Darmadağın olmuş yüreğimle seni
Hala içimde bulamıyorum ben;
Ne de seni içimdeki her hangi organımda.
Yaşamıyorum sanki sensiz atan bu yüreğimle;
Yaşayamam ki ben,
Senin olmadığım bu yürek ile.
Sen,
Benim içimde olacaksın,
Yaşayacaksın,
Büyüteceksin beni,
Etimle kemiğimle.
Tarla kuşları gibi özgürce konacaksın tenime,
Bedenime,
Ruhumu taşıyanıma,
Yani kısaca bana.
Güneş nasıl yakar tarları da ekinler sararır,
İşte sen öyle bakacaksın bana;
Yüzüm kızaracak,
Elim titreyecek,
Ölüm gelecek ve sessizliğe gömülecek;
Benliğim,
Senliğim,
Herşeyim,
Bebeğim...
Murat Dicle
23.12.2013
23 Aralık 2013 Pazartesi
20 Aralık 2013 Cuma
Rıza üretimi
Somali,
Afrikada bir ülke. Örnek olsun diye Somali’yi veriyorum. 10 milyon
hektarlık ekilebilir alanı var, hayvancılık için oldukça zengin ve
Afrika kıtasında, okayanusa en uzun sahili olan bir ülke Somali. Ve tüm
bunlara rağmen Somali açlıkla savaşıyor. Sadece Türkiye’den değil,
dünyanın bir çok ülkesinden yardımlarla karınlarını doyuruyorlar.
Somali’de balık alamak günah, halkın kıyı şeridine geçmesi (yerleşim bölgesi olarak) yasak… Akıl almıyor değil mi? Nasıl olur da açlık çekebilirler? Yeni Dünya Düzeni işte böyle birşey. Mantalite şu: Gerektiğinde din, gerektiğinde de politika ile bir ülkeyi batırmak, yok etmektir.
Peki ne için yapılabilir böyle bir şey? Elbette dünya nüfusunu azaltmak
ve ilgili toprakları daha elit ülkeler/tabakalar için sömürmek adına.
Yeri gelmişken söyleyeyim, Türkiye olarak, Somali’ye 500 milyon TL’lik
bir yardım yapılmıştır. Bu para halkın katkısıyla toplanmış ve bu
parayla Türkiye’deki firmalardan satın alınan ürünler, Somali’ye
gönderilmiştir. Hiç sormadık, hangi firmalardan alındı bu ürünler? Allah
bilir ya, Somali’ye yardım adı altında yapılan bu girişimler, yardım
eden ülke halklarını sömürmenin bir başka yöntemi de olabilir. Bir halk,
bir başka halkı yaşatmak için maddi olarak sömürülmeyi göze alıyor…
Günümüzde genel olarak sistem, kanca atılan bir ülkeyi borçlandırmak
ve yönetimi kukla haline getirmekle başlıyor. Daha sonra milliyetçilik
fikrini ülkeden silmek adına, ülke içinde gerek mezhep gerekse de
ırkçılık gibi fitneler sokuluyor. Tam bu noktada ülkemizde yaşananları
göz önüne getiriniz. Banu Avar‘ın Böl ve Yut adlı kitabını mutlaka okuyunuz, hâlâ okumayanlarnız varsa tabii. Ha bu arada, Yeni Dünya Düzeni, bir komplo teorisi olarak anılıyor olsa da, dünya elit ülkeleri politikacılarından bu söylemi işitmişliğimiz vardır.
Seneler önce Hotel Rwanda adlı bir film izledim. 2004 yapımı bir film. Belçika Ruanda‘yı sömürgeleştirmek için, saç, boy, burun veya kulak gibi aptalca farklılıklar savını öne sürerek bir ırk kavgası başlatmıştır. Neticede Hutu ve Tutsi‘ler olarak iki kesim birbirlerini kırmışlardır. Bir milyon (1.000.000) kişi soykırıma uğramıştır. Temiz iş! Bunu Ruanda‘daki
halk kendi kendine yapmıştır. 100 gün sürmüş bir soykırımdır bu.
Birleşmiş Milletler (BM) falan hikaye… Sömürü örnekleri çoğaltılabilir.
