20 Eylül 2012 Perşembe

KAR KOKUSU, Ahmet Ümit

KAR KOKUSU, Ahmet Ümit
KAR KOKUSU
Ahmet Ümit
Günü kurtaracak, hoş bir polisiye roman... 1980'lerin Moskova'sında geçen hikayede; TKP'nin bazı üyeleri hem eğitim görmekteler, hem de -Türkiye'de bir takım siyasal suçlardan dolayı arandıklarından- gizlenmektedirler. MİT, bu kişilerin peşine adamlar takmıştır. Amaç, TKP'yi çökertmektir.

Moskova'daki Uluslararası Leninzm Enstitüsü'nde eğitim gören Türk gurubu içindeki, Mehmet adlı biri öldürülür... Bu işi yapan kişinin, MİT tarafından, TKP'ye sızdırılan kişi olduğu düşünülmektedir. Herkesin herkesten şüphelendiği ve akıcı anlatımıyla heyecanı hiç düşmeden okuyacağınız bu romanda, Moskova'da soğuk bir kışta yağan karın kokusunu alacaksınız...

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.

PALTO, Gogol

PALTO, Gogol
PALTO
Gogol
"Hepimiz Gogol'ün Palto'sundan çıktık" itirafında bulunmuş büyük yazar, Dostoyevski. Rus edebiyatında, gerçekçilik anlamında ve küçük adam temasıyla, haklı yerini almıştır, Gogol.

Palto, oldukça kısa bir hikaye olmakla birlikte, Türk edebiyatında da benzer, zavallılığa vurgu yapan, ajitasyonist eserler vardır. Ancak, Gogol neredeyse ilk defa, Rus halkını, kendine göstermiştir bu eseriyle. Çoğumuz biliriz ki, bir çok romanda, hep büyük adamların hikayeleri anlatılır: Kralların, Prenseslerin, büyük işadamlarının vs... Gogol, bu eserinde, küçük bir adamı anlatarak onu yüceltmiştir. Bir kral ya da bir prens yerine, basit bir memuru konu almıştır. Bu eserin, bir hikaye olmasının ötesinde, doktrinsel bir etkisi de vardır ki, dönemin Rus büyükbaşlarına bir göndermedir...

FAUST, Goethe

FAUST, Goethe
FAUST
Goethe
Zor ve ilginç bir kitap! Yazar, Johann Wolfgang Goethe, bu kitabı neredeyse altmış yılda tamamlamış. Evet bildiğiniz 60 yıl...

Peki, bu süreye değmiş mi? Emin olun, şahsi fikrim -ki mevcut Türkçe çevrisiyle konuşuyorum- hiç yazmasa da olurmuş. Ancak, yine de haksızlık yapmış olmamak için boku, tercümeye ve kendime atmak istiyorum. Kitabı okuduktan sonra yaptğıım minik bir araştırma neticesinde; bu denli haksızlık yapmanın doğru olmayacağını gördüm.

MUTLULUK, Guy de Maupassant

MUTLULUK, Guy de Maupassant
MUTLULUK
Guy de Maupassant
Bu bir öykü kitabı olup, içerisinde on yedi adet kısa öykü vardır. Guy de Maupassant'ın ömrünün sonlarına doğru; on yıl içerisinde, üçyüz kadar kısa öykü yazmıştır. Edebiyat dünyasında, Mopasan Tarzı denilen türün kurucusu olarak bilinir. Serim, düğüm ve çözüm tarzında, okuyucuyu merak içinde bırakan ve ayrıca mekanı detaylı canlandırma tekniğiyle, güzel bir okuma sağlayan yazardır.

Bu kitaptaki, hikayeler oldukça kısadır. Beş-altı sayfalık kısa öyküleriyle birlikte, yirmibeş-otuz sayfalık öyküleri de vardır; kimi basit, kimi de oldukça etkili kısa öykülerle dolu bu kitaptan hoşlanacağınızı umuyorum.

PRENS, Niccolo Machiavelli

PRENS, Niccolo Machiavelli
PRENS
Niccolo Machiavelli
Çoğu zaman bir yerlerde okumuş ya da duymuşsunuzdur, şu kelimeleri: Makyevel, Makyevelcilik...

Kitabın ne anlattığından önce, kitap niye yazılmış demek lazım. Machiavelli (Makyavel), züğürt kalmış, mevkisiz kalmış ve bu kitabı dönemin devlet yöneticisi olan Medici'ye itaf ederek, iş kapmayı umduğunu anlıyoruz. Ancak bu kitabın anlattıklarını küçültmemektedir ki, günümüzde bile hala geçerliliğini koruduğunu görüyoruz...

12 Eylül 2012 Çarşamba

KUMARBAZ, Dostoyevski

KUMARBAZ, Dostoyevski
KUMARBAZ
Dostoyevski
Dostoyevski, romanlarında, sanki sayfalardan çıkıp odamıza gelecek kadar gerçekçi karakterler yaratmaktadır. Okurken, kendinizi ortamın ta içinde hissetmeniz mümkün. Kumarbaz adlı bu eserinde yine güzel bir hikaye ile çıkmış karşımıza. Dünyanın en büyük yazarlarından olması, hiç de yanlış değil; bu ve diğer romanlarını okuduktan sonra gayet açık anlıyor insan.

Dostoyevski'in okuduğum kısa öykülerini ele alacak olursam, Kumarbaz'da da yine nasihat yüklü bir hikaye ile kaşılaşıyoruz. Hikaye, karakterlerin katılımıyla derinleşip, daha da eğlenceli bir hal alırken, kumar tutkusunun, insanı nerelere sürükleyebileceğini de gözler önüne seriyor...

