12 Ocak 2014 Pazar

Yazıp çizmek hakkında...

Yazar, düşüncelerini yazarken, okuyucularının kendi fikirleriyle donatılmasını ister; buna  bencillik de diyebiliriz: Bu, yazarın içine doğduğu dünyada kendini daha güvende hissetmesini sağlayacaktır -ki kendiyle aynı fikirde olanlarla bir çatışma söz konusu olmayacak ve olmayacağına da inanacaktır. Fakat, yazarın bu bilinçsizce (bazıları bilinçli olarak yapar bunu ve kendine bunu iş edinmiştir) davranışı, okuyuculara gerçek bir doğruyu yansıtıyor mu, yansıtmıyor mu, işte bunu, ürettiği eserler üstünde tartışarak bir sonuca varabiliriz.

Neresinden bakarsak bakalım, yazar, bencildir. Ya yukarıda dediğim gibi kensidiyle hem fikir olmamız adına fikirlerini empoze eder okuyucuya ya da yazar, oportünist davranır okuyucuya ve yazdıklarının satış grafiğini arttırarak maddi olanaklara kavuşmak ister.

Okuyucuların -ki bazen bizler de yazar oluruz- yazarları derin eleştiri yapabilecek kadar gerçekçi, felsefi ve edebi olmaları gerekir. Gerçekçilik, inatlaşma değildir; size sunulan gerçek doğruları, sizin yanlışlarınızla değiştirmeyi bilmek demektir.

Kendi adıma, şuan sahip olduğum doğrular, her an başka bir doğru ile değişebilceğini bilerek yaşamaktayım. Doğrularıma sarılıp, durağan bir ömür sürmek yerine, doğrularımı doğrulayan ya da yanlışlayan yeni bilgilere hevesle kucak açarak, dört gözle ve kulakla, gelen her türlü bilgiyi -ki sonuçta ister doğru ister yanlış olsun- beynimin içine alarak işlemeyi iş edindim kendime. Velhasıl hayat bu benim için...

Murat Dicle
12.01.2014

11 Ocak 2014 Cumartesi

Kadına...

Doğrusunu söylemek gerekseydi, seni tanımayı değil sadece sana sahip olmayı isterim, derdim. Onun nerede doğduğu, geçmişte neler yaşadığı, ne renk sevdiği, hiç önemli değil benim için. Sadece onunla yarattığım an'ın bana getirdikleriyle dolduracağım cesaretimi -ki bu cesaret ile sırtlanacağım yüklerimi düşünürüm; onu, ondan doğacak çocuklarımı -ve varsa ondan önce tüm sahip olduklarımı; ödülüm olarak, bir daha, bir daha yaşayabileyim diye bu ateşli anları. Bir döngü bu aslında, en çok kadının -ve varsa kadınlarımın- yararına.

Sözün kısası, aleni olmak tehlikeli olacaktı; istediğimden vazgeçmek, ona sarılamamak ve yüklerimin altında ezilmek. Bu yüzden gizlerim ya niyetimi; çiçeklerde, çikolatalarda, mum ışığında yenilen yemeklerde; onu dinliyormuş gibi görünmelerimde; ateşini arttırsın diye verdiğim hediyelerde:

İşte bunlar benim, yani erkeklerin biricik benciliği için değil, kadının yüzlerce bencilliğine yeter olsun diye. Ey kadın! Beter olsun istemiyorsan, sorgulama, ver ateşini, yaksın isterse kendini; küllerinden doğan, bak gör nasıl da sana yetecek, senin geçmişin ile geleceğin arasında yaşayan, an'larda çoşan bu erkek...

Pekâlâ, bu çok mu âdice?

Değil, inan değil! Bu erkek, sadece bir erkek: Yüklenmekten kıvanç duyan, yüklerinin altında ezilmekten gururlanan, senin ateşinde kavrulan, terleyip üstüne yığılan, senin içine akıttığı dölleriyle büyüyen karnına hayran olan, karnını doyurmandan mutlu olan, doğuracağın çocuğundan da çocuk olan bir adam bu...

Ey kendini fahişeyle kıyaslayan kadın!

