Nicelikli meşhurlarımız, patronlarımız, yöneticlerimiz var; nitelikli fakirlerimiz, sanatçılarımız, zanaatkarlarımız, sürünenlerimiz var...
Niçe (Friedrich Nietzsche) Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı eserinde nitelikli ve nicelikli insanlara sık sık dem vurarak, üst-insan olma yolunu derin bir felsefe içerisinde açıklıyor. Her türlü yoruma açık...
Niçe'nin bu bahsettiğim kitabını hala okumaya (anlamaya) çalışıyorum. İki sene oldu, ve dönem dönem kitaptan 20-30 sayfa okurum. Tam anlayarak, sindirerek okumak istiyorum bu eseri. Bendeki kitapbın tercümesi ile ilk defa Türkiye'ye tercüme edilen kitap arasında özellikle bir kelime üstünde çok gelip gittim: Değim ve Erdem. Değim, bendeki kitapta geçiyor, ilk tercüme edilen kitapta ise Erdem olarak geçiyor. Değim'in TDK sözlük açıklaması şöyle: Liyakat...
Liyakat:
- isim Bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu, değim
"Liyakat ve namusa dayanan zenginliğe düşman değilim." - M. Kaplan
- Kifayet
"Her birimiz kendi liyakatimize göre, üzerimize bir vazife almalıyız." - Y. K. Karaosmanoğlu
Erdem:
- isim Ahlakın övdüğü iyi olma, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliklerin genel adı, fazilet
"Spor, alçak gönüllülük gibi bir erdem aşılar sporcuya." - N. Cumalı
- felsefe İnsanın ruhsal olgunluğu
Niçe'nin orijinal kitabında ise Tugend olarak geçer bu bahsettiğim kelimeler. Genel olarak Almanca-Türkçe sözlüklerde Tugend: Erdem ve Fazilet karşılığı ile yer almaktadır. Burada konu Niçe'nin kitabı değil, bu kitabın tercümesinde ortaya çıkan iki farkılı kelimenin (Erdem ve Liyakat) bana düşündürdükleri...
Şimdi, bana göre -ki Erdem ve Liyakat kelimelerini baz alırsak, ülkemizde Nitelikli kişi, bir baltaya sap olamamış Erdemliler sınıfına giriyor (istisnaları göz önüne bulundurmuyorum); Niteliksiz kişi, Erdem sahibi olamamış, bir şekilde(!) Liyakat sahibi olmuşlar sınıfına giriyor.
Cumhuriyetin kurulduğu günlerde nitelikli ve erdem sahibi kişilerin verdiği liyakatlar, erdemli inanların üzerinde oldukça nitelikli duruyordu. Dolu doluydular bu kişiler. Aldıkları vazifeleri erdemleri gereği en iyi şekilde yapmaktaydılar. 1950'lere kadar baktığımızda bunun böyle sürüp gittiğini görebiliriz.
Sonraları halkın niteliksizleştirilmesiyle kabul edilebilir hale gelen belagat sahiplerinin liyakat sahibi olmasıyla, ülkenin içi tamamen boşaltılma yoluna gidildi. Boşaltılıyor hâlâ...
Çünkü, erdemsiz liyakat sahipleri, işin aslını gerçekte yapabilecek kabliyette değiller. Erdemsizliklerinden olsa gerek -belki arada saf dilli nitelikli kişiler de vardır, işi, kendilerine öğüt edildikleri şekliyle yapmakta ve sadece işin altına imzalarını atmaktadırlar. Ülkenin olduğu kadar, içinde yaşayan insanların da içi boşaltıldığından, tüm bu gidişatta bir anormallik görememeleri oldukça normaldir.
