7 Mart 2013 Perşembe

HALKA (ENGELSFORS ÜÇLEMESİ)

HALKA ENGELSFORS ÜÇLEMESİ Mats Strandberg Sara Bergmark Elfgren
HALKA
ENGELSFORS ÜÇLEMESİ
Mats Strandberg
Sara Bergmark Elfgren
Vaktiyle bir büyüğümüz "Din afyondur" demiş, günümüz de ise "vampir, cadı, kurtadam veya dünyayı kurtaran adamların hikayeleri" birer "afyon" diyebiliriz. Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi, Twilight falan derken, ardı sıra bu tür hikayeler merakla beklenir oldu. Karşımızda İsveç'li Cadılar var bu defa. Engelfors kasabasında cereyan eden şeytani ve cadılığa namzet genç kızların öyküsü; üç kitap olarak tasarlanmış serinin ilk kitabı: Halka.

Diğer gelecek olan iki kitabı okumayacağımı şimdiden söyleyeyim. Sadece vakit geçirmek için okunabilecek, size bir bilgi vermeyen bir kitap. Vaktiyle ON İKİ adlı Vampir hikayesi için küçümseyici bir yorum yapmıştım, ancak şimdi düşünüyorum da, ON İKİ adlı eser -ki devamı ON ÜÇ YIL SONRA ve ÇARIN LANETİ'dir- çok daha iyi bir kitaptır. Çünkü, ON İKİ adlı romanda dönemin Rusya'sını ve Fransız işgalini de anlatmaktadır. Dolayısıyle bize bir Vampir hikayesi ile birlikte tarihi bilgiler de vermektedir. HALKA peki bunu sağlıyor mu? Asla! Boş boş çocukça cadı ve büyü ilişkisini okuyorsunuz. Çocuklar için bile basit kalacak bir roman.

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.


5 Mart 2013 Salı

EFSANE, İskender Pala

EFSANE, İskender Pala
EFSANE
Bir 'Barbaros' Romanı
İskender Pala
Barbaros Hayrettin Paşa adıyla bildiğimiz Hızır Reis'in ve ondan öncesinde abisi Oruç Reis'in Kadeniz'de nasıl birer efsane olduklarını anlatan müthiş bir eser.

Hızır, Oruç Reis Akdeniz'de yol alırken, babası onu denizlerden mümkün mertebe uzak tutmaktadır. Diğer kardeşleri hemen aynı otorite karşısında boyun eğmekle birlikte, farklı meslek dallarına yönelmekteydiler. Oruç Reis, Akdeniz'de Kızıl Sakal -ki Hızır'da aynı abisi gibi kaşı sakalı kızıldı- olarak tercümesi yapılan Barba Rossa olarak nam salmıştı. Kitapta detaylarıyla okuyacağınız şekilde, Hızır abisi gibi denizlere açılmaya karar verir. Gel zaman git zaman, Oruç Reis'in himayesinde başarılı işlere imza atar. Kızıl Sakal (Barba Rossa) Oruç Reis ölene kadar, adı pek bilinmez Hızır Reis'in. Ancak, Oruç Reis Barba Rossa olan namını, Kancalı Oruç olarak sürdürür -ki kolu bir savaştan sonra kesilmek zorunda kalınmıştır.

Bu tarihi romanın içine, benim gerçek olup olmadığını bilmediğim (araştırmadım) bir aşk hikayesi de serpiştirilmiştir. Bir oradan bir buradan anlatılırken, kendinizi Akdeniz'in sularında süzülüyor bulacaksınız.

Bu kadar kısa yazdığım için bu kitabı değersiz diye düşünmeyin lütfen. Bir önceki kitap hakkında uzun yazdığım diye, o kitabı da değerli sanmayın lütfen. Sadece bu kitabın içeriğinden bahsederek, heyecanını yitirmenizi istemiyorum. Öğrenmek için okuyunuz... Gerçekten bu kitabı okuyun!

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.

1 Mart 2013 Cuma

NİHİLİST, Hikmet Temel Akarsu

NİHİLİST, Hikmet Temel Akarsu
NİHİLİST
Hikmet Temel Akarsu
Valla nereden başlayayım ne diyeyim kesitremiyorum. Sussam gönül razı değil, konuşşam tesiri yok -ki fuzuli bir zat'ın kitabına yorum yazmak gibi olacak bu. Ama kendimi tatmin edebilirim...

