başakları, Tanrı'nın lütfu ise; büyük azimle yıllarca çabalayarak, öne gelen bu fırsatı koca bir tarlaya dönüşteren de Robinson idi...

Genç yaşta, ailesinin ısrarına rağmen, kaçarak, deniz yolculğuna çıkan Robinson; ilk etapta basit bir kaç talihsiz olay atlatır ama ardından Brezilya'da harika bir çiftlik sahibi olur. Macera tutkusundan mı yoksa genlerindeki isyankarlık mı bilinmez, rahat bir yeri varken, kendini yine denizin ortasında bulur. Bu yolculuk kendisini yıllarca bir adaya hapsedecek bir kaza ile son bulur. Tek başına bir adada; elindeki yiyecek, giyecek ve alet hırdavatın oldukça kısıtlı olduğu bir durumda, yaşam mücadelesi vermeye başlar. Bu mücadele hepinizi hayretler içerisinde bırakırken, bu mücadeleden de çok şey öğreneceksiniz.

1719 senesinde yayımlanan bu romana oldukça ön yargı ile yaklaştım. Çocukken ve genç yaşlarda filmini izlemiştim. Romanın 1719 senesinde yayımlandığı için olsa gerek, filmin kitaptan daha iyi olduğunu ve hatta filmi çeviren senaristin ve yönetmenin hikayeyi daha da güzelleştirdiği gibi saçma bir önyargı ile romanı okumaya başladım. Kesinlikle yanılmışım... Bu roman eğer bir film olacaksa 3-4 saatten kısa olamaz. Roman'da anlatılan detaylar ve olaylar, filmde çok az üstünde durulmuş. Robinson Crusoe'nun kitabını okumak bambaşka bir deneyim oldu benim için. Okumayanlar için şiddetle tavsiye ediyorum. 

Pek emin olmamakla birlikte -Thomas More'un Ütopya'sı hariç- okuduğum en eski yayımlanmış romandır. Thomas More'un Ütopya'sı da bir roman ama o daha çok kitaptaki ana fikri vermek için romanlaştırılmış tadını veriyordu. Aradığınız gerçek bir macera öyküsü ise, bu kesinlikle Robinson Crusoe olacaktır. Daniel Defoe sizi hayal gücü ile şaşırtacak.

 * Diğer kitap yorumları için tıklayınız.
 



3 Mayıs 2013 Cuma

ZAVALLI NECDET, Safvet Nezihi

ZAVALLI NECDET, Safvet Nezihi
ZAVALLI NECDET
Safvet Nezihi
1902'de yayımlanan ve zamanında best-seller olan, Safvet Nezihi'inin Zavallı Necdet romanı, Türk Klasikleri arasında bulunmanktadır. Bazı yazarların etkisinde kalmış ve yazınsal olarak eksiklikleri bulunduğu ifade edilmiştir, kitabın yazarı tanıtan bölümünde. Okuması kolay, kurgusu güzel ancak bu günün insanı için pek acıklı olmayan -ki vaktiyle kadınları gözyaşlarına boğmuş bir romandır.

Necdet Feridun varlıklı bir ailenin evladıdır. Haliyle, gününü gün etmekle geçirmekte ve dostlarına da yaşadığı maceraları kimi zaman dosdoğru kimi zaman da abartarak anlatmaktadır. Ancak, günlerden bir gün, Necdet Feridun sevdiği bir arkadaşına rastlar ve arkadaşına son macerasını anlatır. Arkadaşı, abartılı eğlencelik bir macera diye düşünür, fakat bir süre sonra hiç de öyle olmadığını görür. Necdet Feridun anlattıkça, arkadşının merakı daha da artar. Bu anlatı günler, aylar ve yıllara dağılmıştır.

Roman da iki anlatıcı vardır; kimi zaman Necdet Feridun kimi zaman da arkadaşı tarafından anlatılmaktadır.