Bir fahişeyle yaşanabilecek anı, misli mislini ödeyip, seni yatakta sarıp sarmalayacak duruma getiren erkekten hiç mi kıvaç duymazsın? Niyeti yalnızca bu muydu? Aptal derim ben o erkeğe, şayet niyeti sadece kadını yatağa atmak ise. Kıvanç duy kadın, kıvanç!.. Harcanan her kuruşa değersin sen. Değmeseydin eğer, çok daha azına, senden güzeli âmade olmayacak mıydı, erkeğine? En güzeli değilsin belki sen! Ah o kahpe düşüncelerinden sıyrılıp, kendini küçük düşürmesen; ve bir fahişenin kazancıyla, senin kaybettiğini zanetiklerinle bir tutmasan kendini: Sadece o değil, sen de istiyorsun diye sevişilebileceğini bir öğrensen; tecavüze yeltenmeksizin, sadece bir zevk uğruna...

Bak kadın, erkek sevmez fahişeleri, ne kadar ucuz olursa olsun. O'nun kendi istemez fahişelerle yatmayı, kendi çıkmaza düşer de aç kalır içinde, işte o zaman duygularını yansıtır ister istemez ben'ine; ben'i çareyi iletir kendine: Hadi git bir fahişeye... Ve erkek gider; mutlu olan ben'idir, asla kendi değildir: Kirlenmiştir kendi...

Sen, sana bir kuru ekmeği getirmekten acizi dışlayan kadın: Ey vefasız!

Yatağına almaktan tiksinen, toplum önünde onu küçümseyen, onun nezaketinden faydalanan, onun zevklerine burun kıvıran... Dinle beni kadın! Bu bir sövgü değil sana; gelecekte bana ileteceğin bir övgü olacak, dinlersen sözlerimi sonuna kadar.

Anlatmadım mı sana yukarıdaki döngüyü; bak bir daha oku, nasıl kazanılırmış bir övgü. İlk başlatan sen olmalısın bu döngüyü, yoksa ezdiğin erkek acımaz, eder sana her türlü sövgüyü. Cesaret edemeyecek misin? Uzak dur öyleyse; ne onu ez, ne de onurunu...

Sanma ki erkek üstündür senden; denklik vardır: Bir bütünü oluşturur, birbirinizdeki eksikler. İhtiyaçlar vardır; onun sende, senin onda bulabileceğiniz.

Kadın sanma ki sana düşmanlık ediyor bu satırlarım. Biliyorum, bir çok erkek de okuyacak bu satırları; ağızlarından salyalar akanlar da, kadın nedir sorusuna en doğru cevap verenler de. Kadını bilen erkeğe ne diyeceğiz? Deme bir şey, sevebiliyorsan sev; döngüyü başlat -ki dönsün: Böylece hem yaşa hem de yaşat; ikinizin de ihtiyacı var buna.

Ey, salyalı köpeği yetiştiren, kızını fahişeliğe öykündüren, kahpe!

Şikayet mi ediyorsun erkeğinden? Öyleyse nedir çocuklarına verdiğin bu öğütler:

Kızına, oran güzel, buran güzel deyip, gizli gizli fahişeliğe özendirip, fiyat biçmeler; oğluna, elinin kiridir aferin, demeler; intikam mı bu şimdi? Hayır, hayır bu bir intikam olamaz! Bu düpedüz kahpelik!

Ey mutlu olmayı hak edenler: Kadınlar ve erkekler!

Bakın yukarıda anlattım, çok kötüdür bu kahpeler. Onun oğlu ya da kızı, ya bir gün denk düşerse, senin kızına ya da oğluna! Ya da gelecekte doğuracak olanlarına. Düşündün mü felaketi? Ey kahpelikten sakınan kadın; vakit varken el koy: Eğitin o kahpeyi, görürseniz şayet; yüksünmeyin, yük edin kendinize; erkeğiniz kıvanç duyarken yükleriyle, sen ilgilen onunla, çocuklarının hatırına...

Kadın, söylenecek çok şey olsa da, son sözüm olsun bu sana!

Terk edildiğinde, vaktiyle vererek yitirdiklerine ağlaman boşa; oysa vererek, bu hayatı bir müddet de olsa sürdürülebilir kılman, seni yüceltmeli. Pişiyoruz her tek edilişimizde ve terk ettiğimizde. Terk edilişlerde şükretmeyi de bilmeli, tıpkı benim gibi: Şükürler olsun beni terk edenlere ve terk ettiklerime...

