26 Şubat 2013 Salı

NOTRE-DAME'ın KAMBURU, Victor Hugo

NOTRE-DAME'ın KAMBURU, Victor Hugo
NOTRE-DAME'ın KAMBURU
Victor Hugo
Kitabın orjinal adı Notre Dame de Paris olmasına rağmen, romanın en etkileyici kahramanın talihsiz kamburu, ülkemizde bu kitabın adının Notre-Dame'ın Kamburu olarak tanınmasında etkili olmuştur.

Herşey Quasimodo (Notre-Dame'ın Kamburu) etrafında değil, romanın en değerli ve en güzel karakteri olan Esmeralda etrafında dönmektedir. Quasimodo kimi zaman tiksinilen, kimi zaman acınılan, kimi zaman talihsiz bir kurtarıcı görünümüyle, sadece bizlerin değil Esmeralda'nın da ilgisini çekmiştir. Hep aşk var bu acıklı romanın her bir sayfasında...

Baş Diyakoz Claude Frollo vakti zamanında, kilesinin tahtasına bırakılan ancak herkesin tiksintiyle bakındığı talihsiz Quasimodo'yu evlatlık edinir. "Kötü" kelimesinin, kendisi için yakıştırılamayacağı bir hayatı olmuştur, Claude Frollo'nun. Ancak Esmeralda'nın ortaya çıkmasıyle, kösnü, aşk ve elde edemenin verdiği acı ile karanlığa gömülen Frollo'nun yüreği artık "kötü"'yi içinde barındırmakta; bunu bilen ve bundan kurtulmak için "kötü"'ye daha da sıkı sarılan C. Frollo kendi "iyisi" için "kötüyü" kullamaktan hiç çekinmemektedir.

Romanda bir çok kahraman ve her birinin ayrı karakteri var. Acımasızlığın tavan yaptığı, insanlığın henüz keşfedilmediği 1600'lü yılların Fransa'sında, bu kahramanlar belalardan yakayı bir şekilde sıyırsalar da, Esmeralda ve Fare Çukurundaki kadın maalesef en acı şekilde insan olmanın mükafatını almışlar, birbirlerine doyamadan öte dünyaya göç etmişlerdir.

Yazar Victor Hugo'nun dünya klasikleri arasına girmiş bu müthiş eserini bir çok defa TV'de veya sinemada izlemiş olsanız da, mutlaka kitabını okumanızı salık veririm. 

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.


18 Şubat 2013 Pazartesi

DON KİŞOT, Cervantes

DON KİŞOT, Cervantes
DON KİŞOT
Cervantes
Çocukken yarım yamalak kısaltılmış öykü kitaplardan okuduğum ve nedense sadece yeldeğirmenleri macerasının aklımda kaldığı, bir dünya klasiği olan Don Kişot'un maceralarını bu yaşımda tekrar okumanın mutluluğu içerisindeyim. Oldukça keyifli bir okuma ile karşı karşıya kaldım. İnce espriler ve ince göndermelerle dolu bu harika hikayeyi sindire sindire okudum.

Akıllı doğan, deli yaşayan ve nihayetinde akıllanarak ölen kahramanımızın asıl adı Alonso Quijada'dır. Okuduğu sayısız Şövalye öykülerinin etkisinde kalarak, dünyaya bir kurtarıcı gerektiğini düşünür ve kendi kendine verdiği Don Kişot ismiyle, maceradan maceraya atılmayı planlar. Ancak, şanlı bir Şövalyeye layık, kendi gibi şanlı bir at gerekmektedir: Rossinante, cılız bir attır ama Don Kişot için tam bir küheylandır. Her Şövalyenin mutlaka bir Silahşöre ihtiyacı olduğunu bilen Don Kişot, komşusu Sanşo Panza'yı kendine Silahşör seçer. Eşeği ile Sanşo ve atı ile Don Kişot, maceraya başlarlar. Don Kişot'un hedefi, Dülsine'e (Dulcinea) kavuşmak ve elbette kötülerin kabusu olmaktır. Sanşo Panza ise Don Kişot'un vaat ettiği adanın valiliği peşinde olup ayrıca savaşlardan ganimet almayı da hedefler.

İlk maceraya çıktıkları dönem uzun sürmez ve yaşadıkları yere geri dönerler. İkici yolculukları daha uzun sürer ama ilginçtir, yaşadıkları yere geri dönmek zorunda kalmadan önce ünü kasabaya kendilerinden gelmiştir. İkinci maceralı yolculukları sırasında birileri Don Kişot ve Sanşo Panza'nın öyküsünü yazıp kitap halinde basmıştır. Üçüncü yolculukları hem Don Kişot hem de Sanşo Panza için hedeflere en yaklaşılan bir yolculuk olmuştur -ki Sanşo Panza bir anlamda Ada Valiliği hedefine erişmiş görünmektedir. Üçüncü yolculuk hem yükselişlerini hem de çöküşlerini içeren bir yolcukluktur. Don Kişot'un başka bir şövalyeye yenilmesiyle, söz verdiği üzere; bir yıl boyunca Şövalyelik yapmayacak ve bu dönemi evinde geçirecektir. Bu onun son yolculuğu olacak ve evinde gözlerini hayata yumacaktır. 

Okunması gereken bir hikaye ve zevkle okuyacaınıza da eminim. 

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.