Genel olarak konu; Necdef Feridun'un, konağına komşu olan bir ailenin kızı Meliha'ya aşık olması, ancak, Meliha'nın bu aşka karşılık vermeyip, Necdet Feridun'un samimi arkadaşı olan İbrahim Şemsi ile evlenmesi ile başlamaktadır. Necdet Feridun için için Meliha'yı sevse de asla karşılık alamadığını ve dolayısıyle arkadaşı İbrahim Şemsi ile evlenmesine çok üzülür ve hastalanır. Ancak Meliha gerçekte, Necdet'e boş değildir. Yaptığı bu evliliğin aslında Necdet için bir eziyet olduğunu vakti gelince itiraf edecektir, Meliha. Bunu duyan Necdet ne diyeceğini şaşırır. Artık Meliha'nın açık ilan-ı aşkı ile samimi arkadaşı İbrahim Şemsi arasında kalmakta ve sürekli olarak hastalanmaktadır. Olay sürekli olarak aşk ve onur arasında gelip gitmektedir. Bu gelgitlerde hüzün, ölüm, ayrılık ve ihanet de bulunmaktadır.

 * Diğer kitap yorumları için tıklayınız.

23 Nisan 2013 Salı

BİN MUHTEŞEM GÜNEŞ, Khaled Hosseini

BİN MUHTEŞEM GÜNEŞ, Khaled Hosseini
BİN MUHTEŞEM GÜNEŞ
Khaled Hosseini
Bir kulübede yaşayan, bir harami, Meryem ile yıllar sonra yoları kesişen Leyla'nın öyküsü bu. Hikaye 1959 senesinde Meryem'in doğumundan itibaren başlıyor ve 2003 senesinde bitiyor. Afganistan'da bu süreç içerisinde yaşanan olaylar, daha çok kadınların birer "hiç" olduklarını vurguluyor bize.

Bir saldırı olarak algılamazsanız eğer, bu öyküyü okuyan Türk kadınlarının hallerine şükretmelerin, ve dahası isyan noktasına geldiklerinde tekrar tekrar bu öyküyü hatırlamalarını salık veririm. Ancak yine de, daha da önemli olan; huzur içerisinde, evinde sağsalim yaşayan tüm insanların, bu öyküyü okuyarak, şükretmesi gerektiğini bilmelerini isterim.

Khaled Hosseini'in daha önce Uçurtma Avcısı adlı filmini izlemiş ve oldukça etkilenmştim. Uçurtça Avcısı adlı romanı henüz okumak nasip olmadı. Yazar oldukça akıcı ve anlaşılması kolay bir dil ile, Afganistan'da yaşanan insanlık dışı olayları bir bir gözler önüne sermekte büyük ustalık göstermiş. Okuyunca etkileniyor insan. Bu kitabı kesinlikle çocuklara da okutarak, geleceklerini hangi zemin üstüne kurmaları gerektiğine yardımcı olabilirsiniz. Yanlış tercihlerin insanı nerelere götüreceğini çok iyi anlatıyor bu öykü.

Kitapta anlatılan öyküde ağzınızı açık bırakacak çok şey var. Taliban'ın ülkeyi ele geçirdiğinde dağıttığı broşür mesela. Bu broşürde yazılanlara inanmakta zorluk çekebilirsiniz. Ülkenin tam tehcizatlı hastanelerinin sadece erkeklere tahsis edildiğini, kadınlar için ise her türlü malzeme kıtlığı yaşanan kümesten hallice hastanelerin olduğunu. Çoğu zaman anestezi olmadan ameliyat yapıldığına tanıklık edeceksiniz. Korkuç şeyler bunlar. Açlık ve susuzluğun bile hafif kaldığı olaylar, kanınızı donduracak.

 * Diğer kitap yorumları için tıklayınız.
 


21 Nisan 2013 Pazar

Rüya, gerçek?

Umarım herkes iyidir... Herkesin bir tek benden gayri en iyi olduğunu düşündüğüm anlardan birini yaşıyor olsam da, ben de herkes kadar iyi olabilmeyi diliyorum. Dilemek, kendim için en iyisini düşünmek, yeterli mi, bilmiyorum.

Artık gündüzleri bir rüyada yaşıyor gibiyim. Olaylar birbiriyle ilintisiz, aniden değişiyor. Yediğim, içtiğim, konuştuklarım veya gezip gördüğüm yerler, uykuya daldığımda hatırlanmaz oluyor. Oysa artık uykuya dalıp da gerçek rüyalarımda gördüklerimin tadı ağzımda kalıyor, konuştuklarım daha gerçek geliyor bana. Yaşadığım ile ölüm provası yaptığım dünya arasındaki gerçekliği yitirmiş durumdayım. Ne zaman gerçeği ne zaman rüyayı yaşadığımı anlayamıyorum. Yaşarken mi yoksa ölüm provasındayken mi, daha gerçek bir "ben" oluyorum, tanımlayamıyorum.

