20 Nisan 2012 Cuma

DURU AŞK 5/5


- Bölüm 5: İçimde -

Ben de ölünce, ardımdan böyle gözyaşı dökecek bir sevgilim var mıydı? Haykıracak, "Kader, Kader" diye bağıracak. Yokluğumda, ise tıpkı Cenk gibi, ölüden farksız bir hale düşecek biri. Eksik olmama rağmen, beni varlığımla sevebilecek bir Cenk'e sahip olabilecek miyim? Bacaklarımın arasındaki yeri almak için, her türlü hileli çabaya sahip ama bunu gerçekten Cenk gibi yapabilecek ve "seni seviyorum" dediğinde, içimde öldürmek yerine, onu büyütebileceğim biri olacak mı? Kaç kere bilmem, inanmıştım. Hileli diye düşünüyorum, çünkü onlar yoklar şimdi. Aldıklarıyla gittiler hep. Gerçek ile gerçek dışını ayırt etmek öyle zor ki. Hele bu bir erkek ise, anlamanız mümükün değil. Onlar beni içimde öldürüyorlar. Oysa ben "seviyorum seni" dediklerinde anlıyorum hiç yaşamadıklarını. Nekrofili miyim ben? Ölülerle neden hep sevişiyorum, bile bile? Söylenenler artık umrumda değil, herkes beklentisinin karşılığını alıyor. Söz söyletmiyorum artık onlara, tıpkı benim gibi olsunlar istiyorum.. Bile bile, onların daha fazla günah işlemelerine müsade etmiyorum. Piranhalar içimde büyümeye başladığında, istediklerini veriyorum..

18 Nisan 2012 Çarşamba

HACI MURAT, Tolstoy

Hacı Murat Lev Tolstoy
Hacı Murat
Lev Tolstoy
Ülen dedim n'oluyor. Kitapçıda bu kitabı görünce, babamın da bana "vayyy hacı Murat" diye seslenişi aklıma geldi. Yemin ederim, sadece HACI MURAT yazıyor diye kitabı almıştım. O dönem hiç de kitap okuyacak halde değildim. "Kimmiş bu HACI MURAT" dedim ve sayfaları okumaya başladım..

Hacı Murat'ın filmi bile varmış :) Tahmin edin kim oynamış başrollerinde. Elbette, 1967 senesinde Cüneyt Arkın oynamış. Ama öncesinde İtalyan'ların 1959'da  çektiği ve başrollerinde Steve Reeves'in oynadığı bir film var. Türkiye'deki ilk filmden sonra HACI MURAT GELİYOR (Cüneyt Arkın, 1968) ve 1972'de HACI MURAT'ın İNTİKAMI (Tamer Yiğit) filmleri çevrilmiş. Valla çocukken çok filme giderdim ama bu filmleri hiç hatırlamıyorum. Demek benim dönemlerimde bu filmi göstermemişler. Belki de ben 80'lerin çocuğu olduğumdan, böylesi isyankar filmleri pek göstermiyorlardı. Neme lazım dağa felan çıkabilirdik. ;)

OD, İskender Pala

OD, İskender Pala
OD
İskender PALA

Tarihi öğrenmek zor ve sıkıcıdır. Okuldaki tarih derslerini hatırlayınız. Dümdüz şekilde anlatılan tarih ve hatırlamamız gereken gün, ay ve yıllar..

Gerçekten de ben çok zorlanırdım. Hayal gücüm belki, o dönemler yetmezdi, aklımda hemen hiçbirşey kalmazdı, tarih dersi adına. İskender PALA'nın gerçeğe dayalı tarih dersi verir niteliğindeki romanları, bizler için çok iyi bir öğretici olacağına inanıyorum. "OD" romanında, Yunus Emre'yi okuyacaksınız. Onun sizlerin aklında kalan şair ya da ozan tarafından çok, normal bir insan yaşantısına şahit olacaksınız, kitapta. Aşkı, çocukları ve mücadelesine katılacaksınız. Yunus Emre olmanın hiç de kolay olmadığını göreceksiniz.. Anadolu hep bir ateşin ocağıydı, yanmadan pişmek öyle zordu ki.

