17 Haziran 2013 Pazartesi

Taksim Gezi ve Kazlıçeşme farkı

Kazlıçeşme mitinginden sonra düşündüm, (evet arada bir düşünebiliyorum)
Şunu anladım ki, bir zafer bedava kazanılmışsa ne ekmek ne de bayrağın değeri olmuyor!

Çocukken, yere düşen ekmeği, üç kere öpüp başımıza değdirir sonrada bir kenara koyardık. Bunun bir anlamı vardı. Bir bayrak gördüğümüzde, saygılı tavırlar içerisine girerdik. Okulda aşı olurken, doktorlar veya öğretmenler, bayrağa bakın, derlerdi de acı hisetmezdik, aşı olurken. Tabii, bu ülkenin bedavaya/zahmetsizce kurulmadığını; binbir zorluklarla bu hale getirildiğini, öğreten ebeveynlerimiz, abilerimiz ve ablalarımız bize böyle davranmayı öğütlemişti.

Kazlıçeşme mitingi sonrasında -ki fotoğraflarda ve videolarda da göreceğiniz üzere- yerlerde Türk bayrakları ve ekmekler (yiyecekler) görünmektedir. Bedava şeylerin değersizliğine bir işarettir bu. Gezi Parkı'nda ise, bunun tam tersi bir davranış söz konusuydu. Daha derli toplu, aklı başında insanlar çevreyi hem temizliyor hem de manevi değerleri ayaklar altına almıyorlardı. Bedava (hükümetten) değil, halkın kendi kendine veya kendi ceplerinen getirdiklerini yiyip içiyorlardı. Dahası, kendi yol paralarını kendileri veriyorlardı. Kimse onları evlerinden zorla alıp direnişe katmadı, hiç kimse! İşte bu "adi" insanlar, Başbakan'ın "bir tarafının kılı" olanları da kurtarmak, gelecekte daha onurlu ve kendi kendine yetebilen bir ülke olmak adına, direniyorlar; sağduyulu bir şekilde gaz ve tazyikli su yiyerek!

Sokaklarda, AKP'li gençler ellerinde sopalarla, nerede bu çapulcular, diye sürü halinde dolaşıyorlar. Peki, sürü halinde, nerede bu AKP'liler diye, ellerinde sopalarla dolaşan bir çapulcu gurubu gördünüz mü? (provokatif girişimleri lütfen delil diye sunmayın) Çapulcu gurubunun en temel sloganı, hükümet istifa, değil mi? Bu sloganı, polisin kışkırtmasına rağmen, saldırısız ve silahsız atmak, bir hak değil midir? Taş atanlar ve hatta molotof kokteyl atanlar olmadı mı? Oldu elbette, ama bunların kim olduklarını da gördük. Ayrıca, heyecana kapılıp, direnişin ruhunu tam anlayamayan genç kardeşlerimizin kanının kaynamasından da doğan, kabul edilmeyecek olaylar oldu; bu tasvip edilmedi gerçek direnişçiler tarafından, ivedilikle kınanıp, doğru bir direniş için gençler yönlendirilmedi mi?

Velhasıl son sözüm hükümete: Bugün bedavaya satın aldığınız halk da sizi o derece kolayca gözden çıkartacaktır, unutmayın!

- murat

13 Haziran 2013 Perşembe

Osuruktan bir direniş miydi, bu?



Velhasıl arkadaşlar, bu direniş osuruktan bir direnişmiş meğer ki tamamiyle TEST amaçlı olarak devletin kontrolünde yapılmış. Her türlü iletişimin sonuna kadar açık ve işlevsel olarak kullanılabildiği bir ortamda dahi, devlete karşı bundan daha fazlası yapılamayacağı test edilmiş oldu. Ne olacak, ne olacak dedik durduk, işte olan oldu.

Daha önceden de testlere tabii olan Türk Halkı, bu son test ile "ruhsuz, yılgın ve tembel" izlenimi dışına pek çıkamamıştır. Coğrafi olarak ve popülasyon olarak ele alırsak, oldukça küçük bir parçamız direnebilmiştir. Ki bu satırları yazan adam hala Taksim'e gitmiş bile değildir. Ayıbım bana olsun! Eh ben de en tembel olmadığım alanda faaliyet göstereyim: Yazayım!

MİT'in tıpkı SS askerleri gibi davranmaya başlaması ile, halk daha da fazla kaderine gömülecektir. Sesi soluğu daha da kesilecektir. Korku, eskiden köşe başındayken, artık, evimizin odasına kadar girebilecektir.

Görünen o ki geldiğimiz nokta, bir siyasetçimizin söylediği söze uygun düşmektedir: "...bu kanlı mı olacak, kansız mı?!"