Gerçek olduğunu hissettiğim anlarda -ki bu bir rüya eminim, "nasılsın?" dediklerim mutlaka "teşekkürler iyiyim, ya sen?" diyebiliyorlar. Bir rüya olduğunu hissettiğim anlarda -ki bunun bir rüya olmadığından eminim, "nasılsın?" dediklerim, puff diye duman oluyorlar gözümün önünde... Sessiz ve kapkaranlık bir odada gibi hissettiriyor bu durum beni.

Ne uyanık ne de uyuyor olmayabilirim; "ben" bir "hiç" olabilirim: var olmamış!

- murat

18 Nisan 2013 Perşembe

ANNA KARENINA, Tolstoy

ANNA KARENINA, Tolstoy
ANNA KARENINA
Tolstoy
Lev Nikolayeviç TOLSTOY'un en iyi eserlerinden biri olarak dünya üzerinde haklı bir üne kavuşmuş romanı Anna Karenina'yı bir çırpıda okumak nasip olmadı maalesef. Tam bir aydır cebelleştim. Şu veya bu sebepten nedense 1060 sayfalık tek parça (yekpare) kitabı bitiremedim. Ama bu ders olsun, bir daha böyle yekpare olarak dünya klasikleri okumayacağım. Ciltler halinde olanı okumaya daha elverişliymiş onu anladım.

Roman'ın adı Anna Karenina olsa da, ben daha çok Levin Nasıl Tanrıya İnandı? diye bir isim verirdim bu kitaba. Bir aşk anlatılıyor gibi görünse de, hikaye aslında hayat meşgalleri; doğum, ölüm, evlilik, çocuklar, şehirler, köyler, köylüler, çiftlik gibi şeyleri anlatmaktadır. Yazarın kalitesini, okuduktan sonra hala zihninizde anlatılan yerleri görüyor olmanızdan anlıyorsunuz. Bana göre, şehir tasvirlerinden çok kırsal kesim tasvirleri daha başarılı. Öyle ki, gece vakti kırsal bir kesimde yaşanan bir anın tasviri hala gözlerimin önünde. Bu belki, yazarın kırsal kesime daha yakın ve sıcak baktığından olabilir.

Gerçek bir yazar ve gerçek bir roman nedir, sorusuna en iyi yanıtlardan biri, Anna Karenina olacaktır. Elbette daha bir çok yazar ve bir çok romanı da örnek verebiliriz.

Mukayeseler kitabı da denilebilir; Anna ile Kiti'nin evliliği; Levin ile Vronski'nin aşkları; şehir ile köy;  asilzadeler ile halk; inanan ile inanmayan... Yalnız bir tek okumada hemen yorum yapmak pek yanlış olacak. Bir kaç okuma ve hatta dost meclislerinde kritik yaparak, yorumlarama geçmek doğru olacaktır bu romanı. Ben alelacele tek okumamda yorum yapıyor olam bile ayıp kaçabilir. Eh artık ortalama bir okuyucun bu yorumuna da hoşgörüyle bakacağınızı umuyorum.

Ben kitap okuma sevdasına, daha çok araştırma-tarih-bilim konularıyla başlamıştım ilk zamanlar. Ancak geçen zaman da anladım ki, bazı kavramları, tarihleri, kişilikleri ve edebi yaklaşımları; doğrusu felsefi yaklaşımları bilmeden hiçbir şeyi anlayamayacağımı anladım.  Daha güncel romanlarla başladım ancak, eveeliyatını bilmeden edebiyatın, güncel romanların da kıymetini tartamadığımı gördüm. Dolayısıyle, klasik romanlar denilen yerli ve yabancı yazarlara yöneldim. Hedefim, en azından bilinen yerli ve yabancı klasik romanların tümünü okumak. İşte bu sürecin ardından, Böyle Buurdu Zerdüş gibi kitapları okumak ama anlayarak okumak mümkün olacağına inanıyorm. Geçmişte sadece okuduğum ama kesinlikle anlamadığım, üç-beş kitap var... Biri sizi eğitmediyse, siz kendinizi eğitin!

 * Diğer kitap yorumları için tıklayınız.