GENÇ WERTHER'in ACILARI, Goethe

GENÇ WERTHER'in ACILARI, Goethe
GENÇ WERTHER'in ACILARI
Goethe
Goethe (Johann Wolfgang von Goethe 1749-1832) 'nin okuduğum ilk eseridir. Öncelikle kitabı basan Bordo-Siyah yayınevine teşekkür ederim. Gerçekten de güzel bir çalışma yapmışlar. Detaylı önsözlerle, kitap hakkında genel açıklamalar ve yorumlar yapmışlar. Bu kitabı okumadan önce, onu daha iyi anlayabilmemi sağladı.

Sanıyorum ki, içinde bulunduğumuz yüzyıl ve sonraki gelecek olan yüzyıllarla birlikte, AŞK tamamen şehir efsanesi haline dönecektir. Goethe ve onun devrinde ya da  daha da eski tarihleri anlatan yeni nesil yazarların eserlerini okuduğumda; aşk hiç de öyle basit bir olgu gibi görünmüyor. İnsanı titreten, öldüren veya paramparça edebilen bir duygu seli olarak karşımıza çıkıyor...

6 Eylül 2012 Perşembe

İSKENDER, Elif Şafak

İSKENDER, Elif Şafak
İSKENDER
Elif Şafak
Daha önce ve ilk defa Elif Şafak romanı olarak okuduğum, Baba ve Piç romanının İngilizceden tercüme edildiğini görmüştüm. İskender adlı romanını okumadan önce, belki bu doğrudan doğruya Türkçe olarak kaleme alınmıştır ve böylelikle Baba ve Piç ile kıyaslama yapabilirim diye düşünüyordum. Kıyaslama: Baba ve Piç'i tercüme eden Aslı Biçen hanımefendinin, kitaba kattığı edebî ruh ile Elif Şafak'ın doğrudan Türkçe olarak kaleme aldığı bir romandaki edebî ruhun karşılaştırması olcaktı, benim için. Neyse, İskender'de doğrudan İngilizce olarak kaleme alınmış bir eser. Kıyaslamayı artık başka -ki varsa!- romanlarına bırakacağım.

Ha, bu arada, asla kötülemek ve küçümsemek için kıyaslama içine girme niyetinde değilim. Sadece yazarı daha iyi analiz edebilmek adına bir meraktır. Bu ayrıca bana, bir eserin, başka dillere tercüme edildiğinde, orijinalinden ne kadar sapma da yapabileceğini gösterecektir. Farklı bir bakış açım ve mantalitem olduğu kesin ;) İskender veya Baba ve Piç romanlarının İngilizce - Orijinal sürümünü okuyamayacağımdan, Elif Şafak'ın doğrudan Türkçe kaleme aldığı bir eseriyle kıyaslama yapacağım. Yazara ait kitapları okumam zaman içerisinde devam edecektir. Gelelim İskender'e...

29 Ağustos 2012 Çarşamba

İKİ CAMİ ARASINDA AŞK, Mürvet Sarıyıldız

İKİ CAMİ ARASINDA AŞK, Mürvet Sarıyıldız
İKİ CAMİ ARASINDA
AŞK

Mürvet Sarıyıldız
Size kitabın içeriğinden veya yazarın romancılık becerisinden çok; kitabın baskı kalitesinden, mizampajından bahsedebilirim. Daha kitabı ilk elime aldığımda, anladım ki bu kitabı takva sahipleri basmış/bastırmış. Nedendir bilmem, dinci dediğimiz kesimdeki insanlar teknolojiyle çok ilgililer ve nedendir bilmem, matbaa işleri konusunda büyük yatırımları ve hevesleri vardır. Çok severler böyle süslü şeyleri basmayı...

Hikaye çoğunuz tarafından biliniyor olabilir. Kitabın kapağına bakıp da aldanan da olmuş olabilir, benim gibi. Böyle bir kitabın basılmış ve piyasada satıldığını gördükten sonra, bana müthiş bir cesaret geldi. Bildiğiniz gibi benim de öykü denemelerim var. Peki neden ben de bunları kitaplaştırmayayım? Bu kitabı, roman diye çıkarttılarsa, benim kitabım bu kitaba göre best seller olur :)

28 Ağustos 2012 Salı

KATRE-İ MATEM, İskender Pala

KATRE-İ MATEM, İskender Pala
KATRE-İ MATEM
İskender Pala
Tarihin derinliklerinden, armağan denilebilecek bir metnin; İskender Pala'nın şahsiyetinde ortaya çıkmış bir eserdir: 66 Soru ve 1 Cinayet... Gerçek midir, değil midir, bilinmez. Konuda adı geçen isimlerin gerçekliği tartışılmaz olsa da, kurgulanmış hikayenin gerçekliği net olarak belirtilmemiştir.

Yazar tesadüf ettiği bir kitap müzayedesinde, kimsenin itibar etmediği, yırtık pırtık bir kitaba en yüksek değeri vererek sahip olur. Ki yazar: "bilinse, çok daha fazla değerli olacağını" da Sunuş bölümünde dile getirmiştir. İskender Pala, işte bu elde ettiği Osmanlıca yazılmış kalın cildin, en son bölümünde anlatılan hikayeyi, bizlerin anlayacağı şekilde sunmuştur. Gerçekte yazarı bilinmemektedir. İskender Pala, der ki: "...Kitabın gerçek yazarı bulununcaya kadar, bu öyküyü size ben anlatmış olacağım ve siz bu kitabın yazarı olarak beni bileceksiniz."