Buyrun, "AKP SS Subayları" yasası çıktı. SS diyince çoğunuza tanıdık geldi değil mi? Bakalım Hitler'in SS subayları neymiş, sonrada haberi okursunuz:
SS (tam ad: Schutzstaffel, Türkçe: Koruma Timi), önceleri Hitler'in kişisel muhafızlığını yapmak üzere kurulan birliklerdir. İlk kurulduğunda, polis görevi yapan silahlı parti militanlarından oluşuyordu. GÖNÜLLÜLERDEN ve Avrupa'nın her yanından ZORLA görevlendirilenlerden oluşan birlikleriyle, savaşın sonlarına doğru sayıları yaklaşık 900.000'i buluyordu. SS'e bağlı askerlerin en önemli özellikleri "Onurun Sadakatindir" ilkesinden sapmaksızın Führer'e kesin boyun eğmeleri ve bağlılıklarıydı. (wikipedia)
Hadi bakalım şimdi haberi okuyalım. Tehlikenin farkında mıyız, değil miyiz, karar verelim!

HERKESİ SALAK GÖRÜP, Bİ KENDİNİ AKILLI GÖRENLERİN ÖZELLİKLE OKUMASINI DİLİYORUM!

Bundan sonraki kısım GazetecilerOnline.com sitesinden
olduğu gibi alınmıştır...

Tarih: 12 Haziran 2013, 16:59

Erdoğan tam faşizme geçiyor... “Hitler” yasası teklifi

Diktatörleri aratmayan sert ve inatçı tutumuyla Türkiye’yi 15 gündür süren kesintisiz çatışmalara sürükleyen, ülkeyi savaş alanına döndüren Başbakan Erdoğan, katıksız bir faşizme geçmeye hazırlanıyor. Hazırlanan bir yasa teklifiyle MİT, İran’daki “Devrim Muhafızları”na döndürülüyor. MİT’e her türlü fişleme, operasyon, cinayet ve toplu infaz yetkisi veriliyor. Anayasa fiilen askıya alınıyor ve Türkiye Cumhuriyeti, adeta MİT Cumhuriyeti’ne dönüştürülüyor.

Taraf Gazetesi’nden Mehmet Barasu’nun haberine göre; Başbakanlık ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) yeni bir yasa teklifi hazırladı. Teklifin adı, “2937 Sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu ile Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı Taslağı”. Teklifle mevcut MİT Yasası’nda değişiklik yapılması öngörülüyor. Teklif, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a iletildi.

Haberde, Taraf’ın AKP’nin yürüttüğü “gizli” yasa tasarısı teklifine ulaştığı vurgulanırken, çalışmanın 14 sayfadan oluştuğu belirtiliyor. Hiçbir demokratik hukuk devletinde olmayan sadece diktatörlükle ya da şeriatla yönetilen ülkelerde olabilecek düzenlemeyi hazırlayanların da MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala ve MİT 1. Hukuk Müşaviri Ulvi Canikli’nin olduğu vurgulanıyor.

“OLASI İÇ TEHDİT OPERASYONU”

Barasu’nun haberinde yer alan bilgiler, “Bu tam bir Hitler yasası” dedirtiyor. Buna göre; teklifle, MİT’e “muhtemel iç tehditlere karşı” operasyon yetkisi veriliyor. MİT bu operasyonları mahkemelerde izin almadan yapabilecek.

“Muhtemel iç tehdit” çok muğlak bir kavram. Tıpkı askerin fişleme ve darbe amacıyla kullandığı “iç tehdit” gibi. Yani MİT, AKP Hükümeti, kimi tehdit sayarsa onları “iç tehdit” diyerek operasyonlar başkınlar yapacak, bunlar için savcılardan mahkemelerde izin almak zorunda olmayacak. Düzenleme yaygın keyfiliklere, insan hakları ve hukuk ihlallerine neden olacak.

İşte yapılması planlanan o değişiklik:
“Madde 4/c: Anayasal düzene ve milli menfaatlerin gerçekleştirilmesine engel olan veya engel olması muhtemel iç tehdit odaklarına karşı her türlü istihbari ve operasyonel faaliyetlerde bulunmak.”
İç tehdit kavramı daha önce Milli Güvenlik Kurulu belgelerinden çıkarılmıştı. MİT kanunuyla tekrar geri getiriliyor. Bu maddeyle MİT, eskiden sadece istihbarat toplarken, şimdi hem istihbarat hem de operasyon yapma yetkisine kavuşuyor. Polis’in ve Jandarma’nın yetkilerini devralıyor. Yargının kontrolü dışına çıkarılması da tehlikeli. Normal kolluk kuvvetleri yargının kontrolünde operasyon yapıyorken, MİT kimseye sormadan iç tehdit adı altında operasyon yapacak. Asıl görevi istihbarat olan bir birime operasyon yetkisi verilmesi demokrasideki tüm kazanımları yok edecek.