 




16 Şubat 2013 Cumartesi

PARMA MANASTIRI, Stendhal

PARMA MANASTIRI, Stendhal
PARMA MANASTIRI
Stendhal
İtalyan aristokrat bir ailenin oğlu olan ve halası Düşes tarafından sevilip kollanan; Napolyon hayranı, Fabricio Del Dongo adlı gencin etrafında dönen olaylar anlatılmaktadır.

Aşkı tam olarak çözemeyen, sevgileri birbirine karıştıran, bu genç delikanlı sürekli olarak bir maraz çıkartmaktadır. Onu seven ve hatta aşık olan (kitapdaki gidişat böyle) halası Düşes sürekli onu kollamakta ve onu zor durumlardan kurtarmaktadır. Düşes'in yaşadığı şehirde etkisi büyüktür, öyle ki Prens'e bile trip atabilmektedir. Ancak bazen bu tür davranışları, genç Fabricio'nun eziyet çekmesine de sebep olmaktadır.

Kadının fendi, adamı yendi dedirtiren bir öykü anlatılmaktadır bu kitapta.

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.

12 Şubat 2013 Salı

BENİM ÜNİVERSİTELERİM, Maksim Gorki

BENİM ÜNİVERSİTELERİM, Maksim Gorki
BENİM ÜNİVERSİTELERİM
Maksim Gorki
Maksim Gorki'nin otobiyografik olararak yazdığı bu üçüncü roman, serinin son kitabıdır. İlki Çocukluğum, ikincisi de Ekmeğimi Kazanırken olan serinin bu son kitabında, Aleksey Peşkov üniversiyete girme umuduyla Kazan'a gelmiştir.

Hayatın, tüm üniversitlerin de üstünde olduğunu görüyoruz bu son kitapta. Peşkov, Kazan'a gelir gelmez hızlı bir sosyal çevre içerisinde girer. Hala kadınlar konusunda ne yapamayacağını bilmeyen Aleksey, mümkün mertebe, kadınlardan uzak durmaya çalışmaktadır. Farklı bir halk hareketinin koşuşturmacasına ister istemez katılır.

Halkçılık diye adlandırılan bu haret içerisinde, bir çok kişiyle tanışır. Yine, ekmeğini kazanmak zorunda olduğundan, farklı ilerde çalışmaktadır. Öğretmenlik için bir okula devam eder ama şartlar onu, okuldan uzaklaştırmaktadır. Keman çalmayı öğrenir sıkıntıdan. Bir ara intihar eder, ölmez. Kazan'ı terk edip, kırsal bir alanda, kültürlü birinin yanında çalışmaya başlar. Bu noktada, Y. K. Karaosmanoğlu'nun Yaban adlı eserini bire bir yaşamış gibi hissettim. Demek köylü her yerde köylüymüş; ürekek ve yabancılara yabancı...

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.


11 Şubat 2013 Pazartesi

EKMEĞİMİ KAZANIRKEN, Maksim Gorki

EKMEĞİMİ KAZANIRKEN, Maksim Gorki
EKMEĞİMİ KAZANIRKEN
Maksim Gorki
Maksim Gorki'nin otobiyografik üçlemesinin ikincisidir. İlk kitap olan Çocukluğum'da Aleksey Maksimoviç Peşkov, okumaktan yana şansı olmadığını anlıyor ve dedesinin eliyle bir ayakkabı mağazasına çırak olarak giriyor...

Gorki, kendi ağızıyla anlattığı hikaye, tıpkı kitabın önsözünde de belirtildiği gibi, sanki bir kameranın gözüyle anlatılan bir öyküdür. Gorki, bu kitapta kendi hayatını anlatıyor gibi görünse de aslında o dönemlerin Rusya'sına bakış atmamızı sağlamaktadır. İlk iki kitabı okuyunca, insanın aklında, Rusya halkının zavallılığı göze çarpıyor. Annenin çocuğa bile acımadığı, orman kanunlarının da ötesinde, vahşi bir yaşam sürmektedir, Rusya'da.

Aleksey, tüm bu olumsuzlukların tam ortasında, kendisine yön çizmeye başlamıştır. Belki bilerek belki de tamamen kaderin yön vermesiyle, Aleksey, kitaplarla oldukça haşır neşir olmaya başlıyor. Kitaplar ona, insanları ve olayları daha iyi analiz etmesinde kolaylık sağlıyor. Bir mimarın yanında çalışmak; bir gemide yamaklık yapmak; bir heykel (ikona) atölyesinde çalışmak; kuş avlayıp satmak; küçük çaplı hırsızlıklar yapmak; serseri gibi yaşamak ve tüm bunlarla birlikte ne olursa olsun kitaplara vakit ayırmak, çocukluk hayatının evrelerini oluşturmaktadır. Ah tabii, sık sık dayak yemek de onun olağan işleri arasındadır.

Bir çok kişi tarafından, Aleksey'in mutlaka okula devam etmesi gerektiği dile getirlir. Ve sonunda, Aleksey bir arkadaşının da desteğiyle Kazan Üniversitesine gitmek üzere yol çıkar -ki bu kitabın sonu, Benim Üniversitelerim'in de başlangıcı olmaktadır.

Şimdiki hayatımızla, o dönemin Rus halkının yaşantısı mukayese edebileceğimiz, harika bir yaşam öyküsü. Mutlaka okumanız gereken bir klasiktir.

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.