Murat Dicle
11.01.2014

10 Ocak 2014 Cuma

Nazik, pek nazikçe...

Nezaketimizden ödün vermek istemesek de,
Şahit olduğumuz bu aymazlıklara,
Nazik sözler söylemekte zorlanır olduk,
Yediden yetmişe…
Nezaketimizin sınırlarını,
Her türlü ahlaklızlığa karşı koruma içgüdüsüyle;
Yeni yepyeni lügatlardan
Ve jargonlardan,
Derin küfürler türetir olduk;
Hâlâ nazik ve kibar kalalım diye.
Dokunsun istedik sözlerimiz onlara,
Nazikçe dürtsün istedik bu ahlaksızlara.
Oysa,
Ne konuştuğumuz bu dilden,
Ne de dilimizden türeyen
Bambaşka lügatlardan da anlamadı,
Ahlaksızların, aymazların imamları.
Bir tükürüğümüz kaldı geriye,
Hani şu terbiyesizlere,
Sırf belki anlarlar diye;
Oysa hediye kabul ederler,
Yüzsüzlüklerinden aşağı kayarken,
Çok eğlenirler…
Varsın bize artık küfürbaz desinler!
Ahlaksız desinler…
Ahlaksızlığımız yüceltsin bizi;
Aymazların ahlaksızlığına,
Sürünün imamlarına,
Her küfredişimiz.
Lanet olsun onlara her sövgümüz;
Bakın,
Övgümüz olacak her küfrümüz,
Büyüyorken çocuklarımız.
Dönmesin bu laflar geri;
İncineni incitmesin,
Tâ ki yüreklerine işletsin,
Kendini imam sanan bu terbiyesizlerin!
İşte budur Tanrı’dan,
Ahlaksız imamlar için tek isteğim…
Murat Dicle

8 Ocak 2014 Çarşamba

Bir tüy misali


Sevgilim...

Bana, kendim'den geçirdiğin sen'deki kendi duygularını, ben'im işleyerek -ve böylece kendim'i telkin ederek, sırf sen'i daha mutlu edebilmesi için kendine yazdığım tüm -ki ben'im için güzel ve doğru olan- sözlerimi hâlâ anlayamamış olman, sen'in kendini, tıpkı bir çölün ortasında yapayalnız bir tüy misali oradan oraya uçurman gibiydi; ve bu, kendi adıma, sen'in için daha fazla bir şey yapamayacağımı da gösteriyor; üzgünüm, ne ben sen'in için, ne de sen kendin için bir şeyler yapabiliriz -ki artık "biz" değiliz; seni, sen'in ile kendi başına bırakıyorum..

Murat Dicle

6 Ocak 2014 Pazartesi

PANORAMA, Yakup Kadri Karaosmanoğlu

PANORAMA, Yakup Kadri Karaosmanoğlu
PANORAMA
Y. K. Karaosmanoğlu
Türkiye'nin 1933 ~ 1950 seneleri arasında geçen dönemini, panoramik şekilde anlatan bir romandır. Farklı bir çalışma. Yakup Kadri'nin daha önceden Yaban adlı eserini okuduktan sonra bu çalışması çok daha ağır geldi diyebilirim. Sadece bir roman gözüyle bakmak yanlış olacaktır. Cumhuriyet tarihi tespitleri içermektedir sıklıkla. Öyküde bir çok baş kahraman vardır. Baş kahramanlar, Cumhuriyet'in ve Atatürk'ün ölümünden öncesini ve sonrasını daha iyi anlayabimemiz için rollerini yerine getirmişlerdir.

Özellikle 1946 seçimleriyle başa gelen Demokrat Parti dönemindeki "kötüleşme" süreci çok dikkat çekiciydi, benim için. "Şu günlere nasıl geldik?" sorsunun cevabı niteliğinedir. Kitabın sonunda işlenen cinayet, şu son altı ay içinde sıklıkla gördüğümüz cinayetlerden farklı değil. Okunması gereken bir kitap. Ara ara sıkılabilirsiniz, ancak alacağınız bilgilere değer.

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.