BU YETKİ SAVAŞ NEDENİ OLABİLİR

Hâlihazırda yurtdışı operasyon yetkisi, Anayasa’ya göre TBMM’nin izniyle silahlı kuvvetler tarafından kullanılabiliyorken, anayasa bir yana bırakılarak başbakanın onayıyla bu yetki de MİT’e verilecek:
“Madde 4/d - Milli menfaatlerin korunması ve temini amacıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik dış tehdit unsurlarının imkân ve kabiliyetleri hakkında istihbari faaliyetler yürütmek ve gereğinde başbakanın onayı ile yurtdışında her türlü operasyonel faaliyetlerde bulunmak.”
MİT’e, Anayasa gereği TBMM’nin yetkisinde olan dış operasyon yapma yetkisi sadece başbakanın onayıyla veriliyor. Ülkeler için, başka bir ülkenin kendi toprakları içinde operasyonda bulunması savaş nedeni olarak sayılıyor. Bu yetkinin kontrolsüz kullanılması halinde, Türkiye savaş tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir. Yurtdışı operasyon yetkisi, Anayasa’ya göre, Silahlı Kuvvetlerce ve TBMM’nin izniyle yapılabiliyor. Bu fıkra ile verilen yetki ülkenin bir anda bir savaşın içine girmesine neden olabilir.

Ayrıca böyle bir ifadenin kanuna yazılması ve bundan tüm dünyanın haberdar olması ülkeyi hedef durumuna getirecek. Başbakanların suçlanmasına veya her yerdeki faili meçhul operasyonların Türkiye’ye yüklenmesine yol açabilir.

ANDIÇ SİTELERİNE YASAL KILIF

Hazırlanan tasarıyla MİT’e psikolojik istihbaratta bulunma yetkisi de veriliyor. Yani artık andıçlama, karalama, gayrimeşru internet siteleri kurma yetkisi MİT’te:
“Madde 4/I - Psikolojik istihbarat faaliyetlerinde bulunmak, iç ve dış tehdit odakları tarafından yürütülen psikolojik hareket çalışmalarına karşı koymak.”
Askerin bu yetkiyle AKP’yi ve Fetullah Gülen Cemaati’ni bitirmek için “İnternet Andıcı” operasyonunu bu kapsamda yaptığı iddia edilmişti. Bu kapsamda Albay Dursun Çiçek dahil birçok asker tutuklanmıştı. Şimdi aynısını yapma yetkisi MİT’e veriliyor.

MİT’Çİ OLMAYAN ÜST DÜZEY BÜROKRAT OLAMAYACAK

Devlet üst kademesi artık MİT’in vereceği rapor kapsamında atanacak. Bu maddeyle istihbarat devleti ve fişlemelere hukuki dayanak oluşturulmaya çalışılıyor:
“Madde 4/h - Bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarında görev alacak üst kademe yöneticilerden müsteşar, genel müdür, vali, büyükelçi, en az genel müdür veya üstü düzeyindeki müstakil birim amirleri ile bunların yardımcıları ve yurtdışı teşkilatında sürekli görevlendirilecek personel ile MİT’te çalıştırılacaklar hakkında güvenlik soruşturması yapmak.”
Bu düzenlemeyle kişiler liyakate göre değil; yine dil, din, ırk, düşünce ve mezhepsel ayrılıklara göre fişlenecek. MİT elemanlarının subjektif değerlendirmeleri ya da gelen ihbarlarla oluşturulan, doğrulanmamış bilgiler, “bizden, bizden olmayan” ayrımını daha da artıracak. Liyakatsiz kişilerin üst kademelere atanmasına olanak sağlayacak. Aynı zamanda, MİT’le iyi geçinmeyen ya da MİT’e çalışmayan bürokratların önünü kesecek, söz konusu bürokratları MİT’in adamı olmaya zorlayacak.

Yıllardır fişleme adı verilen ve herkesin şikayetçi olduğu bu işlemler, düzenlemeyle tamamen yasal bir dayanağa kavuşturulacak. 1980 darbesiyle benzer bilgiler fişlere girilmiş ve 2010 Anayasa değişikliği referandumuna kadar da bu bilgiler kullanılmıştı. Bu düzenlemeyle Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm demokrasi kazanımları, bir çırpıda MİT eliyle ortadan kaldırılacak.

12 EYLÜL REFERANDUMU RAFA...

MİT’e milli güvenliğin gerektirdiği her türlü sinyali toplumu yetkisi veriliyor. Teklifin buna ilişkin maddesi şöyle:
“Madde 4/f - Milli güvenliğin sağlanması amacı ile ihtiyaç duyulan her türlü sinyal istihbaratını toplamak.”
Bu madde uyarınca, mahkemeler devredışı bırakılarak mahkeme kararı olmadan, kişilerin gittikleri mekanlar, buluştukları insanlar, telefon konuşmaları doğrudan MİT tarafından dinlenecek. Bu da MİT söz konusu olduğunda, temel hak ve hürriyetler hiçe sayılacak. 12 Eylül referandumuyla yapılan olumlu değişikliklerden biri olan “özel yaşamın gizliliği”, “haberleşme özgürlüğü” ortadan kaldırılacak. Böylece AKP’nin söz konusu referandumla getirdiği tek olumlu düzenleme olan kişisel özgürlüklerin korunması bu düzenlemeyle rafa kaldırılacak .