Yeni Dünya Düzeni‘ndeki amaç sadece ülkelerin kaynaklarını sömürmeyi değil, dünya nüfusunu aşağı çekmeyi de hedeflemiştir. Yakın zamanda çıkan Dan Brown‘un Cehennem adlı kitabında bu konu işlenmiştir. Kitap, küresel elitlerin
dünya nüfusunu kontrol etmek için bir virüsü yayma girişimini
anlatmaktadır. Kitap oldukça önemli bir şeye parmak basıyor. Ve bu
gerçekten doğru. Dünya nüfusu, yıllara göre katlanarak artmakta.
Malumunuz, insanlar şu haliyle açlık çekmekteler, bir de dünya nüfusu
10-15 milyar olursa neler olacak kim bilir. Roman, bu olguyu size
kanıksatıyor. Dünya nüfusunun aşağı çekilme fikrini gizlice size empoze
ediyor. Yakın zamanda gösterime giren, Elysium adlı filmi de izlemenizi tavsiye ederim. Bu filmde de kafanızda soru işaretleri olacaktır, Yeni Dünya Düzeni hakkında.
Velhasıl, plan düşündüğümüzden de çok akıllıca devam ediyor; Yeni Dünya Düzeni
adı verilen sisteme bile isteye razı olacak gibiyiz. Tüm dünyada
yaşananları göz önünde tuttuğumuzda, ırkçılığın, dinciliğin de artık
sınırları aştığını ve artık insanların bunlardan irite olduğunu
görüyoruz. Dolayısıyle, tek din ve tek millet kavramı insanlarda yer
etmeye başladı. Sonraki sorulacak soru şu: Tek din olacaksa, papazı kim olacak ve tek millet olacaksa, başkanı kim olacak?
Murat Dicle
20.12.2013
20.12.2013
normatif.com
18 Aralık 2013 Çarşamba
Yetmez ama eyvallah!
Dünden beri bir opereyşındır gidiyor; eminim çekirdek satışları da tavan yapmış durumdadır. Çok heyecanlı
günler yaşıyoruz, değil mi? Niye yaşamıyor olalım ki, baksanıza
yıkılmayacaklarına güvenenlerin bir bir avlandığını seyrediyoruz.
Aslında, av da avcı da aynı ipin ucundan yönetiliyor. Bu, bizler için
yeni bir bilgi değil, çocuklar bile biliyor bunu artık. Bugünlerde değil
belki, ama ileride, aynı ipin ucunda onları sallanıyorken görmek de
mümkün olabilecek. Onlar da bunun farkındalar; çalmaktan vazgeçip
güçsüzleşmek yerine, çalıp, daha da güçlü hale gelmeyi hedeflemişler.
Ama yetmiyor, yetmiyor…
Cem Uzan vakti zamanında, evinin önündeki havuzun altına büyük bir kasa yaptırmıştı. Çok yaratıcıydı. Eh hali vakti yerindeydi -ki çok cıks bir şeydi o kasa. Fakat AKP’nin evlatları acınacak(!) durumda olacaklar ki onlar da ayakkabı kutularına
paralarını saklamışlar… Bankalar dururken, bir insan niye paralarını
evinde saklama ihtiyacı duyar ki? Oysa bankalar devlet güvencesindedir.
Tamam, tamam, biliyorum; tüm bunları niye böyle yaptıklarını sizler de
gayet iyi biliyorsunuz. Belli ki paralar yasal yoldan elde edilmemiş.
Hesabı verilemeyecek meblağlar bunlar.