BABA ve PİÇ, Elif Şafak

BABA ve PİÇ, Elif Şafak
BABA ve PİÇ
Elif Şafak
Aşure tarifidir, bu... Malzemesi: Türk'tendir, Ermeni'dendir; azıcık evin kedisi, az da evin deli ahalisi, geçmişten alınmıştır öfkesi; çokca kinlidir yeni neslin Ermenisi... Şaşırtıcı ve sarsıcı bir betimlemeyle anlatılan; Zeliha ile katıştırılıp ki tasvire dönüşen, yağmurlu bir günle başlayan: bir hikaye, bu... Cemi cümlemize anlatılan; kimimize göre masal, kimimize göre nasihat, kimimize göre içinden çıkılmaz bir paradoks: Baba ve Piç

Hali, tavrı ve Bab-ı Esrar'a rivayet olunan musallatlığı ile "gıcık-i" payesinde bir hatun kişi: Elif Şafak.

İngilizce olarak kaleme aldığı bu roman ile tüm olumsuz -ki n'oluyorsa bana, süzme gıcık olmuştum- fikirlerimi yıkmıştır. İngilizce'den Türkçe'ye çeviri yapan, çevirmenin mi, yoksa yazar, Elif Şafak'ın mı kitaba edebî harikuladelik kattığı; mutlaka tartışılmalıdır...

27 Ağustos 2012 Pazartesi

KAVİM, Ahmet Ümit

KAVİM, Ahmet Ümit
KAVİM
Ahmet Ümit
Bir ülke düşünün ki, Türkiye kadar karma felsefeye ve karma dinlere kucak açabilmiş olsun. Kitabı, polisiye bir roman olmasının dışında; ülkemizin kültürel zenginliklerine ve yakın tarihteki "devletin teröristi" mitine(!) de dem vurmaktadır.

Hikayenin baş karakterleri; Komiser Nevzat, yardımcıları Ali ve Zeynep: ilginç bir cinayet ile bir araya gelirler. Cinayet, bir adamın öldürülmesi dışında, işlenen cinayetin tarzı bakımından çok dikkat çekicidir. Kalbine saplanmış -ki kabzası haç şeklindedir- bir bıçak; yanı başında açık duran bir incil; incilin sayfasında kurbanın kanı ile altı çizilmiş bir cümle; sayfanın kenarına yine kanla yazılmış "Mor Gabriel" yazısı: Büyük bir takibe ve entrikalara sebep olacak bir cinayetin ilk izlenimleridir...

17 Ağustos 2012 Cuma

CUMHURİYET, Turgut Özakman

CUMHURİYET, Turgut Özakman
CUMHURİYET
Turgut Özakman
Turgut Özakman'ın serinin üçüncü kitabı olan Cumhuriyet, sizin de tahmin edeceğiniz gibi, kurtuluş savaşının ardından; Birinci Dünya Savaşının bitişi, Türkiye'nin özgürleşmesi -ki Cumhuriyetin ilanına kadar giden hikayeyi anlatmaktadır. Hikaye dedim, ancak çok ciddi tarihi belgelerle hazırlanmış, okunması ve anlaşılması kolay bir tarihi roman olmuş, bu kitap. Özakman, bana göre, bu dönemleri; başlangıç seviyesinde roman tadında anlatmaktadır.

Turgut Özakman'ın bu kitabını okumadan önce sırasıyle, Diriliş: Çanakkale 1915 ve Şu Çılgın Türkler kitaplarını okumanız gerekmektedir. Böylece konuyu daha iyi kavrayabileceksiniz. Elbette, dediğim gibi, bu başlangıç seviyesi için, harika bir tarihi belgedir. Hem tarih kitabı hem de roman tadı, damağınızda kalıyor.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

MÂÛN SURESİ, Yaşar Nuri Öztürk

MÂÛN SURESİ, Yaşar Nuri Öztürk
MÂÛN SURESİ
Yaşar Nuri Öztürk
Yine Yaşar N. Öztürk'ten bir eser daha. Allah ile aldatanlara, Kur'an'ın tokadı niteliğindeki Mâûn suresinin tefsiri...

Öyle bir tefsir ki, konu hep aynı surenin etrafında dönüyor olsa da, Kur'an'daki bir çok ayet ve surenin de yer aldığı bir kitap, bu. Anlatım ve konuların detaylı şekilde ele alınması sizi bir süre sonra sıkıyor olsa da, hem surenin detaylı tefsirini hem de İslam tarihindeki bu surenin muhattblarını da okuyacaksınız. Gerek günümüz gerekse de İslamiyetin ilk günlerindeki müşriklere şahit olacaksınız. Göz göre göre, insanlardan bu sureyi ve surenin anlamını gizleyenleri öğreneceksiniz.

SİMYACI, Paulo Coelho

SİMYACI, Paulo Coelho
SİMYACI
Paulo Coelho
Yazarın bir başka romanını okumadım, ancak bu romanı okurken, yazım ve anlatım dilinin basitliği beni şaşırttı. Çünkü, böylesi dünyada yankı yapmış ve milyonlarca satılmış bir romandan beklentim büyüktü. Yazım ve anlatımda, edebi bir eser bekliyordum. Ancak bu bir tarz, bunu kabul etmek gerek. Hikayenin beklenen bir sonu olmakla birlikte, kullanılan tarz; Çehov tarzı gibi geldi bana. Günümüz modern anlatımlarından uzak bir tarzla yazılmış. Bu hikayeyi, Balzac, Ahmet Ümit vs. yazmış olsaydı, emin olun 180 sayfa yerine iki ciltlik roman ortaya çıkardı. Aslında iyi de olurdu.