Bu yazar, 80'lere takılmış; Cüney Arkın mı yener Bruce Lee mi yener tadında sorularla gününü geçirmiş ve ara ara elindeki sıyrılmış sopayla Hi-Men diye bakkalın çırağını dövmüş; dar taytlar ile ayna karşısına geçip en yükseğe bacak kaldırmış ve tiratını en etkili üslupla söylemeye çalışmış; ve hatta zaman zaman doğrulara umulmadık şekilde parmak basmış ancak dar taytın citizen(!) üstünde o lahza(!) bıraktığı tesir ile alay edilmiş; "İstanbul seni bir gün yeneceğim" repliğini, "Ey Türk Edebiyatı! İçine edeceğim" demiş ve nihayete ermiş ve yine "ve hatta" dememe sebep olarak, kankaları "yürü be Temel" demiş ve tüm bu ihtimaller ile saya döke ağlaya ağlaya bu günlere gelmiş olabilir -ki bu olabilitenin verdiği gazla, yaza yaza son olarak bu onüçüncü romanı Nihilist'i yazmış, sevgili Hikmet Temel Akarsu. İhtimaller böyle olsa da, yazar on üç roman yazmış, dile kolay... 

Kandım on üç romanın hatrına aldım elime Nihilist (Reddedilenlerin Risaleleri) adlı eseri. Eser mi? Teşbihte hata olmaz, "eser" diyebiliriz.

Kitabı almamdaki sebep ikidir; biri yazarın adını ilk kez duymam; ikincisi de kapak resmiyle Nihilist yazısıdır -ki Nihilist kelimesini detaylı örneklerle öğrenmek için iyi bir roman olacağını düşündüm. Yazarın, kitabın arka kapağındaki resmi ve kısa özgeçmişi beni anında itti... Ondan ta ötelere itilmişken yazıyorum bu satırları! Kim ne derse desin bu adamda bir eziklik bir kompleks var ve emin olun bu kitabı alıp okuduğunuzda bunu anlayacaksınız. Okunan ama anlaşılamayan herşey tarafınızca "mükemmel" olacak diye bir kaide yoktur. Herş salakça cümlenin altında derin manalar anlamaya da gerek yoktur. Edebi anlatım ile bodoslama daktilo başına geçmek bambaşka şeyler olsa gerek.

Peki yazar bu kitapta doğrulara dem vurmuş mu? Kesinlikle güzel bir konuya değinmiş. Ama maalesef becerememiş! Farklı olmak, özgün olmak, işte bu benim tarzım diyebilmek adına, güzelim konu batırılmış. Yazık olmuş. 

Bazı kitap okuyucuları gördüm ve hatta bazı insancıklar da gördüm; bir kelime öğrenirler mesela "irrite" kelimesi olsun: o kelimeyi yeni öğrenmişler ya, bir cümle içinde en az iki defa o kelimeyi kullanabilirler. Bu yazar -ki Nihilist okuduğum tek kitabıdır- bu kitapta oldukça farklı bir jargon ile zorlama kelimeler ilave etmiştir cümlelerine. Beş yüz tane bilmediğimiz kelime bu kitapta karşımıza çıkarken, en salakça hatta kelimenin ne olduğunu tahmin edebileceğim bir kaç kelime için dip not düşülmüş ama geri kalanları herkes bilir ya(!) onlar için ayrıca dip not düşülmemiş. Kitaptan şöyle bir cümle vereyim size:

"Sonra da muvaffak olamamış bir Mesih'in arzuhalini, olan biten cümle kötülüklerin encamını ve şol dünyanın menbus ahvalini havarilerime tebliğ etmiş olmanın bahtiyarlığıyla yetinip yeniden gaiplere karışacaktım."

Nedir bu? Bilmem siz de benim gibi bu cümlede bir özenti bir kasıntı sezebildiniz mi -ki cümlenin gerçek anlamından bağımsız bir soru bu. Ben şimdi yazdığı bir romanda kullandığı Osmanlıca kelimelerden ötürü, Namık Kemal'i eleştirebilir miyim? Elbette hayır! Çünkü onun, o dönemin dili böyleymiş. Peki H. T. Akarsu acaba hangi çağda yaşayıp hangi insancıklar için eser(!) üretiyor? Ha, diyecek ki şimdi: "Mesih'in yaşadığı dönemi göz almıyorsun ama". Evet olabilir ama kitap neresinden bakarsak bakalım asla Osmanlı döneminde geçmiyor ;)

Evet farkındayım, kitabın konusuna hiç değinmedim. Değinmeyeceğim de! Çok alıp okumak isteyen varsa, buyursun alsın. Hatta benim okuduğum kitabı vereyim, sayfaların üstüne yazdığım notlarla biraz keyifleri yerine gelir. Zaten kitap "en satılmayanlar" köşesinde duruyordu, kitapçı 3 TL'ye verdi. O sattı kurtuldu!

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.

27 Şubat 2013 Çarşamba

PİNHAN, Elif Şafak

PİNHAN, Elif Şafak
PİNHAN
Elif Şafak
Osmanlı döneminde bir dervişin kendi hikayesini bulmasını ve sittinsene Akrep Arif olarak bilinen ancak ahalisinin, yaptırılan bir hamama istinaden, adının Nakş-ı Nigar olarak değiştirdiği mahallenin kötüye giden kaderini anlatan bir öyküdür bu.