Tersten gidelim, ve medyayı ele alalım: Günümüzde Ayarlı Basın adıyla ayan beyan erdemsiz liyakat sahibi muhabirleri, yazarları vb. görmek artık bizim için hiç şaşırtı değil. Yanılıyor muyum? Erdem sahibi olan nitelikli vatandaşlar tüm bu Ayarlı Medayı gayet güzel tanıyor ve yorumluyor. Peki ya, eğitim ve dinin etkisiyle, niteliksiz vatandaşlar tüm bu Ayarlı'ları nasıl tanımlıyor acaba? Cevap, 2002'den 2015'e kadar hala başımızda duran AKP'de yatıyor...
Popstarlarını(!), sinema sanatçılarını(!), görsel medyada boy gösterenleri vs. de işin içine katabiliriz. Gerçekte bir baltaya sap olamamış ama baltanın sapını teşkil eden odunluğun etrafında tavaf edenlere kurmaca liyakatlar verilmesiyle, ben oldum anne, sevinç nidalarını duyar oldu bu ülke. Çok güzel giyinen, çok para harcayan, gecede iki asgari ücreti iç edenleri magazin programlarında gören halk, onların erdemlerine(!) ve liyakatlarına(!) gıpta ile baktılar. Onlar da onlar gibi olmak istediler. Öykündüler hep onlara... Ve bir gün...
Bir gün, işte bu gıpta ile bakan, niteliksiz, belki henüz erdemlerini kaybetmemiş kişilere liyakatlar verilmeye başlandı, yönetimlerce. Şimdiye kadar hiç bir liyakat sahibi olamamış, embesillikten bir tık üstte bu kişiler, magazinlerde boy ölçüşenleri kendilerine gıpta ettirmişlerdir. Düne kadar bir hiç gibi yaşayan bu insanları görenler, bizim neyimiz eksik, diye düşünerek, kendilerine verilecek her türlü liyakatı sahiplenmek için can atmışlardır. Bu yolda ne gerekirse de yapmışlardır:
Oy mu, al sana oy!..
Kapanmam mı gerekiyor, al işte kapandım!..
Namaz mı, Elhamdülillah, beş vakit kılarım!..
İftira mı, yazarım, al sana en alasından köşe yazısı!..
...
Meseleyi, örneklerle uzatırım da uzatırım aslında. Zaten "leb" demeden "leblebiyi" anlayabilen nitelikli insanlar, beni şimdiden gayet iyi anladılar.
Şimdi, elimizde kullamamız gereken, çok ciddi bir silah var, tüm olanlara karşı çıkabilmek adına. Ancak, bu silah maalesef niteliksiz kişilerin elinde ve bizim ona şimdilik yaklaşmamız zor gibi görünüyor. Bu silah, eğitim sistemidir... Öyle sadece çocuklar için değil, yaşını başını almışları da kapsayan bir eğitimden söz ediyorum. İçi -ki ruhuyla birlikte- boşalan insanları nitelikli hale getirmemiz gerekiyor. Liyakat sahibi olmanın yanlış bir şey değil, Niteliksiz ve/veya erdemsiz kişilerin çıkarları uğruna niteliksiz kişilere liyakatlar dağıtmalarının yanlış olduğunu öğretmeliyiz. Kişinin kendini bilmesini, neyi bilmediğini bilmesi gerektiğini öğretmeliyiz.
Elde edilen gelirlerin, varlıkların tek başına doğru bir şey olamayacağını, komşusunun aç yatarken kendisinin tok yatmasının yanlış olacağını öğretmeliyiz. Aç yatan komşunun, kendisinin bir gün, ah, diye düşüp bayıldığında, aman, deyip yardımına koşacağını, dolayısıyle tok yattığı günlerinin ızdırabını çekebileceğini söylemeliyiz. Asıl olanın, hep birlikte insanca yaşamamz gerektiğini, üstüne basa basa öğretmeliyiz...
Ben yazarken yoruldum, tüm bu naçizane önerilerimi uygularken ne hal alacağımızı da tahmin edemiyorum.
Hepimize kolay gelsin öyleyse...