Herşeyden önce konu harika. Anlatılmak istenen şey, her insan için çok önem arzedeceğini sanıyorum. Simyacı'yı okuyan hemen herkesin bu öyküde, kendinden ve kendi için birşeyler bulacağını düşünüyorum.

ALLAH İLE ALDATMAK, Yaşar Nuri Öztürk

ALLAH İLE ALDATMAK, Yaşar Nuri Öztürk
ALLAH İLE ALDATMAK
Yaşar Nuri Öztürk
"Beni bir kez aldatırsan sana yazıklar olsun; beni iki kez aldatırsan bana yazıklar olsun."
-Sun Tzu

Çinli bilge ne güzel demiş değil mi? Peki Kur'an bu konuda ne diyor: "Aldatan, sizi Allah ile aldatmasın" (Lokman 33, Fâtır 5, Hadîd 14) İşte bu kitap, Kur'anda geçen bu ayetleri baz alarak bizleri ciddi şekilde "Allah ile Aldatanlar" 'dan sakınmamızı söylüyor. Gerek Kur'andan, gerek İslam tarihinden ve gerekse de günümüz yönetimlerini belge/örnek göstererek bunu yapıyor, yazar. Kitap, dinci(!) kesimin şiddetle karşı çıktığı bir ismi; bize hiç bilmediğimiz yönleriyle de tanıtıyor...

"Hak olan Kur'an, haksızlığı kabule vasıta yapıldı." sözünü, İslam tarihine yazdıran -ki özellikle o dönemin Türkiye'sindeki Müslümanlara bir uyarı şeklinde söyleyen- ise Gazi Mustafa Kemal Atatürk'tür...

Bu ve diğer kitaplarını okudukça, takva manyakları -ki ben bu tabiri, müşrikler için özellikle kullandım- neden Yaşar Nuri Öztürk'ü sevmediklerini çok iyi anlıyor insan. Kitap bize, tercüme/meallerde yapılan kasıtlı yanlışları bir bir dile getirmektedir.

3 Ağustos 2012 Cuma

HAÇSIZ HAÇLILAR, Arthur Koestler

HAÇSIZ HAÇLILAR, Arthur Koestler
HAÇSIZ HAÇLILAR
Arthur Koestler
Nazi Almanya'sında -ki kendi ülkesi olmadığı halde, o dönemin proleter fikrine sahip kişilerce; gönülsüzce ama sanki mecburmuşcasına eylemlerde bulunan Peter'in öyküsüdür, bu.

Genç ve kendi çapında bir ideolojiye sahip, Peter; gördüğü işkencenin ardından, ülkeden kaçar ve tarafsız bir ülke gelir. Hikaye de böyle başlar. Kitabın üç evresi var: tarafsız bölgeye geliş ve orada yaşadığı aşk; aşkının gidişi ile başlayan hastalıklar, getirdiği kriz ve kendinin gönüllü olarak -ki bu Sonia tarafından yapılır- psikolojik sorgulanma evresi; son olarak da hesaplaşma ve Peter'in kendini tanımlama evresidir.

Kitap, bir roman olmasının yanı sıra, Peter gibi kişiliğe sahip insanların 'amaçsız amaçlarını' da gözler önüne sermektedir. Kitap bu yüzden Haçsız Haçlılar diye adlandırılmıştır. Bir inanç yok -ki bu sadece dini bir inanç olarak kastedilmemektedir- ancak, davaya bağlılık vardır. Bir dürtü Peter ve Peter gibileri, süreli olarak davaya karşı dürtmektedir. Hitler ve Napolyon örneği benim için ilginçti, kitapta. Bu iki şahıs ve Peter da, davasını güttüğü ülkenin as vatandaşı olmamışlar, ancak o ülke için ölümüne bir sevda ile mücadele etmişlerdir.

Kitap, Peter ve onun gibi bu dürtülere sahip insanları irdeliyor. Bunun bir "korkulu rüya" ile alakalı olabileceğini veya hala geçmişten kalan bir anının etkisiyle olabileceğine dair sorgulamalarla karşılaşıyoruz.

Sonuçta, huylu huyundan vazgeçmez dedirtecek bir sonla bitiyor, kitap.

Diğer kitap yorumlarım için tıklayınız.

 

30 Temmuz 2012 Pazartesi

YAŞAMAK GÜZEL ŞEY BE KARDEŞİM, Nazım Hikmet

YAŞAMAK GÜZEL ŞEY BE KARDEŞİM, Nazım Hikmet
YAŞAMAK GÜZEL ŞEY
BE KARDEŞİM

Nazım Hikmet
Çocukluğumdan beri bu kitap kaç kere elime geçti hatırlamıyorum bile... En son bitirdiğim ON İKİ romanından sonra, bi bakayım dedim, evde okumadığım eski kitaplardan ne var? Yine bu kitap elime geçti ve şöyle ilk sayfasına baktım: 1970 yılında falanca yerde dizilmiş ve falanca yerde basılmıştır, diye ibare gözüme ilişti. Ben doğduğum sene basılmış ve babam bu kitabı almış, kimbilir belki de Ziya'dan kalma(!)

Şiir yazıyor gibi yapsam da, açıkcası şiir okumayı pek sevmem. Ancak istisna -ki belki de, tarzlarımız uyuşuyor olduğu için- Nazım'ın şiirleri bana farklı ve etkileyici gelmiştir, okuduklarım kadarıyle. Bu kitabın da bir şiir kitabı olduğu aklımda kalmış ve ne hikmetse sayfalarını hiç göz gezdirmemiş olacağım ki, hiç okumayı akıl etmedim. Bu defa, şöyle bir baktım, bu bir şiir kitabı değil, bir öykü idi. Heyecanlandım ve okumaya başladım...