HERKES ARTIK MİT AJANI OLACAK

Teklifle bütün kamu kuruluşları MİT'in birer şubesi haline getiriliyor:
“Madde 4/j - Kamu kurum ve kuruluşlarının istihbarat çalışmalarına yönlendirilmesi için Milli Güvenlik Kurulu ve başbakana tekliflerde bulunmak.”
MİT hem darbe hem de darbeleri yapanların yetkisini alıyor. Darbelere bu kadar karşı olduğunu söyleyen hükümetin kapalı bir istihbarat kurumuna böylesi yetkiler vermesi demokrasi ve insan hakları ile bağdaşmayan bir düzenleme:
“Madde 6/b - Bakanlıklar, yargı organları, diğer tüm kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, özel hukuk tüzel kişileri ile tüzel kişiliği olmayan kuruluşların görevleri kapsamında elde ettikleri her türlü bilgi veya veriyi devlet istihbaratının oluşturulması amacı ile talep edebilir. Bu bilgi ve veriler MİT’e aktarılır. İlgililer mevzuatta yer alan özel düzenlemeleri öne sürerek bilgi ve veri vermekten kaçamaz. Bu talepler hakkında 04.12.2004 tarihli 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 157. maddesi uygulanmaz. Bu bilgi belge ve veriler 19.10.2005 tarihli 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 73. maddesi kapsamında sırrın ifşası sayılamaz.”
“Madde 6/j - MİT bu kanunda belirlenen görevleri yerine getirirken, kamu kaynağı kullanan kurum ve kuruluşlara ait bilgi işlem merkezlerinden ve iletişim altyapılarından faydalanabilir.”
Bu düzenlemeler aynen yasalaşırsa MİT kamu kuruluşlarındaki vatandaşlara ait her türlü bilgiye dilediği gibi ulaşacak. Banka hesap hareketlerini, ne tür rahatsızlıklar geçirdiklerini, ne tür tedaviler gördüklerini öğrenip, insanlara karşı nasıl istiyorsa öyle kullanacak.

MİT’TEN HESAP SORULAMAYACAK

MİT’e tüm kamu kurum ve kurumlarına tanınmış istisnaların toplamından fazla hatta onların da çok çok ötesinde geniş istisnalar tanınıyor. MİT’e yürüttüğü görev ile ilgisine bakılmaksızın mal ve hizmet alımları ile yapım işlerinde tanınan istisnaların yanısıra çok ciddi yetkiler tanınıyor.

“Mal ve hizmet alımları ile yapım işleri” başlıklı bölümde yer alan 22. madde şöyle:
“MİT Müsteşarlığı; 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ile 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’na dahil değildir. Her türlü mal ve hizmet alımları yapım işlerine dair usul ve esaslar yönetmenlikle düzenlenir.”
Maddeyle MİT her türlü denetimin dışına çıkartılıyor. MİT, adeta devlet içinde devlet, Türkiye Cumhuriyeti de MİT Cumhuriyeti’ne dönüştürülüyor. Sayıştay kurumun hesaplarını denetleyemeyecek. MİT yöneticileri harcamalarından ötütürü Meclis; yani halk adına denetim yapan Sayıştay’a bile hesap vermeyecek. MİT yöneticileri istedikleri gibi yolsuzluk yapabilecekler. MİT yöneticileri isterse halkın vergileriyle alınan arazileri, malları kafalarına göre satabilecek. MİT’te ihale yolsuzluğu yapılsa bile hesap sorulamayacak, halkın parasını çalanlar yargı karşısına çıkartılamayacak.

“Muafiyetler” başlıklı 23. madde şöyle:
“MİT’in ihtiyaçları kapsamında yurtdışından ithalat veya hibe yoluyla temin edilecek her türlü malzeme, araç, gereç, silah, teçhizat, mühimmat, makine, cihaz ve sistemleri ve bunların araştırma, geliştirme eğitim üretim modernizasyon ve yazılım ile yapım, bakım ve onarımlarında kullanılacak yedek parçalar, akaryakıt ve yağlar, hammadde malzeme, gümrük vergisi özel tüketim vergisi, katmadeğer vergisi ile diğer her türlü vergi, resim, fon, prim ve harçlardan muaftır. Bu muafiyetle, müsteşarlık adına yurtdışına onarım ve modernizasyon, bakım, mehrece, iade değiştirme maksadıyla kati çıkış, geçici çıkış, bedelsiz ithalat ve giriş işlemlerinde de kullanılır. MİT’in asli görevlerinin yürütülmesinde ihtiyaç duyduğu her türlü cihaz, sistem, araç, gereç, silah, silah malzemesi, mühimmat ve malzemelerin ithalatında ve yurtdışına çıkış aşamalarında, kamu kurum ve kuruluşlarından gerçek ve tüzel kişilerden alınması gereken izin ve uygunluk belgeleri aranmaz. MİT her türlü mal ve hizmet alımı ile yapım işleri veya projeler için herhangi bir izne tabi olmaksızın gelecek yıllara yaygın yüklemeye girişebilir.”
Madde, Türkiye’yi MİT için cennete, Türkiye sınırlarını da yol geçen haline döndürüyor. Sözgelimi; MİT elemanları sınır kapılarından isterlerse nükleer füze bile geçirebilirler. MİT, dışarıdan parça getirip atom bombası bile üretebilecek. Türkiye’yi yıllarca yükümlülük altına sokabilecek ihaleler, işler yapabilecek. Kimse de “Niye böyle yaptınız kardeşim” diyemeyecek.

