5 Mayıs 2012 Cumartesi

VEDA, Ayşe Kulin

VEDA, Ayşe Kulin
VEDA
Ayşe Kulin
Sizleri bilmem ama, ben Türk yazarlarını beğeniyorum. Geleneksel bir tarzları var. Edebi yazım tarzından vazgeçmiyorlar. Okurken sürekli olarak beni hayal etmeye zorluyor, dolayısıyle kendimi, anlatılanları bir bir yaşıyor gibi hissediyorum. Çağımızın -ki sadece okuduklarımı baz alarak söylüyorum- yabancı yazarlarında, edebi yaklaşımı pek göremiyorum. Heyecan, macere vb. şeylerde daha usta olmalarına rağmen -belki, dilin beceriksizliği yüzünden- edebi bir yazım tarzları yok gibi geliyor. Zaman içerisinde daha fazla kitap okudukça tahlilimin derinliğini de arttıracağım.

Ayşe Kulin'in VEDA romanı, Osmanlı'nın bitiş ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna kadar olan yıllarını anlatmaktadır. Bir roman olmasının yanı sıra, sizlere tarih dersi de vermektedir. Bu açıdan öğretici bir kitap olduğunu da söylebilirim.

Bu romanda, herşeyin sonu anlatılıyor, herşeye veda ediliyor. Son Maliye Nazırı, Son Padişah vb.. Herşey bitiyor ve yepyeni, ama sancılı günlere gebe bir gelecek başlıyor.

20 Nisan 2012 Cuma

DURU AŞK 1/5

BAŞLAMADAN ÖNCE:

Bu benim ilk uzun metrajlı denemem olup; basit/düz bir kurgu yerine, iddaalı bir kurgu ile karşınıza çıkmak istedim. Hikayenin tam anlaşılması için, tüm bölümlerinin okunması gerektiğinin altını çiziyorum. 

Sadece kullandığım dili değil, hikayenin kurgusuyla ilgili yorumları da merak ediyorum. Ortalama bir kitap okuyucusu için, 45 dakikada okunacak bir hikayedir. Şunu da kabul edelim ki, PC ekranından bu tip şeyleri okumak yorucu oluyor.

Son olarak, bu, şimdiye kadar okumuş olduğum, yerli/yabancı tanınmış yazarlara ait tüm roman ve öykü okumalarının öğretisi ve kendi hayal gücüm katkısıyle ortaya çıkmış bir eserdir. Bu esere, tüm bölümlerini okuma şansı tanıyacağınızı umuyor ve okunduğunda da zihninizde bir BÜTÜNLÜK oluşacağına inanıyorum.

** Buradan okumak zor geliyorsa, PDF formatında okumak için tıklayınız.

- Bölüm 1: Evde -

Çalışan bir insan olmak, hafta içi geceleri uyuyamamak ve sabahları da uyanamamak anlamına geliyor. Saatin alarmı çalalı beş dakikadan fazla olmasına rağmen hala yataktayım. Bu keyif bana, bir sabah kahvesinden vazgeçmeme mal olacak. Sanki uyuyalı, on dakika olmuş gibi geliyor. Yetmiyor bu uyku bana. Az daha uyumalıyım. "Beş dakika daha, lütfen" derdim anneme, beni okula göndermek için uyandırdığında. O beş dakika sanki asırlarca yetecek kadar beni zinde tutar sanırdım. Yetmiyor, ne beş dakika ne de bir boyu uyumak. Asla yetmez, çünkü işe gitmem gerek biliyorum. Peki, ya pazar günlerine ne demeli? Çalışan insanın laneti değil midir pazar günleri? Saati kurmadığınız halde, erken saatte uyanırsınız, zorlasanız da uyuyamazsınız. Pazar? Ah, evet ya bugün pazar değil miydi? Aklım karıştı, beş dakika daha uyusam olmaz mı? Bugün pazar, doğru mu gerekten? Ne mutlu, hem pazar hem de uykum var. Avize sallanıyor. Rüzgar var odada. Bedenim ürperdi, uykusuzluk ağır basıyor. Yanı başımda, komidinin üstünde duran saati -alkolünde etkisiyle- ertesi gün uyanmak için kurmuş olmalıyım. Erken uyandığım için üzülmeli miyim, yoksa bugünü haftaiçi zannettiğimde, aslında bugünün pazar olduğu sürprizine sevinmeli miyim? Sevindim ve ayıldım!