29 Temmuz 2012 Pazar

ON İKİ, Jasper Kent

ON İKİ, Jasper Kent
ON İKİ
Jasper Kent
Tamamen kapağın etkisiyle aldığım bir kitap diyebilirim: kitabın kapağındaki: "Gerilim", "On iki" ve "Fransa-Rusya savaşı" ibareleriyle, mistik bir hava katan resimleri etkili oldu.

Beklentim, tıpkı diğer tarih içerikli romanlarda olduğu gibi, o günleri roman havasında özümseme isteğinden başka bir şey değildi. Ancak üç dört bölümden sonra, olayın "Vurdalak" meselesine geldiğini görünce, hikayeyi de yazarı da küçümsedim. Vurdalak ne mi? Bildiğimiz Vampir :))

Jasper Kent, bunu bir seri; beşleme olarak yazmış. On İki, bunların ilkidir. Bilemiyorum ama sonraki seride vampir meselesi devam edecek mi? Bu ilk kitapta, vampirlerin sonu gelmiş gibi görünüyor..

24 Temmuz 2012 Salı

KÜRK MANTOLU MADONNA, Sabahattin Ali

KÜRK MANTOLU MADONNA, Sabahattin Ali
KÜRK MANTOLU MADONNA
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali'nin okuduğum, ilk romanıdır. Kitabın önsözünde dile getirdiği gibi uzun hikayesi de diyebiliriz.

Kitabı tavsiye üzerine birinden aldım ve okudukça şaşkınlık içerisinde kaldığımı söyleyebilirim. Edebiyatın tavan yaptığı bu romanda, yazarın, Raif Efendi'yi betimlemesinde neredeyse kendimi okudum: bir aynanın karşısına geçmiş sanki kendimi seyrediyordum. Diğer bir ilginçlik ise -ki Raif Efendi'nin Kürk Mantolu Madonna resmine aniden bir tutkunluk içerisinde takılıp kalması gibi, benim de kendisinin resmine takılıp kaldığım- henüz tanıştığım bir bayanın da, neredeyse Maria Puder gibi bir tavır takınıyor olmasıydı. Şahsım adına kitabın bende büyük bir etki yarattığını söyleyebilirim.

22 Temmuz 2012 Pazar

KOBRANIN YILI, Paul Doherty

KOBRANIN YILI, Paul Doherty
"Mahu, seni şanslı orospu çocuğu..", şuan karşımda olsa, diyeceğim tek söz bu olurdu. :))

Nasıl ve nereden başlayacağımı bilemiyorum. Kitaba dün başladım ve bugün bitirdim. Gece gözlerime ağrı girdi, "tamam bu son sayfa" derken, "ananı avradını.." diyerek diğer bölümleri de okuma heyecanı içerisinde kaldım. Takatim tükenene kadar kitabı yarılamıştım. Kitabın sonlarına doğru heyecan, tüm hayal gücümle birlikte doruk noktasına çıktı. Mısır'ın kısa bir dönemini -ki 30-40 senelik bir dönemdir- gözler önüne seren bu üçlemenin son kitabı, tam anlamı ile ustaca yazılmış. Paul Doherty'i gerçekten de tebrik etmek istiyorum.

20 Temmuz 2012 Cuma

ÇAKALIN YILI, Paul Doherty

ÇAKALIN YILI, Paul Doherty
ÇAKALIN YILI
Paul Doherty
Serinin ilk kitabı, Batıdan Gelen İblis'in devamı olan bu ikinci kitabı da büyük bir heyecanla okudum. Hem enkarnasyonel bir yazar hem de özellikle  MISIR tarihi konusundaki deneyimiyle, Paul Doherty; belgelere dayalı tarihi gerçekleri, harika bir kurgu ile roman haline getirmiştir.

Batıdan Gelen İblis'te, Akhenaten sırra kadem basmış ve Nefertiti ise, zehir içmeye teşvik edilmişti. Bir dönem kapanmış ve bir yeni dönem başlamıştı. TEK olan, yani ATEN'e inanan ve hatta kendini Aten'in oğlu olarak gören Akhenaten ( Aten'i memnun eden kişi ), takıntısı ve ruhsal gel-gitleriyle hem kendini hem de Mısır'ı bir kaosa sürüklemişti.

15 Temmuz 2012 Pazar

İSİM ŞEHİR BİTKİ, Yılmaz Özdil

İSİM ŞEHİR BİTKİ, Yılmaz Özdil
İsim, Şehir, Bitki
Yılmaz Özdil
Yılmaz ÖZDİL'in ikinci denemesi olan bu kitapta, yine daha önceden gazetedeki köşesinde yayımlanan köşe yazıları yer almaktadır.

Kendine has üslubuyla okuyucuyu kah güldürüyor kah düşündürüyor. Özdil'in espri anlayışı belki herkes tarafından anlaşılmayabilir. Ancak bilenler bilir ki, ağlanacak halimize güldürür bizi..

Gerek Türkiye gerekse de dünyadaki olaylara farklı bir bakış açısıyla, okuyucuyu derinden bilgilendirmeyi amaçlayan Yılmaz Özdil, okundukça anlaşılıyor ki, gerçek bir halk adamı. Yazılarını okudukça sizlerin de bunu göreceğinize inanıyorum.