MİT’ÇİLERE ÖZEL MAHKEME GELİYOR

Türkiye sanki devlet güvenlik mahkemeleri, özel yetkili mahkemelerden az çekmiş gibi bir MİT’e özel mahkemeler kuruluyor. MİT’te çalışan beyefendiler bir suç işlediğinde, kendilerine özel kurulmuş mahkemelerde yargılanacaklar; yani yargılanmayacaklar, aslında aklanacaklar.

“Yargılama” başlıklı o madde şöyle:
“Madde 26/b - MİT mensupları hakkında 3713 sayılı kanunun 10. maddesine göre kurulan ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giren suçları işledikleri iddiasıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığı’nın teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca Ankara ilinde görevlendirilecek özel yetkili ağır ceza mahkemesinde görülür. Bu mahkemede görülecek davalar, 3713 sayılı kanunun 10. maddesinde öngörülen soruşturma ve kovuşturma usulü uygulanır. Bu mahkemenin görev alanına giren işlerde, hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak bu kararlara karşı yapılan itirazları incelemek ve sadece bu işlere bakmak üzere yeteri kadar hâkim görevlendirilir.”
POLİSİ, JANDARMAYI DA KAPATIN BARİ

MİT’e tüm kolluk yetkileri verilecek:
“Madde 6/c - MİT mensupları kolluk kuvvetlerine tanınmış hak ve yetkileri kullanabilir. Kolluk yetkisinin kullanımına dair usul ve esaslar yönetmenlikle düzenlenir.”
İRAN, SURİYE BENZERİ YETKİ

MİT, bu tasarıyla Suriye istihbarat teşkilatı El Muhaberat ve İran Devrim Muhafızları Ordusu’na (DMO) yakın bir yapıya dönüştürülüyor. Bu kanun taslağı hazırlanırken, birçok istihbarat teşkilatının mevzuatı incelenmiş ancak örnek olarak DMO yapısı esas alınmış. İran’da DMO tüm güvenlik birimlerinin üstünde, Ayetullah Ali Hamaney’e bağlı, yetkilerinin sınırı olmayan, hiçbir kanun hukuk tanımaz bir yapıya sahip. MİT’e mevcut yapısıyla yargı ve kolluk kuvvetlerinin üstünde bir konum verilmesi de aynı.

MİT’ÇİLERE CİNAYET, GÖSTERİ SERBEST

MİT personeli ve haber elemanlarının, mevcut yürüyen davalarında suç işleyenleri kurtarmak için de maddeler yazılmış. “Soruşturma izni” başlıklı 26. madde şöyle:
“MİT mensuplarının veya belirli bir görevi ifa ermek üzere kamu görevlileri arasında başbakan tarafından görevlendirilenlerin, görevlerini yerine getirirken, görevin niteliğinden doğan veya görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı ya da 5271 sayılı kanunun 250’nci maddesinin birinci fıkrasına göre kurulan ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giren suçları işledikleri iddiasıyla haklarında soruşturma yapılması, başbakanın iznine bağlıdır. MİT personeli ile MİT tarafından görev verilen diğer kişiler, görev alanındaki örgütün suç oluşturan eylemlerinden sorumlu tutulamaz.”
Bu maddeyle 1990’lı yıllardaki yargısız infazları bile aratacak türlü cinayetin ve suçun işlenmesinin yolu açılıyor. MİT görev alanıma giren bir iş diye cinayetler işleyip, toplu infazlar bile yapabilecek. Üstelik sadece MİT’çiler değil, MİT’in, MİT’çilerin kullandığı adamlar da cinayetler ve inflazlardan bile sorumlu tutulamayacak. Oysa, Anayasa ve kanunlarımız, kimseyi işlediği suçtan dolayı dokunulmaz kılmamakta. Böyle bir görevlendirme yapılacaksa bunun CMK’da olduğu gibi hakim kararıyla olması gerekiyor. Bu madde ayrıca KCK davası kapsamında, suç işleyen, cinayet gerçekleştiren, MİT’le irtibatlı çalışanların hepsinin kurtulmasını sağlayacak bir af maddesi niteliğinde.

