17 Nisan 2012 Salı

KLON, Kevin Guilfoile

Bir arkadaşım, taa 2008'lerde herkesin elinde yollarda okuduğu OLASILIKSIZ adlı kitabı okuduğunu söylemişti. Ben de artık vakti geldi diye, herkesin gittiği yoldan gideyim dedim ve kitabı aldım. Okudum. Bu kitapla ilgili yazımı da yazacağım. Ancak, sonrasında kitapçım bana okumam için KLON adlı bu kitabı önerdi ve çok daha güzel olduğunu söyledi. Açıkcası, OLASILIKSIZ ve KLON'un kapakları siyah-beyaz tipte olduğu için içime sinmemişti. Israr etti kitapçı. Şu sıra bilen bilir, hep bu tür kitap kapakları olan kitaplar satılıyor. Birbirinin kopyası ve satılsın diye uygulanan kitaplar diye düşünmüştüm. Ama KLON öyle çıkmadı.

Kevin Guilfoile'ın KLON adlı romanı, 2005 yılında orjinal adı CAST OF SHADOW olarak Amerika'da yayımlandı. Burada dikkat etmemiz gereken bir şey var. Kevin Guilfoile'ın ayrıca 3. kitabı olan CLON ile Türkiye'de yayımlanan KLON'u karıştırmayınız. Türkiyede KLON adıyla yayımlanan kitabın orjinal adı CAST OF SHADOW'dur.

9 Nisan 2012 Pazartesi

SERENAD, Zülfü Livaneli

Zülfü Livaneli
SERANAD
Zülfü Livaneli
Gençken geçliğimizi bilmeyiz, paramız varken paramızın kıymetini bilmeyiz ya da sevgilimiz varken de onun kıymetini bilmeyiz. Hep hoyratça tüketiriz herşeyi. Bu kitabı okuduğumda ilk anladığım şey -ki kitapta üstüne basa basa irdeleniyor- yaşadığımız bu toprakların ne kadar kıymetli olduğuydu. Ancak bizler bunu anlamış mıyız bilemiyorum. Ben böylesi güzel kitapları okudukça daha iyi anlıyorum. İskender Pala'nın OD ve ŞAH&SULTAN kitapları da çok güzel anlatıyor. 

Serenad, bir kadının saygısını ve onurlu bir yaşama duyduğu aşkı anlatıyor. Aşk öyle güzel kelimelerle ve öyle güzel bir akıcılıkla dile getirliyor ki kitabın sonuna nasıl geldiğinizi bile anlamıyorsunuz.

Kah gülüyor, kah hüzünleniyor, ara ara da gözlerinizden yaşlar süzülüyor. Hem kendimizi seviyor hem de kendimizden nefret ediyorsunuz kitabı okurken. Hem insan olmanın sevincini hem de insanlığın karanlık anlarına şahit oluyorsunuz.

18 Mart 2012 Pazar

Bildiğin 18 Mart..

18 Mart,
Çanakkale Şehitlerini
Anma Günü
 Bu 18 Mart'ta da, Çanakkale Şehitlerini en içten dileklerimizle anıyoruz. "En içten dileklerimizle(!)" Buna inanıyor muyuz?

Biz rahatız şimdi ve iyiyiz. Keyfimize göre gülüyor, keyfimize göre üzülüyoruz. Ekmeğin az pişmiş tarafını kesip çöpe bile atabiliyoruz. Dünden kalmış yemekleri yememek için burun kıvırıyoruz. Rahatız dedim ya..

Peki ya siz? "Rahat uyuyun" desek de, bu yaşananları gördükçe, gerçekten de rahat mısınız yerinizde? Rahatımız batıyor değil mi? Ve hatta doğrusu, acıtıyor! Kalkıp gelmek, ağıza alınmayacak sözler söylemek istiyorsunuz. Ama olmuyor değil mi? Gelinemiyor "ha" diyince oradan. Aslında gelmeyin, size emredilen "ölüm" dahi bizi bu karanlıktan kurtaramazken; tekrar dirilişiniz, gözyaşlarınızla torunlarınıza sövmekten öte olmayacaktır.