Uzun uzadıya yazmamın bir anlamı yok. İlk kitaptaki yazılar gibi, bu kitaptaki yazılar da değerli. Sadece sizler değil, çocuklarınıza da okutmaya başlayın şimdiden.

9 Temmuz 2012 Pazartesi

ŞU ÇILGIN TÜRKLER, Turgut Özakman

ŞU ÇILGIN TÜRKLER, Turgut Özakman
ŞU ÇILGIN TÜRKLER
Turgut ÖZAKMAN
Bu kitabın kısmetsizliği midir, benim işlerimin yoğunluğu mudur yoksa, kitabı okurken sık sık düşüncelere daldığımdan mıdır, bilmem; kitap ancak 15 günde bitti..

Kitabın ilk yarısı sıkıcı geldi, haliyle ön hazırlıklar vs. anlatılmaktaydı. Ancak sonraki bölümler heyecanlı hale geldi. Hele son 250 sayfa su gibi akıp gitti. Hiç yapmadığım şeyi yaptım, hem küfrederek hem de gözlerim dolu dolu olarak bitirdim kitabı. Hala inanasım gelmiyor, bu mücadeleyi ancak çılgın olanlar yapabilir..  Ancak Çılgın Türkler yapabilirdi ve yapmışlarda. Şaka değil gerçek.

Yazara göre ilk kitap olması gereken DİRİLİŞ - Çanakkale 1915 kitabına nazaran, daha güzel ve daha romanımsı bir anlatım olduğunu söylebilirim. Bu kitap, farklı cepheleri ve farklı insanları anlatmaktadır. Roman havasını daha iyi yakalayabilmek için araya serpiştirilmiş hayali karakterler de kitaba ayrı bir güzellik katmış.

16 Haziran 2012 Cumartesi

BATIDAN GELEN İBLİS, Paul Doherty

BATIDAN GELEN İBLİS, Paul Doherty
BATIDAN GELEN İBLİS
Paul Doherty
Tarihi, hayata yeniden getirmeyi amaçlayan Paul Doherty'in üçlemesinin ilk kitabı olan Batıdan Gelen İblis; sizleri Antik Mısır'ın dünyasına yolculuğa çıkartacaktır. Üçlemenin diğer iki kitabının adları ise Çakalın Yılı ve Kobranın Yılı'dır.

Doherty, tarihi veriler ve kendi tarih tutkusuyla birlikte yoğurduğu bu üçlemenin ilk kitabında; Akhenaten ve Nefertiti gibi tarihi kişilikleri canlı kanlı olarak karşınıza çıkartıyor. O dönemde yaşanan olayları, hem öğreniyor hem de hayalinizde canlandırarak büyük bir maceraya katılıyorsunuz. Kitap, MAHU adındaki o dönemin POLİS ŞEFİ'nin itiraflarından yola çıkılarak romanlaştırılmıştır. Antik Mısır hakkında bilgi almak istiyorsanız, bu kitabı okumanızı salık veririm. Sade bir dille yazılan bu kitapla, Antik Mısır'ın ortasında bulacaksınız, kendinizi..

Paul DOHERTY

Paul DOHERTY
Paul DOHERTY
Dr. Paul C. Doherty, 1946 yılında Middlesbrough'da (Kuzey-Doğu İngiltere) doğdu. Bir süre sonra, Katolik rahiplik eğitimi için üç yıl Durham Ushaw Koleji'ne gitti. 1967 senesinde, Liverpool Üniversitesine başvurdu. O dönem, Tarih dersinden Birinci Sınıf Onur Derecesi aldı ve Oxford Exeter College devlet  bursunu kazandı. Eşi Carla Lynn Corbitt ile orada tanıştı. Doherty, öğrenimini sürdürdü, ancak akademik dünyanın onun için olmadığına, kendisinin bir ortaokul öğretmeni olduğuna karar verdi.

Paul, 1981 yılında, Woodford Green-Essex Trinity Katolik Okulu müdürü olarak atanmadan önce; Ascot, Newark ve Crawley'de çalıştı. 1700 yıllarında kurulan Trinity Katolik Okulunda, yaşları 11-18 aralığında olan çocuklara, geniş kapsamlı eğitim verilmektedir. Bu okul Birleşik Krallıkta (U.K.) liderlik vasfı taşıyan öğrenciler yetiştirmekle bilinmekte olup; arka arkaya dört yıl boyunca en seçkin OFSTED ödülüne layık görülmüştür. Paul ve Carla'nın yedi çocuğu da Trinity'de eğitim görmüştür.

Paul DOHERTYPaul C. Doherty, -bilimsel tarihi verilerle- enkarnasyonel bir romancıdır. İngiltere Kralı II. Edward üzerine doktarasını tamamlayan Doherty, 1985 yılında "tarihin çalıları" hakkında yazmaya karar verir ve THE DEATH OF A KING'i yayınlanır. Paul DOHERTY, o zamanlardan bu yana; Orta Çağ, Klasik Yunan, Antik Mısır ve diğer dönemlere ait 100 kitap yazmıştır. Kitapları yirmiden fazla dile çevrilmiştir.

Bir çok takma isim (mahlas) kullanmıştır: CL Grace, Paul Harding, Michael Clynes, Ann Dukthas ve Anna Apostolou. Şimdi sadece kendi adı altında yazmaktadır. Paul, "geçmişi, hayata getirmek" dürtüsü ile hikayeler anlatmayı sevmektedir.


Paul C. DOHERTY'in resmi sitesinden Türkçe'ye çevrilmiştir..