BU MADDE SURİYE'DEKİ İSTİHBARATÇILAR İÇİN

Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casuslukla ilgili de yeni düzenleme yapıldı. Buna göre “iade ve takas” maddesi şöyle:
“Madde 26/c - Türk Ceza Kanunu’nun 2. kitap 4. Kısım 7. bölümde tanımlanan suçlardan dolayı tutuklu veya hükümlü bulunanlar MİT müsteşarının talebi, Adalet bakanının uygun görüşü ve başbakanın onayı ile başka bir ülkeye iade edilebilirler veya başka bir ülkede tutuklu veya hükümlü bulunanlarla takas edilebilirler.”
Bu maddeyle MİT’in her türlü takas yapmasına olanak sağlanırken, maddenin Suriye’de tutuklu olduğu söylenen ancak MİT’çe yalanlanan Türk istihbaratçılar için teklife yazıldığı merak konusu oldu.

Başbakanlığın emri ile MİT’in hazırlayıp, bir gece yarısı Meclis’ten geçirmeye çalıştığı bu düzenleme, MİT’in “Yetkimizi daha fazla nasıl artırabiliriz ve kendimizi daha fazla nasıl koruma altına alabiliriz” demesinden başka bir şey değil. Sorgulanmadan, yargılanmadan, denetlenmeden, hesap vermeden nasıl görevimizi yürütebiliriz tasarısı.

11 Haziran 2013 Salı

KARAMAZOV KARDEŞLER, Dostoyevski

KARAMAZOV KARDEŞLER, Dostoyevski
KARAMAZOV KARDEŞLER
Dostoyevski
Fyodor Mihayloviç DOSTOYEVSKI... Bir başyapıt nedir, nasıldır diye sorarsanız kendinize, bu yazarın bu eserini okumanızı salık veririm. İnanır mısınız, şu an nereden ve nasıl yorum yapmaya başlayacağımı bilemiyorum. Bu eser beni oldukça şaşırttı. Takip edenler bilirler, şu sıra, genel itibariyle, dünya klasiklerini okumaktayım. Gerek bu yazar gerekse de diğer klasik yazarları, kronolojik sıra gözetmeksizin, elime hangisi denk gelirse okumaktayım. Tabii ben farkedemedim ama yaptığım küçük bir araştırmayla, Dostoyevski, bu eser ile romancılık adına bir çok yenilik getirmiş.

Eser, klasik Dostoyevski anlatımıyle beraber, yazarın ağzından anlatılmaktadır. Yazar aslında tüm olayları bildiğini okuyucuya, yaptığı ara açıklamalarla belirtmektedir. Ancak okuyucunun sabrına güvenerek, acele etmeden hikayeyi oldukça derin ve hatta felsefi bir dille anlatmıştır. Romancılıkla felsefenin birleştiği bu eserin, bazı yerlerinde, okuma yavaşlayacak; çoğu yerinde de hızlı hızlı okuma deneyimi yaşayacaksınız. Ama emin olun, fazlasıyle anlayacaksınız hikayeyi.

Yazarın sunuş bölümünde belirttiği gibi, kitap aslında tek cilt olarak, sadece ikinci kitaptan oluşmak üzere tasarlanmış. Ancak yazar, kahramanların geçmişini de anlatarak, ikinci cildin çok daha iyi anlaşılacağını düşünmüş, ve kitap iki cilt olarak tamamlanmıştır.

Kitapta, Büyük Engizisyoncu başlığıyla sunulan bölüm, bir kaç defa hatim edilmeli, bana göre. Öyle tek seferde okunup anlaşılacak bir bölüm değil. Başlı başına, din, ahlak ve yönetim üstüne derin düşüncelerini felsefi olarak vermiş, yazar.

Kısaca konusu

İki ayrı anneden, üç erkek evladın ve bir "bela" babanın birbirleriyle ve etraflarında cereya neden olaylar anlatılmaktadır. Baba cingöz biri olup, oğullarına karşı bile oldukça acımasız biridir. Bu acımasızlık, vurdulu kırdılı olmayıp, tamamiyle manevi baskı ve maddi çıkar ilişkilerine dayalı bir acımasızlıktır.