AÇLIK OYUNLARI, Suzanne Collins

Açlık Oyunları, Alaycıkuş, Suzanne Collins
ALAYCI KUŞU 
(Mockingjay)
Açlık Oyunları, Suzanne Collins
AÇLIK OYUNLARI
(The Gunger Game)
Açlık Oyunları, Ateşi Yakalamak, Suzanne Collins
ATEŞİ YAKALAMAK
(Catching Fire)

Nasıl başlayacağımı bilemiyorum, 3 kitap ve sizi seri halde okumaya itiyor. Merak içinde sayfaları çevirirken zaman su gibi akıp gidiyor. Suzanne Collins'in hayal gücüne şapka çıkartmak gerek. Bu üç kitabı; giriş, gelişme ve sonuç olarak ele alıp okumak gerekiyor. Collins'in bu serisinde, harika bir anlatım ve efsanevi bir mücadele ile karşılacaşacaksınız. Eminim bu kitabı okuyan bir çok genç kız Katniss'in yerinde olmayı hayal edeceklerdir. Şimdiden ilk kitabın filmi ve romandaki karakterlerin bebekleri piyasaya sürüldüğüne göre, BARBIE devri kapanıyor gibi ;) Artık devir, güçlü kadınların devri..

Filmleri seyrederken, gözlerimin yaşarmasını veya tüylerimin diken diken olmasını çocukluk yıllarımda bırakmıştım. Ancak bu kitapta; duygu yüklü sahnelerde gözüme toz kaçıyor, pencere açık olduğu için de içim ürperiyor. Gözlerimin sulandığına ya da tüylerimin diken diken olmasını yanlış anlamanızı istemem. :)

Genel olarak kitapları ayrı ayrı alıp okumak mümkün değil. Mutlaka baştan başlamanız gerekiyor. Aksi takdirde, konuları kavramak zor olacaktır.

Hikaye, Kuzey Amerika'da yaşanıyor. Bir şekilde insanlık yapacağını yapmış, yaşam alanı ve yönetimler birbirine girmiş. Panem adında, oniki mıntıkası ve başkenti Capitol adında bir ülke vardır. Bu oniki bölge, tamamiyle Capitol'un hizmetini ya da daha açık dille köleliğini yapan insanların yaşadığı yerlerdir. Her mıntıkanın tek bir üretim faaliyeti olup, herkesin mutlaka çalışması gerekmektedir. Çalışacak iş olsa bile, açlık kol gezmektedir. Bir fare etinin bile çok  pahalı olduğu bir hayat vardır mıntıkalarda. Buna rağmen Capitol, tahminlerin ötesinde harika bir yaşam sürmektedir. Yemeklerin, kıyafetlerin ve tarifsiz zevklerin merkezidir, Capitol.

17 Nisan 2012 Salı

OLASILIKSIZ, Adam Fawer

Olasılıksız (Improbable)
Adam Fawer

Bilmem gıcık biri miyim? Herkesin moda diye yaptığı şeylerden mümkünce uzak olarak, sürüye dahil olmayı sevmiyorum. Ve bu tür moda izleri taşıyan işlerin altında hep bir Çapanoğlu ararım. Neden herkese bunu empoze ediyorlar diye.. Gerçi Ergün Poyraz, Yalçın Küçük veya Soner Yalçın gibi araştırmacı-yazarların kitaplarının okunmasından daha çok, böylesi macera ve heyecanın doruklara vardığı kitapları medyada boy boy göstermek de aslında bir göz perdesidir.

Nihayetinde, kitabı aldım ve sanırım dünyadaki en son okuyan kişi de ben olmuşumdur. Türkiye'deki baskı sayısı -ki resimde 51. baskı diyor- 50'yi geçmiş. Bu güzel birşey. Kitabın hakkı verilmiş gerçektende. Anlamsız MODA kelimesiyle başlasam da, tam aksine macera ve heyecanın tam ortasına düşüyorsunuz romanda.

Son aylarda, Amerikalı yazarla ait kitapları okudum. Tess Gerritsen -ki Cerrah kitabını kesinlikle okuyunuz, sonrasında ÇIRAK adlı romanıyla konuya devam etmektedir. Rizzoli ve Issles serisi olarak devam etmekle beraber TV dizisi olarak da yayınlanmaktadır. Açlık Oyunları'nın yazarı Suzanne Collins, Adam Fawer ve önceki konuda bahsettiğim KLON adlı romanın yazarı Kevin Guilfoile.. Hepsinin ortak bir özelliği vardı. Eminim, diğer Amerikalı -ya da ben şimdilik öyle gördüğüm için böyle diyorum- yazarlarda öyledir. Çok YALIN anlatıyorlar, elbette burada TERCÜME işini de es geçmemek lazım. Güzel tercüme etmişler. Kitabı okumak için kesinlikle kasılmıyorsunuz. Okuduğunuz gibi anlıyor ve anında tasvir edebiliyorsunuz.