Biz şimdi yaşıyorken aslında,
sizinle yatıyor onurumuz;
koyun koyuna.

Yürüyen bedenleriz biz artık,
kimlikli ama adsız.
Mezarınızı da sattık,
Sizler artık masalsınız.

Biliyor musunuz? Biz hiç ölmeyecek gibi yaşıyoruz, fütursuzca! Nasıl doğabilmiş olduğumuzda umrumuzda değil artık. Mutlu değiliz artık; Türk'üz demekten. Dedirtmiyorlar! Çaldılar anıları, tarihleri ve geçmişleri sayfalardan. Uğrunda öldüğünüz bu vatan topraklarında cirit atıyoruz artık, altında bilmem kim yattı bize ne! Böyle diyorlar ve dedirttiriyorlar bize, en doğrusu buymuşcasına. Ve siliyorlar tek tek sayfalardan silüetleri. Adam, hani eskiden derdik ya "Atam", unutturuluyor. Silikleşiyor silüetleri hafızalardan. Onu unutursak eğer, sizi mi unutmayacağız?

Unutuldunuz zaten!
Gerçekten!
Ülke satılıyorken,
Sırıttılar geçmişe, "evet" derken!
Henüz, iki kişiden biriyken,
Korkuyoruz değiştirilmekten.
Siz orada yatıyorken,
Ve biz, iki kişiden biriyken;
Utanıyoruz yaşarken..
..Ki ölmekten.
Siz biner biner ölürken,
Ve siz hala orada yatıyorken,
Ve biz hala sizi kutluyorken,
Ülke satılıyor dörder dörder; harbiden!

- Murat Dicle

18 Eylül 2011 Pazar

Hoşbuldum çiçeğim

Birgece, ne aşkı ne de sohbeti, ummadığım bir anda geldin. Girdin ve güneş gibi doğdun yüreğime. Niyet yoktu, varsa da umudum hiç yoktu. 

Artık bir kıpırtının bile olmadığı karşı yürekten umudumu kesmişken, gelen ruhun ile titredim. Ruhunun güzelliği ile bezenmiş yüzün hiç çıkmadı aklımdan. Gözlerindeki o anlamlı ve hüzün dolu bakışlarla suskunlaştım. Kimi zaman konuşamadım, kimi zaman da bakmaya doyamadım.

"Evime hoşgeldin" dedin ilk önce. Hoşbuldum çiçeğim, gül kokulu bebeğim.

Rahmet eylesin "olduğundan", rahmet eylesin "doğduğundan"; ne mutlu ki seni bana getirdiler ve ne mutlu ki seni buldum; kapkaranlık bir gecede elimi attığım okyanusta. Ve ne mutlu ki "onalara", senin yüzünü güldürdüm. Sözüm olsun sana; hep güldüreceğim!

9 Eylül 2011 Cuma

Doğal ama yasak: Pornografi

İnsanların yükselişinde tabularımızın faydası var mıdır bilinmez. Ancak Pornografiye karşı yasaklayıcı bir zihniyetin, insan üremesi bakımından çok faydalı olacağı kanaatindeyim.

İnsanlar her zaman birşeyleri elde etmek ister ve bunun için mücadele eder. Elde edildiğinde ise, çoğunlukla hemen sıkılırlar ve bir başka alternatife yönelirler. Cinsel hayatımızda da böyle şeylerin olması elbette doğaldır. Bu istekler elbette yeni şeyleri görerek ve bunları arzu ederek daha da kuvvetlenirler.


Bazen herşeyi bilmek ve görmek çok iyi olamayabiliyor. Tam tersi olarak da, hiç görmemek ve bilmemek de iyi olmayabiliyor. Cinsellik bunlardan biridir.

Ben pornografi diyorum, ama cinsellikte diyebiliriz. Ya da doğru bir ifadeyle seks yaşantısı diyelim.

Pornografi, herkes tarafından bilinen seks yaşantısının ifşa edilmiş halidir. Daha çok ticari emeller ile popülaritesini kazanmış daha sonra doğal bir davranış biçimine girerek WEB CAM ile kendimizi teşhir etme noktasına kadar gelmiştir.