Pinhan -ki gizli saklı anmanına gelmektedir- doğuştan çift cinsiyetlidir; gündüzleri bir erkek gibi cesur, geceleri bir kadın kadar ürkektir; görünüm itibariyle bir erkektir, ama ruhunda bir kadın ağırlığı vardır, ancak henüz kendi bile bunu keşfedebilmiş değildir. Çocukken bir dergahın bahçesinde bulunan bir elma ağacı üstünde yakalanır ve iyi niyet yoluyla -ailesinin izniyle- dergahta bir derviş gibi yaşamaya başlar. Oldukça yakışıkl ve doğuştan gözleri sürmeli bir delikanlı olan Pinhan, dergahta Dürrü Baba'nın önderliğinde yapılan ayinlere kabul edilmemektedir; bu ayinlere katılabilmek için, kişinin bir hikayesinin olması gerektiğini öğrenir ve vakti zamanı geldiğinde kendi hikayesini bulmak için İstanbul'a gitmeye karar verir. Kader belki onu İstanbul'a göndermişti...

Biseksüel hayatın da ele alındığı (gay ve lezbiyenlik) romanda, Pinhan, İstanbul'daki Akrep Arif  mahallesine gelir ve olaylar başlar. Bolca karakterin olduğu ve hemen her karekterin ayrı ayrı hikayesinin anlatıldığı, mistik olayların kol gezdiği bir roman bu.

Kitap içinde yer yer şiirler okuyucuyu kendine çekiyor. Kullanılan dil kulağa hoş geliyor. 1998 senesinde Mevlana Büyük Ödülü almış bir eser olmasına rağmen, insan yine de sorguluyor: İlginç! Kitap bir garip bitiyor, aslında güzel başlıyor ancak final eksiklerle dolu gibi. Romanda bana göre boşluklar var. Ancak 24 yaşındaki Elif Şafak açısından bakılacak olursak, yaşından büyük bir eser çıkartmış ortaya. Bir Baba ve Piç ile veya bir İskender ile kıyaslanmaz bence. Ancak kitabın sonundaki söyleşide, ne hikmetse yazar sürekli olarak en çok Pinhan'ı beğenenlerle karşılaşmış.

Pinhan kötü ve kötülenecek bir kitap değil. Yazarın ilk kitabı olması açısından eksiklikler (ya da hikayedeki boşluklar diyelim) de hoş karşılanabilir. Kullanılan dili beğendim. Şiir gibi akıp gidebiliyor cümleler.

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.
 
 





26 Şubat 2013 Salı

NOTRE-DAME'ın KAMBURU, Victor Hugo

NOTRE-DAME'ın KAMBURU, Victor Hugo
NOTRE-DAME'ın KAMBURU
Victor Hugo
Kitabın orjinal adı Notre Dame de Paris olmasına rağmen, romanın en etkileyici kahramanın talihsiz kamburu, ülkemizde bu kitabın adının Notre-Dame'ın Kamburu olarak tanınmasında etkili olmuştur.

Herşey Quasimodo (Notre-Dame'ın Kamburu) etrafında değil, romanın en değerli ve en güzel karakteri olan Esmeralda etrafında dönmektedir. Quasimodo kimi zaman tiksinilen, kimi zaman acınılan, kimi zaman talihsiz bir kurtarıcı görünümüyle, sadece bizlerin değil Esmeralda'nın da ilgisini çekmiştir. Hep aşk var bu acıklı romanın her bir sayfasında...

Baş Diyakoz Claude Frollo vakti zamanında, kilesinin tahtasına bırakılan ancak herkesin tiksintiyle bakındığı talihsiz Quasimodo'yu evlatlık edinir. "Kötü" kelimesinin, kendisi için yakıştırılamayacağı bir hayatı olmuştur, Claude Frollo'nun. Ancak Esmeralda'nın ortaya çıkmasıyle, kösnü, aşk ve elde edemenin verdiği acı ile karanlığa gömülen Frollo'nun yüreği artık "kötü"'yi içinde barındırmakta; bunu bilen ve bundan kurtulmak için "kötü"'ye daha da sıkı sarılan C. Frollo kendi "iyisi" için "kötüyü" kullamaktan hiç çekinmemektedir.

Romanda bir çok kahraman ve her birinin ayrı karakteri var. Acımasızlığın tavan yaptığı, insanlığın henüz keşfedilmediği 1600'lü yılların Fransa'sında, bu kahramanlar belalardan yakayı bir şekilde sıyırsalar da, Esmeralda ve Fare Çukurundaki kadın maalesef en acı şekilde insan olmanın mükafatını almışlar, birbirlerine doyamadan öte dünyaya göç etmişlerdir.

Yazar Victor Hugo'nun dünya klasikleri arasına girmiş bu müthiş eserini bir çok defa TV'de veya sinemada izlemiş olsanız da, mutlaka kitabını okumanızı salık veririm. 

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.