10 Haziran 2012 Pazar

İSİM ŞEHİR HAYVAN, Yılmaz Özdil

İSİM ŞEHİR HAYVAN, Yılmaz Özdil
İSİM ŞEHİR HAYVAN
Yılmaz Özdil
Eminim, kıvrak zekası ve usta kalemiyle, Yılmaz Özdil'i tanırsınız. Hürriyet Gazetesinde köşe yazarıdır. "Aaa, ilk defa duyuyorum" mu diyorsunuz? Yazık öyleye, hemen bugünden başlayın ve hatta bu kitabı alarak geçmişte yazdığı köşe yazılarını okumaya başlayınız.

Okurken, duygulanmak da gülmek de garanti! Ülkemizin ve hatta dünyanın meselelerine parmak basmak bir kenara, gözüne gözüne sokuyuyor, kendi üslübuyla. Yeni bir Yılmaz Özdil okuyucusuysanız, yazılarını tek seferde anlamak zor gelebilir. Okuması kısa ama düşünmesi uzun köşe yazıları yazar. Vatanını seven bireylerin, Yılmaz Özdil yazılarını okuduğunda belki, "zaten bunları biliyoruz" diyebilirler. En azından Türkiye'de her iki kişiden birinin göremediği kahbelikleri, daha görünür kılmak adına kimi sert kimi okşayıcı yazılarla karşılaşıyoruz.

Anlayana davul zurna saz, anlamayana sazı soksan az!

Çok uzun uzun yazmaya gerek yok. Üstad bile az az yazarak, uzun uzun düşündürmeyi hedeflemişken, bana uzun uzadıya yazmak hiç yakışmaz. Bu adamı okuyun, okutturun.. Olmadı bi vibratörlü saz hediye edin, "okumak ve anlamak istemiyoruz" diyenlere ;)

Saygılar efendim..

6 Haziran 2012 Çarşamba

BEN BİR APTAL

BEN BİR APTAL, Doktrin
Bu benim ikinci uzun metrajlı deneme öykümdür. Bu hikayeyi, daha yalın bir kurgu ile beğeninize sunuyorum. Yorumlarınızı esirgemeyiniz. Bu arada, eğer ilk deneme öyküm olan DURU AŞK'ı okumadıysanız, okumak için tıklayınız.

BEN BİR APTAL, PDF formatında okumak için tıklayınız.



1 Haziran 2012 Cuma

DİRİLİŞ - Çanakkale 1915, Turgut Özakman

DİRİLİŞ - Çanakkale 1915, Turgut Özakman
DİRİLİŞ
Çanakkale 1915
Turgut Özakman
Kitabı tesadüfen evde buldum. Dayımın kitapları arasındaydı. Turgut Özakman'ın ilk olarak piyasaya çıkan Şu Çılgın Türkler kitabını yıllar evvel almış ama maalesef işlerim nedeniyle, okumak hiç nasip olmamıştı. Şuan kitap kayıplarda, kim aldı bilmiyorum. 

Fakat, ilk olarak Şu Çılgın Türkler'i okumadığım iyi olmuş. Çünkü, Diriliş kitabında Turgut Özakman'ın da dediği gibi bunlar bir üçlemenin kitapları. Aslında ilk olarak (1) Diriliş - Çanakkale 1915 okunmalı, sonra (2) Şu Çılgın Türkler ve en sonunda da (3) Cumhuriyet - Türk Mucizesi adlı kitap okunmalıdır. Yazar ilk etapta galeyana gelip, Şu Çılgın Türkler'i yayımlamış. Oysa, Diriliş - Çanakkale kitabı için çok daha önceden çalışmalara başladığını söylüyor. Sonradan, Şu Çılgın Türkler'i ilk olarak sıfıran yazıp, yayımlatmış. Ancak kronolojik olarak ilk sıra Diriliş kitabına aittir. Ayrıca ROMAN diye bir ibare olmuş olsa da, ROMAN'mış gibi gösterilerek, insanlara bu çok önemli tarihi bilgileri vermeyi amaçlamıştır, yazar.

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Felsefe: Kürtaj ve Uludere

Recep Tayyip Erdoğan
İstanbul'daki konuşmasından
"Her kürtaj bir Uluder'dir" demiş; değerini anlamakta zorlandığımız, sayın Başbakanımız. Kürtaj ile Uludere sözcüklerini birbiriyle ilintilendirmiş, fakat biz anlayamamışız sanki. Bu kurduğu cümlede felsefi bir yaklaşım olduğunu görüyorum. Önerme bu ya: "Kürtaj bir Uludere" ise, öylese "Uludere de bir Kürtaj" 'dır demek yerinde olacaktır. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, yani Türkiye'nin 25. Başbakanı. Hakaten(!) mi yirmibeş?

Kürtaj ama neden?

Küretaj olarak da bilinir, ama bizler kolay yoldan KÜRTAJ diyoruz. İstenmeyen gebeliğin sonucuna kürtaj ile ulaşılır. KÜTAJ: Kadının rahmindeki, cenin (henüz tam insan formunda olmayan) veya tıbben başka birşeyin doktor (ya da "ben doktorum" diyenin) marifetiyle alınması olayıdır. Sebebi ne olursa olsun, alınan şey İSTENMEYEN ve OLMAMASI GEREKENDİR!

23 Mayıs 2012 Çarşamba

YABAN, Yakup Kadri Karaosmanoğlu

YABAN
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Yaban, İstanbul'dan bir köye yerleşen bir adamdır. Köyde onun adı Yaban'dır. Köylüler için, köyden olmayan herkes birer yabandır. Antik Yunan'da, Yunan olmayanlara BARBAR dedikleri gibi. Yaban, I. Dünya Savaşı'nda bir kolunu kaybetmiş bir subaydır. Kendine bağlı er olan, Mehmet Ali'nin köyüne yerleşir.

