7 Mart 2015 Cumartesi

Sırıklara yakışır başın...

Bakın ben size tarihten, bilimden değil, gönlümden, hislerimden bahsediyorum... Gönlümden geçenleri, hissettiklerimi anlatıyorum. Tarih değişir, değiştirirler; gönlümden geçenler değişmez benim. Sen, ben değişiriz, değiştirirler bizi; üstümüz değişir, başımız, yolumuz, yediğimiz, içtiğimiz, sevdiklerimiz, gezdiğimiz yerler, cebimizdeki para, varlıklarımız... Değiştiremez ama gönlümüzden geçen en kutsal doğruyu, var oluşumuzdaki gerçekliği, tüm bu değişiklikler... Değiştirmemeli!.. Acı çekerken, anne, dediğimizdeki muhtaçlık, çocuk tarafımız; baba, dediklerinde aklımıza gelen otoriteye saygıyla karışık korku dolu titreyişimiz; evlat sesini işittiğimizde, olmaz, derken bile, nasıl ederim de yaparım, diye düşünüşümüz, değişmez...


Sen, siyahlar, kuru ağaç kabuğu dokusu rengindeki kişi; ben, beyazlar, buğdaya çalan, kimi zaman kardelenin başı kadar açık renklere bürünen kişi... Biz, esasen biz doğa'nın, doğuranlarımızla doğurtanlarımızın bile bilmediği renklerle donatılmış kişiler değil miyiz? Biz, tepemizdeki güneşi, ayı ve yıldızları, hem gören, hem de hissedebilenler değil miyiz? Biz, üstüne bastığımız, öldüğümüzde gömdükleri topraklarda yetiştirdiklerimizle doyanlar değil miyiz? Bir tohum, güneş ve bir avuç su ile ömür sürdürebilenlerden değil miydik? Değil miydik -ki biz hep birlikte- sabana yüklenip çeken, hasatı kaldırmak için ekinleri biçen? Değil miydik biz, ateşin etrafında dans eden, ağaçlara vurup ses eden, dumanı ötelere gönderip, hadi siz de gelin, diyen?..

Aynı renkteki, hep aynı yerdeki kalplerinden vurulup öldürülen; kötüye tamah eden, ötekilerden aşırıp tüketen, aşırırken öldürebilen; kimi zaman aşını değil, başını isteyen, o güzel, kesik başını sırıklara diken, kıskanç, fenaların fenası da biz değil miydik, ey insanoğlu?

İnsan; Adem'den olan, Havva'dan doğan, bir hayvan!.. Yaradanı keşfetmişsin, ne güzel. Kitap indirmiş, demişsin, ne güzel. Oku, demiş, okumamışsın; sev, demiş, sevmemişsin; ver, demiş, vermemişsin; gör, demiş, görememişsin; gel, demiş, gelmemişsin... Sen tok yatmış, el aç, kime ne?! Kızdık, sövdük, kınadık, sana ne?! Yaradan bilir, o hep iyisini bilir, dedik, eh! emin miyiz ki bize ne?! Akıl vermemiş mi yaradan bize? Ne işe yarar demedin mi hiç? Dedin elbet. Öğrendin aklın işleyişini. Meylettin ama kötülüğe; yaşamı yüklenirken biz, kan ter içerisinde, sen yan gelip yatmayı bildin, sırıklara o güzel başları dizdin. Fenaların fenası, insanın en hayvan olanı sendin. Ne istedin, aklını yaşamı sürdürebilmekten başka kullanmak istemeyenlerden? Ne istedin, seni tanrı misafiri edenlerden? Hak, o sabanı senin başına çalanın başını ezmek miydi, gücünle -ki aklını kötülükle çalıştırıp tüfeği icat ederek, sabrı taştığında Ademoğlunun? Başını ezmeliydiler, hıncıyla Ademoğlu...  Ezilecek! Kesilecek belki milyon baş bu uğurda, kötülüğe meyletmişleri silip süpürmeyi iş edinecekler. Hadi şimdi başını sev, son kez okşa, iyi bak ona... Sırıklara yakışır başın!..