Belli olgunluğa gelen oğulların her biri, başka başka sebeplerle, babalarının yaşadığı şehre gelirler. Şimdiye değin, ne yiyip ne içtiklerini bile sormayan baba, oğullarının yanına gelmesini ve aynı evde kalmasını başlarda büyük mutlulukla karşılar. Oğulları, zerre kadar babalarını sevmemekle beraber, toplum baskısı neticesinde, babalarına karşı saygılı tavırlar sergilerler. Büyük oğul Dimitri (Mitya), diğer kardeşlere nazaran, ileride oldukça sert davranacaktır babasına. Küçük oğul Aleksey, aldığı din eğitimi ve tabiatı gereği, babasından ölümüne nefret etse bile, bunu pek dile getirmez; ne atrafa karşı ne de abilerine. Babasına sonuna kadar saygılı davranır. Ayrıca Aleksey (Alyoşa), abilerine karşı da oldukça saygılı biridir. Ortanca kardeş İvan ise, kendini yetiştirmiş, okumuş bir oğuldur. Felsefi açıdan da donanımlı görünmektedir. Büyük Engizisyoncu bölümü, tamamiyle onun sözleriyle doludur. İvan, babaya karşı yapmacık bir saygı sergiliyor olsa da, etrafa karşı, babasını sevmediğini gerektiğinde dile getirmekten çekinmemektedir. Dimitri kadar sert değil, daha çok politik bir davranış sergilemektedir.  Üç oğul ve babaları arasında miras problemi oluşmuş, Dimitri mirasını peyderper babadan almış ama Dimitri hala babadan alacağı olduğunu düşünmektedir. Aleksey ortamı dengeleyip, sulh sağlamaya çalışır. İvan ise pek kafasına takmamaya çalışsa da olayların içine içine çekilmektedir. Babanın ve Dimitri'nin göz koyduğu, hafif meşrep bir kadın vardır; Gruşenka. Baba ve oğul arasındaki bu mücadele kitap boyunca sürecektir. Zaten olaylar da bu aşk çerçevesinde başlayacaktır.

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.

24 Mayıs 2013 Cuma

MARTIN EDEN, Jack London

MARTIN EDEN, Jack London
MARTIN EDEN
Jack London
Ah Martin, seni ne zaman Martin Eden olduğun için sevdiler ki? Sen ki, güçlü ve erkeklerin elinden sevgililerini alacak kadar yakışıklı; kim seni karşısına almak isterdi ki? Biliyor olmalıydın hayatın anlamsızlığını ve insanların maddiata aşkını. Çünkü sen varoşlardan geldin. Sen ne yaptın? Kendi sınıfında çok daha mutlu olabilecekken, kendinden -en azından maddi olarak- çok daha üst bir sınıfta yer edinmek ve o sınıfa ait bir kızı sonsuza kadar elde edebilmek için bir mücadeleye girdin. Hayat sana, kavuştuğun bu mutluluğu tek başına yedirir mi hiç? Yanında büyük acılarıyla birlikte, ideallerine kavuştunda ne oldu? Çok çektin be Matin, çook! Peki ne oldu sonunda?..

Hikayenin sonundan bahsedip, sizi bu öyküden mahrum etmek istemiyorum, ancak hikayenin başından bahsederek, sizleri bu kitabı okumaya teşvik etmek istiyorum.

Martin Eden yirmi bir yaşında, serserice değil ama amaçsızca denizlerde geçirir gençliğinin ilk yıllarını. Ta ki, bir gün serseriler bir adama orantısız güç kullanarak saldırırlar ve bunu gören Martin de serserileri savuşturarak, aristokrat genci kurtarır. Kurtulan genç,bir minnet borcu olarak, Marti'i akşam yemeğine davet eder. Martin davet edildiği eve gider ama ilk defa böylesine muhteşem bir ev görmektedir. Tedirgin davranışlarla ve tam olarak kurulamayan cümlelerle yabaniliğini ve eksikliğini gösterir. Oysa Martin, hiç de boş biri değildir, sürekli olarak okuyan biridir. Ancak, sadece okumakta fakat okudukları üstünde hiç düşünmeyen biridir. Ruth, evin tek kızı,  Martin'i ilk karşılayan kişidir. Ruth, Martin'in fiziki gücünden oldukça etkilenir ve genç kızlığın verdiği dürtü ile garip duygular içerisine girer. Velhasıl, Martin'in Ruth'u elde edebilmesi ve Ruth'un da Martin'i kabul edilebilir biri haline gelmesi için, Martin'in gelişmesi gerekmektedir. İşte Ruth, Martin Eden'i tornadan geçirir gibi düzene sokmaya ve eğitmeye başlar. Ancak Martin'in boş biri olmadığını söylemiştim, ve Martin de boş durmaz, herşeyiyle kendini eğitime kitaplara verir. İnatçı ve zaman zaman kibilir kişiliğiyle kendini Ruth'a kabul ettirecek bir duruma gelir. Martin, gemilerde çalışarak Ruth'a iyi bir gelecek sunamayacağını bildiğinden -ki ona karşı içinde ciddi sevgi olmasına rağmen, aşkını dile getiremez. Ruth da onun gibi içinde saklar aşkını. Bu noktada, Martin yazmaya ve dolayısıyle yazdıklarını satarak büyük paralar kazanmayı planlar. Ancak kazın ayağı öyle değildir...

Jack London'un daha önce okuduğum, Ademden Önce, Beyaz Diş ve Vahşetin Çağrısı adlı eserlerden çok farklı ve oldukça etkili bir eseridir, Martin Eden. Unulmayacak bir öyküdür, ve kesinlikle okunması gereken bir eserdir.