Sadece bir tek evden; Muammer Güler‘in oğlu Barış Güler‘in evinden çıkan paralar şunlar: 320.000 TL, 90.000 USD ve 320.000 EUR; vallahi iyi para!.. Hükümet’in evlatlarını bir bir göz önüne getirirseniz, Barış Güler‘in küçük adam! sınıfından olduğunu anlarsınız. Bu küçük adamlara yapılan opereyşın, bana ufaktan, aklınızı başınıza devşirin, iması gibi geldi. Kime peki? Elbette daha büyük götürenlere. Kimden peki? Daha büyük götürenler
kadar götüremediklerini düşünenlerden… Peki ama kim, kim bu ima
edenler? Operasyonun başladığı andan itibaren, yanlı olsun, yansız
olsun, tüm medyanın işaret ettiği tek isim: The Cemaat…
Cemaat!.. Yahu Cemaat
kim ki koskoca Türkiye Cumhuriyetine karışabiliyor? Düne kadar
hükümetin yanında olan polis ve savcılar bugün birden bire nasıl
hükümetin evlatlarına karşı tavır koyabiliyorlar? Cemaat diye adlandırdığımız şeyin, Fethullah Gülen tarafından kurulan bir örgüt! olduğunu da biliyoruz, değil mi? Fazla uzatmayayım, dün başlayan operasyonlarda, bildiğimiz gibi bir adalet yok; AKP ile Cemaat‘in kendi adaletleri gereği bu böyle oldu. Anlayacağınız, birbirlerini yiyorlar; bir nevi filler tepişiyor!.. (Ha bu arada, Fethullah Gülen‘in avukatı Orhan Erdemli, vallahi muhteremin hiç bir alakası yoktur bu işlerle, tadında, Fethullah Gülen adına bir açıklama yapmıştır.)
Onlar birbirlerini yiyedursunlar, biz yedik mi peki?! Yemedik!
Yiyemedik! Onların camiasından gayri halk aç biilaç… Aklıma bir fotoğraf
geldi. Bir şehit babasının fotoğrafı! Baba, bir ayakkabısını öteki
ayakkabısıyle kapatıyordu; bırakın kutusunu, ayakkabısı yoktu!
Ayakkabısı!..
Oldu ya, Mustafa Kemal Atatürk bugün, şuan dirilse, ilk kimi, kimleri ıslak odunla dövmek isterdi? Ama öyle böyle değil; Allah yarattı demeden… Emin olun, ilk ve tek olarak CHP’nin başındakileri döverdi!.. Beyfendi çıkmış, iktidar ile işbirliği yapabileceklerini, söylüyor. Yoksa, ekonominin daha da kötüye gideceğini de ilave ediyor. Beyfendi!
ekonomi kimin ekonomisi ki? Cebimizde kaç kuruş var da bunun ekonomik
değerini takip edeceğiz? Zaten çok aç iken, daha fazla nasıl aç
olunabilir? Ölmüş biri, daha fazla ne kadar ölebilir ki? Durun bakalım, orda neler oluyor, demek varken, niye ekonomiden bahsediyorsunuz? Çıkarınız nedir beyfendi?
Bir kaç ay önce büyük bir markete girdim ve bir kaç parça yiyecek
aldım. Kasada ödeme yapmak için sıraya girdim. İyi giyinmiş biri elinde
bir adet hazır çorba ile bekliyordu. Sıra kendisine geldi ve ödemeyi
kredi kartı ile yapmak istediğini söyledi. Bir buçuk Türk Lirası idi
çorba! Aksilik bu ya, kredi kartı işlemi uzadı. Banka ile iletişim
olmuyordu bir türlü. Adam sıkıldığından mıdır, utandığından mıdır
bilinmez, parmaklarını kasa tezgahında tıkırdatıyordu… Utanmıştı
aslında! Kendimden de biliyorum…
Buraya
kadar okudunuz, zahmet ettiniz. Evet biliyorum, size bilmediğiniz
hiçbir şey yazamadım. Onlar hep yedi, yedi, yedi, yedi… Ancak biz hiç yemedik! Yemeyeceğiz de!.. Sallanırlarken ipin ucunda, çekirdeğimizi çitleteceğiz!..
Murat Dicle
18.12.2013
Normatif.com
18.12.2013
Normatif.com
13 Aralık 2013 Cuma
O NE?!
O mu ne?
O, "one" diye yazılan,
Kimilerince "Van" diye okunan;
"Van" diye söylenince,
Kimilerince "One" diye anlaşılan...
"One" diye yazılıp,
"Van" diye okunup,
"Bir" diye tercüme edilen;
Sadece "bir" sayı;
Bazen azı, bazen de çok şeyi ifade eden...
O "bir", NE ifade ediyor?
Boş ver!..
Bakın, "bir" ülkede "bir" şehir varmış;
Unutulmuş,
Her yeri depremle yıkılmış!
İnsanlar sokakta kalmış,
Ve "bir" Allah'ın kulu umursamamış.
O şehrin adı NE?
Boş ver!..
O şehrin adı NE olursa olsun;
"One" diye yazılıp,
"Van" diye okunmayandır.