DURU AŞK 2/5


- Bölüm 2: Dışarıda -

 "O günlerde gelecek, Duru" dediğinde elini elime doğru uzattı ve farkında olmadan elini sımsıkı tuttum. El ele tutuşarak durağa doğru, keyifli adımlara yürümeye devam ettik. "Nereye gidiyoruz?" diye sorduğumda, "Bugün Taksim'e gidelim dedim, biraz değişiklik olsun istedim" diye cevap verdi. "Ama oralar çok kalabalık, istemiyorum kalabalık yerlere gitmeyi" desem de tatlı bir iknayla, "Güzelim, kalabalık içinde yalnızlığı yaşatacağım sana. İstiklal'de yürürken yalnızca sen ve ben olacağız" dedi. Gerçektende, Cenk ile yolda yürürken sadece ikimiz varmışız gibi geliyor bana. Yanımdan geçenleri hiç farketmiyorum. Mesela şu yanımdan geçen gözlüklü adamı farketmemek mümkün mü? İnanmıyorum ya, bu aynalı gözlükler hala tedavülde mi? Gözlerimi görüyorum yansımada.. Gözlerim, evet gözlerimde gözlük yok. Akıl mı kaldı bende, aceleyle çıktık dışarı. Hava sabahın aksine güneşli, yakıcı olmasa da, güneş gözümün içine batıyor sanki. Yürüyoruz hala, bir dakikaya kalmaz durağa varmış olacağız.

DURU AŞK 3/5


- Bölüm 3: Yerde -

"Ceeenkk?" diye bağırdım. "Cenk, bebeğim n'olur, kalk lütfen" diye seslenirken bir yandan da bedenini kucaklıyor ve ayağa kaldırmaya çalışıyordum. Olmuyor tepki vermiyordu. Bir avuç! Evet, bir avuç içinde; şifa duası taşıyan ve umut beklentisini arttıran bir kaç damlalık su. Cenk'in ensesini ovalıyordu kadın. Gözlerime acı acı bakarak, yavaşlıyordu elleri. Avuçlarını çekerken ensesinden, "biri doktor çağırsın, ambulans çağırsın" dediğini duyuyorum. Doktor ve ambulans? Ambulans sesleri tıpkı sabah duyduğum saatin alarmı gibiydi. Hep acı gelirdi bana. Ses ile gelen ambulans her zaman içinde acı taşırdı. Ben hiç bir zaman, içinden mutlu ve el ele inen çiftleri görmedim. "Harika bir yolculuktu sevgilim, memlekete de ambulansla gidelim.." denir miydi böyle birşey? Olabilir miydi? Ambulans hep acı mı taşımak zorundaydı? Acı, öyle acı gelen bir ses duydum ki, "Ayyy, ayyy Allah'ım kan geliyor burnundan.." Kan? Acı? Haykırışlar, kim bunlar? Yana dönen yüzünü görüyorum Cenk'in ve gürül gürül akan kanı izliyorum burnundan. Çok güçlü bir akıntı, tıpkı Tortum Şelalesindeki gibi.. Foşurduyordu sanki. Öyle mi görüyordum acaba? Bu insanlar, ona zarar mı veriyorlar, Cenk size ne yaptı? Rahat bırakın onu, lütfen gidin, gidin..

DURU AŞK 4/5


- Bölüm 4: Hastanede -

"Doktor hanım, artık kalksanız diyorum.." diyen kardeşimin sesi ile gözlerimi açıyorum. Avize hala aynı yerde, sallanmıyor. Pencere de kapalı. "Pencereyi yine açık bırakmışsın, hava o kadar iyi değil abla. Böyle giderse, üşüteceksin." Bunu son zamanlarda hep yapıyordum. Altı gün önce, işbaşı yaptığım yeni hastanemde göreve başladığımdan buyana, içimde bir garip bulantı oluyor hep. Temiz hava girmeli odama. Saate bakıyorum, 07:15'i gösteriyor. Bugün pazar değil, bunu çok iyi biliyorum. Ve benim ne olursa olsun işe gitmem lazım. Ah, iyiki evim hastaneye yakın. Ancak, kahve keyfimden vazgeçeceğim aşikar. Ani bir hareketle bir çırpıda yataktan çıkıyor, bir yandan komik bir kaç el kol hareketiyle, diğer yandan da kardeşimi iterek tuvalete koşuyorum. Tuvaletteyim, "foşşş".. Ah, çok tanıdık geldi bu an. Bu bir dejavu sanki. Hatırlıyorum, ne yapıyor acaba? Dünkü olaydan sonra fazlasıyle bitkin düştüm. Olsun en azından onun yaşıyor olması sevindirici. Dün çok acemi gibiydim, hiç kimseye yardımcı olamadım. Hakkımda ne düşündüler acaba?