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.

19 Mayıs 2013 Pazar

ÖLÜ CANLAR, Gogol

ÖLÜ CANLAR, Gogol
ÖLÜ CANLAR
Gogol
Nikolay Vasilyeviç GOGOL'ün üç cilt olarak tasarladığı ancak çok eleştiri aldığı bu eserin, ikinci cildinin el yazmalarını, gerçirdiği bir buhran esnasında yakmış ve daha sonra tekrar yazmayı denemişse de başaramamıştır. Bu eserin ikinci cildini yaktıktan, yaklaşık on gün sonra vefat etmiştir.

Gogol, dönemin Rusya'sını eleştirebilen bir yazar olarak, Rus halkına, çalışmadan servet sahibi olanların iç yüzünü ifşa etmekten çekinmemiştir. Gogol Rusya'da, bu eleştirel yaklaşımı ilk olarak kullanan yazar ünvanına sahiptir. Palto adlı eseri, bu bağlamda, kendisinden sonra gelecek yazarlar için bir milad oldu diyebiliriz. Dostoyevski, hepimiz Gogol'ün Palto'sundan çıktık, diyerek, üstadın Rus yazarlarına olan etkisini bir başka şekilde dile getirmiştir.   Diğer Rus yazarların; aşk, şehvet, lüks yaşam vb. anlatılarla, halkı uyuşturmasının aksine, Gogol, yazılarıyla halkı uyandırmayı amaç edinmiş bir yazardır.

Ölü Canlar bana göre bu cümle ile özetlenebilir: Yaradan, yaratmaktan mutludur -ki yaradılanın da üreterek, yaradana yakınlaşacağını bilir...

Çalışmak ibadettir, öyleyse çalışmadan para, şan veya şöhret sahibi olmak da nedir? Elbette alçaklıktır. Gogol eserinde, Çiçikof adlı bir dolandırıcıyı kahraman olarak seçmiştir. Gogol bu seçiminin nedenini şöyle ifade eder romanında: "İşte ben de kahraman olarak erdemli bir adam seçmek istemedim. Bunun nedenini açıklayabilirim: İnsanlığı koruyanların artık dinlenmelerinin zamanı gelmiştir. Niçin mi diyeceksiniz? Şunun için ki; "Erdemli insan" ifadesi, bugün onları kullananlar tarafından değersizleştirilmiştir. Hemen her yazar "erdemli insan"`ı kalemiyle anlatırken hırpalamıştır. O derece ki, erdem boğulmuş, öldürülmüş, gölgesi bile kaybolmuş, bir deri bir kemik kalmıştır. Erdemli adamdan ikiyüzlülükle söz edilir, ona hiç saygı gösterilmez. Bu nedenle, alçak adamları ele almanın zamanı gelmiştir; biz de onları kahraman olarak seçiyoruz.". Gogol, alçak adamları ele alarak, onları tüketmeyi, tüm dünyadan yok etmeyi ümit etmektedir. Eserin ikinci ve üçüncü ciltleri yok maalesef. Yazar bunu bitirmiş olsaydı, Çiçikof'un akibetini tam olarak öğrenebilirdik. Ancak yine de, romanın sonunda, Çiçikof'un son umut çırpınışları -ki yazar bunu okuyucuya iyi aktarmıştır- bile bir ders niteliğindedir.

Kim ve nereden geldiği belli olmayan kahramanımız Pavel İvanoviç Çiçikof, kendine sakladığı (romanda sebebi anlatılıyor, ilerleyen bölümlerde) bir sebepten ötürü, Ölü canları (ölmüş köleleri) satın almaktadır. Tabii, bu çoğu için ahmaklık ve bir çoğu için de şüpheli bir davranış olarak görünmektedir. Çiçikof, ölü canların peşinde koştururken, okuyucu bir çok maceraya, dedikoduya, iftiraya şahit oluyor. Gogol'ün farklı anlatımı ile üç yüz sayfalık kitapta, sanki bir yüz yıl geçmiş gibi bir his doğuyor okuyucuda. Dünya klasiklerinin en önde gelen eserlerinden biri olduğundan, mutlaka okunması gerektiğinin altını çiziyorum.

Gogol'ün karakter anlatımı müthiş. Öyle ki, çevremizde de benzer karakterdeki kişilerin, bu romanda da olduğunu görmek şaşırtıcı geliyor insana. Mesela Nozdriyef, böyle birini tanıyorum; tıpa tıp diyemesem de karateristik olarak büyük benzerlik var, aralarında.

Sözün kısası, okumadıysanız bu eseri, lütfen okuyun. Dünya klasiklerini okumadan, günümüz yazarlarına geçmenin pek akıllıca bir iş olduğunu düşünmüyorum. Türkiye'de daha çok kitap okunması dileğimle, hoşçakalın...

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.