Doğrusu "Van" diye yazılıp,
"İnsanlık nerede?" diye sordurandır...
Şimdi anladın mı O NE?
Anladıysan,
Bari bu sefer boş verme!..
O şehir VAN'dalların elinde;
NE bir evi yıktılar ne de yaktılar;
İnsanlığı üç kuruşa satıp,
Ruhlarını dağladılar!
O NE şimdi, anladın mı?..
"VAN" bu şehrin adı,
Anlamam mı?!
Murat Dicle
http://normatif.com/o-ne.html
O, "one" diye yazılan,
Kimilerince "Van" diye okunan;
"Van" diye söylenince,
Kimilerince "One" diye anlaşılan...
"One" diye yazılıp,
"Van" diye okunup,
"Bir" diye tercüme edilen;
Sadece "bir" sayı;
Bazen azı, bazen de çok şeyi ifade eden...
O "bir", NE ifade ediyor?
Boş ver!..
Bakın, "bir" ülkede "bir" şehir varmış;
Unutulmuş,
Her yeri depremle yıkılmış!
İnsanlar sokakta kalmış,
Ve "bir" Allah'ın kulu umursamamış.
O şehrin adı NE?
Boş ver!..
O şehrin adı NE olursa olsun;
"One" diye yazılıp,
"Van" diye okunmayandır.
Doğrusu "Van" diye yazılıp,
"İnsanlık nerede?" diye sordurandır...
Şimdi anladın mı O NE?
Anladıysan,
Bari bu sefer boş verme!..
O şehir VAN'dalların elinde;
NE bir evi yıktılar ne de yaktılar;
İnsanlığı üç kuruşa satıp,
Ruhlarını dağladılar!
O NE şimdi, anladın mı?..
"VAN" bu şehrin adı,
Anlamam mı?!
Murat Dicle
http://normatif.com/o-ne.html
11 Aralık 2013 Çarşamba
Arı! bal alacak çiçeği bilir
Dört yıl... Bir de üstüne 277 gün daha ekleyin. Tüm bu geçen zamana; neredeyse babasını tanımadan büyüyen bir çocuk, ergenliğe göz kırpan bir kız çocuğu ve kocasının elini tutmayı özleyen eşini de ekleyin... Hepsini toplarsak ne eder? adaletin(!) çıkarttığı sonuç; PARDON! + 5000 TL... Peki biz halk olarak bu toplamayı nasıl yaparız?! Şimdilik meçhul!
Mustafa Balbay'a isnat edilen suça değil, bu suça dayanarak yürütülen hukuki olaylara ve tahliyesine baktığımızda -ki hukukçuların çoğunun ortak görüşüdür-Balbay'ın ta en başından "tutuksuz" yargılanması gerektiği görüşü ağır basmaktadır. Malumunuzdur, artık siyasi çıkarlar neyi gerektirdiyse, Balbay da bunun ceremesini çekmiştir. Dolayısıyla, ailesi ve sevdikleriyle birlikte, 4 yıl 277 gün haksız yere sıkıntı yaşanmıştır.
Hüküm verilinceye kadar, haksız yere 4 yıl 277 gün "tutuklu" yargılanan Balbay, hükmün çıkartılmasından sonra, 9 Aralık 2013 günü tahliye edilmiştir. AYM tarafından "hükümlü" kabul edilen bir kişi, yine AYM tarafın, Balbay'ın yaptığı kişisel başvuru neticesinde, "tahliye" edilmiştir. Ancak bilinmelidir ki; her beraat bir tahliye olurken, her tahliye bir beraat olamayabiliyor. 34 sene hüküm yemiş birinin, tutuksuz yargılama sürecinin devam etmesi için -ki Balbay'ın hala hukuken temyiz hakkı vardır- tahliye edilmesi de bir hukuksuzluk olarak görülmektedir. Değişik bir koku yayılıyor etrafa; ne pis diyebiliyorum ne de hoş...