4 Mart 2015 Çarşamba

HİKAYELERDEN BİR DEMET, Anton Çehov

HİKAYELERDEN BİR DEMET, Anton Çehov
HİKAYELERDEN BİR DEMET
Anton Çehov
Anton Çehov'un yirmi bir kısa öyküsü var bu kitapta. Çehov'un öykücülüğü hakkında bilgi sahibi olmak için güzel bir başlangıç. Ben pek -ki kendim de yazsam da- kısa öykülere yüz vermiyordum. Anton Çehov'un oldukça kısa öyküleriyle bu tür eserlere bakışım bir nebze değişti. O kadar kısa öyküler ki sizi düşündürdüğünde veya kahkahalara boğduğunda şaşkınlık geçiriyorsunuz. Fıkra demek yanlış olur ama bu kitaptaki bazı öyküler fıkra tadındadır. 

Keyifle okuyacağınıza inandığım bir katap bu.
 

28 Şubat 2015 Cumartesi

MEKSİKALI, Jack London

MEKSİKALI, Jack London
MEKSİKALI
Jack London
İçeirsinde beş kısa öykünün bulunduğu bir kitap. Jack London'ın daha çok ezilmiş halktan karakterlerle bezeli öyküleri var. Kitapta yer alan öyküler sırasıyla şöyle: Meksikalı, Alın Teri, Bir Kalem Pirzola, Arabacı ile Doğramacı ve Enseleniş'tir.

Kısaca öykülerden bahsetmek istiyorum.

Meksikalı: Kitaptaki en uzun öykülerden biri. Henüz on sekiz yaşında olan Rivera, direniş örgütüne katılmak ister. Kuşkulu gözler altında, şüphe içerisinde örgüte temizlikçi olarak dahil olur. Ancak Felipe Rivera, örgünün para sıkıntısı çektiği anlarda, onlara destek olur. Bu da elbet şüphe çeker. Oldukça büyük meblağları dahi temin etmektedir. Felipe Rivera kim idi, bu paraları nasıl elde ediyordu...

Alın Teri: Küçük bir çocuğun, hatta mini minnacık bir çocuğun tabir yerindeyse doğduğudan beri çalışıyor olmasından ötürü çektiği sıkıntı ve isyanı anlatan kısa bir öykü bu.

Bir Kalem Pirzola: Yaşlı ve tecrübeli, çaptan düşmüş bir boksorun ailesi için verdiği mücadele anlatılıyor. Meksikalı adlı öyküdeki Rivera ile benzer tarafları var yaşlı boksörün. Bir tek pirzola olsaydı belki, her şey daha başka olabilirdi boksörümüz için...


Arabacı ile Doğramacı: Genç bir evsiz, yolda iki yaşlı evsiz ile karşılaşır. 1900'lerin başı Londra'da. Bu öyküde bu üç kişinin aralarında geçen konuşma ve sürpriz son ile iki yaşlı adamın sabun köpüğü kadar geçici mutluluğu anlatlıyor.

Enseleniş: Jack London'un gerçek bir öyküsü, öyküde bunu bizzat belirtiyor. Başı boş Niagara Şelalesinde gezerken enselendiğini ve hapse nasıl atıldığını anlatıyor. Adalet sistemini sotguluyor öykü boyunca ve ilk hapse düşüşünün tecrübelerini paylaşıyor bizlerle.

Diğer kitap yorumlarım için tıklayınız

26 Şubat 2015 Perşembe

Ah sizler, ah!

Bahar esiyor şu günler, kışın ayları sürüyorken.
Güneş tepeliyor beni, balkondan ara sıra bakarken.
Kediler ayaklarıma sürtüyor, tepem ısıl ısıl yanarken.
Sigara içirtiyor hava, ben balkonda çoşarken.
Kediler ayağıma dolanıyor, açız biz, derler.
Umurumda değil kediler,
hava günlük güneşlikken.
Vermedim mi onlara yemek,
ben henüz balkona çıkmamışken;
tavuk ciğeriydi verdiğim,
on beş dakikada pişen
ve onlar değil miydi
bir dakikada mideye indiren?
Kediler,
işte hep böyle isterler.
Tıpkı kadınlar gibi,
senin ciğerini de isterler.
Ah sizler, ah!..
Ne kedisiz çekilir artık bu ev,
ne de sevgilimsiz...

Murat Dicle

Kardelen

Kardelen gibi açılırım,
senede bir kere,
bilemedin iki.
Beyaz açar bazen,
bazen gri.
Bazen der, ey insan,
bazen, nerede insan.
Solarım gönlüme,
senede bir,
bilemedin iki kere.
Üzülür insan,
varsa,
yoksa
der ki öldü çiçek.

Murat Dicle