Bu "koku" meselesine sanırım, Ahmet Ümit'in, Beyoğlu'nun En Güzel Abisi adlı son kitabından takıldım. Kitapta geçen bir cümle, beni, hem yine! düşündürdü hem de iyi insanlar adına beni endişelendirdi:
"Azrail'e koz vermek istemiyorsan, sevdiklerinin sayısını az tutacaksın bu dünyada"
1993 senesinde; siyasi konularda oldukça cahil olduğum o gençlik çağımda, eski patronum bana bir kitap imzalayıp verdi: İngiliz Casusunun İtirafları... Kitap, Hempher adlı bir İngiliz casusunun anılarını içeriyordu. Hâlâ okumayanlarınız varsa, tavsiye ederim. Yüz yirmi sayfalık bu kitabı kısa sürece okudum ve oldukça etkilendim. Bende bir travma yarattı diyebilirim. Artık her şeye şüpheyle bakıyordum. Paranoyak gibi olmuştum. Bu hala devam eden bir durumdur bende: Şüphecilik...
Bu karışık tahliye meselesi, beni oldukça şüphelendirdi. Henüzbüyükaraştırmacıyazargiller familyasından biri olmadığıma göre, derin bir analiz yapamayacağım. Sadece şüphelerimi ve sorularımı dile getireceğim, sizlere.
Mustafa Balbay'ın AKP hükümetinin icraatlarına sıcak bakmadığını biliyoruz. Bir nevi tek başına muhalefet olmuştur kendisi. Sınıfta kalan MHP'den bile daha etkili muhalefet yaptığı söylenebilir. CHP mi? O, artık Yeni CHP... Hükümetin düdüğünüöttüren medyaya maşallah -ki Mustafa Balbay haberinin hiçbir ayrıntısını atlamadan yayımladılar. Hatırlıyoruz ama değil mi? Gezi olaylarında ortalık yıkıldığı halde, oralı bile olmamışlardı. Gezi olayları, hükümet karşıtı bir olaydır. Mustafa Balbay da hükümet karşıtıdır, kaldı ki AKP hükümetini yıkmak için asker ile darbe girişimi planlama suçu isnat edilerek tutuklanıp, hüküm yemiştir. Çelişki var! Medya neden böyle davrandı?!
AKP hükümeti genel olarak: Hayırlı olsun; hukukun verdiği bir karardır! şeklinde yorumlamıştır, Balbay'ın tahliyesini. AKP, kendi seçmenlerine gayet güzel bir"İleri Demokrasi!" örneği vermiş oldu böylece. Oysa daha önceki İleri Demokrasinin hukuku, bu tahliye kararındaki İleri Demokrasi hukukuna hiç benzemiyordu. Niye, n'oldu ki?!
Dershaneler konusuyla daha da ayyuka çıkan, Cemaat ve AKP çatışmasının bir sonucu olduğu söyleniyor, Balbay'ın tahliyesinin. AKP, Cemaate gol atmıştır. Ayrıca bana göre, hapishanedeki seçilmiş ancak henüz yemin etmemiş Millet Vekilleri için de bir umut olmuştur, bu tahliye. Böylece, AKP mavi boncuk mu dağıtıyor? düşüncesi yer etmeye başlanmıştır. Belki de, efendi olun canımı yiyin, demek istiyordur AKP: BDP'liler gelin bakim şöyle yanı başıma...
Cemaat tarafındakilerin, peki öyle olsun sen çıkışta görürsün, tadında yorumlar yapması da AKP'nin sayesinde(!) tahliye edilen Balbay'a pek hazmetmediklerini gösteriyor.
- Siz şimdi demokrasiden bahsediyorsunuz ama suçsuz insanları içeri attınız.
- Olur mu öyle şey? Bak, Mustafa Balbay içeriden çıktı. Kararı hukuk verdi.
- Valla mı?
- Valla!.. Peki bize yine oy verecek misin?
- Vermem mi?!
Bu tahliye'den AKP'nin kazancını da irdelemek gerek.
Son olarak -pek hoşnut olmadığım- aklımdaki bir soruyu soracağım: Mustafa Balbay, hâlâ davasının arkasında mı, yoksa o da mı tâbi oldu? Sanıyorum bu sorunun cevabını bizzat kendisi verecektir; yazacağı yazılar ve sarfedeceği sözleriyle...
"Azrail'e koz vermek istemiyorsan, sevdiklerinin sayısını az tutacaksın bu dünyada"
Murat Dicle
http://normatif.com/ari-bal-alacak-cicegi-bilir.html
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)