Ahmet Celal, köylüler için YABAN'sa da, köylüler de Ahmet Celal için yabandır. Ve bu hep böyle gidecektir. Roman, başlı başına öz eleştiriyle dolu. Başlarda, Ahmet Celal, köylülere tiksinerek bakıyor ve sürekli eleştiriyor olsa da, daha sonraları bunu, kendi ve kendi gibi okumuş ve mevkii sahibi kişiler yüzünden böyle olduğuna inanıyor.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, romanın çıktığı seneler çok eleştirilmiş. Köylüye dil uzatmakla suçlanmış. Elimdeki kitabın ilk sayfalarında, Yakup Kadri bir açıklama yapmış. Bu açıklamayı kitabın ikinci basımında ilave etmiş. Kendisine yapılan suçlamalara karşı, savunmasını yazmıştır. Gayet mantıklı bir savunma. Kitabı okuyup bitirdikten sonra, cehaletin nelere kadir olduğunu sizlerde göreceksiniz. Hoş, bunun için bu kitabı okumanıza hiç gerek yok. Etrafımıza bakacak olursak eğer, Yaban'da geçen kişileri görmemiz mümkündür.

20 Mayıs 2012 Pazar

Özgürlük ya da Kölelik

Özgürlük ya da Kölelik
Özgürlük ya da Kölelik
Varolan topluluklar, yaşadıkları sınırlı topraklar içerisinde, yalnızca hayatın gerekliliği doğrultusunda yaşayabilecekken; Toplumdan sıyrılan, ölümsüzlük düşüncesi ile sonsuca dek varolmayı hedefleyenlerin; zulmü ile parçalanmaktadırlar. Parçalanan, ufacık zerrelere dönüşen toplum ise, kültürel, sanatsal ve edebi bağlarının koparılması ile özgürlüğün; mutlak biat ile temin edilebileceğine kanaat getireceklerdir. Ve böylece kölelik bir yaşam biçimi halini alacaktır. 

Murat Dicle

18 Mayıs 2012 Cuma

SİS ve GECE, Ahmet Ümit

SİS ve GECE, Ahmet Ümit
SİS ve GECE
Ahmet Ümit
İşte bu! Polisiye olarak okunacak harika bir kitap. Ahmet Ümit, bu kitabında başarılı bir hikaye kurgulamış. Sürpriz sonla biten ve sizi dehşete düşüren bir hikaye.

Dürüst olmak gerekirse, aksiyon dolu kitapları hep yabancılar yazar derdim. Bu kitaba kadar da öyle düşünüyordum. Ancak, Ahmet Ümit'in Sis ve Gece romanı beklentimin çok üstüne çıktı. Ahmet Ümit'in, Sultanı Öldürmek romanında şikayet ettiğim konular bu romanda yok. Hoş, bu roman 1996 senesinde ilk defa basılmış. Yazar heyecanını ve birikmiş hayal gücününü, sıkıntı çekmeden bu roman üstünde kullanmış.İnanın okurken sıkılmayacaksınız. 250 Sayfa, nasıl geçti de bitti diye şaşıracaksınız.

Son 25. sayfasına geldiğimde, şak diye hikayenin sonunu çözdüm. Evet.. Ben çözdüm, ben! :) Artık hikayenin sonunu çözdüğümden mi, yoksa emin olmak için sonuna kadar okumam gerektiğinden mi; sonlara doğru eklenmiş rüya anlatımı beni sıktı.

BU KISIMDAN SONRASI; KİTAP İÇERİĞİYLE İLGİLİ BİLGİ VERMEKTEDİR. KİTABI OKUMADIYSANIZ, HEYECANI KAÇABİLİR..

17 Mayıs 2012 Perşembe

BAB-I ESRAR, Ahmet Ümit

BAB-I ESRAR, Ahmet Ümit
BAB-I ESRAR
Ahmet Ümit

Karen Kimya, babası tarafından küçük yaşta terkedilmşitir. Babası, Poyraz ise, Konya'da kendini bir Mevlevi dergahına adamıştır. Konya'daki bir otelde çıkan yangın nedeniyle, sigortacı Karen Kimya, memleketi olan Konya'ya gelir. Rüyalar, takipler ve esrarengiz olaylar..

Kimya, sadece Poyraz'ın kızına verdiği ad değildir. Kimya hem Şems-i Tebrizi'in aşkı hem de Mevlana'nın haremindeki hatundur. Yasak ilişki, cinayet..

Karen Kimya, rüyalar görür. Rüyasının baş aktörü ise Şems-i Tebrizi'dir. Bu rüyalar ki, Şems-i Tebrizi'nin cinayetini açığa kavuşturacaktır. Mevlana ile Şems-i Tebrizi arasında büyük bir dostluk vardır. Bu büyük dostluğun kıskananları da vardı: Mevlana'nın ortanca oğlu..

Elif Şafak'ın AŞK romanı ile aynı günlerde piyasaya çıkmış ama ana tema olarak birbirinin aynı konular anlatılmaktadır. Artık kim kimden arakladıysa bu konuyu bilmiyorum. "Ahmet Ümit polisiye tarzda kitaplar yazıyor, dolayısıyle Elif Şafak'ın AŞK'ındaki kadar derin mevzuları anlatamıyor", bunu bir başka siteden okumuştum. Evet gerçekten de Ahmet Ümit, polisiye ve heyecanı doruklara çıkartan meseleleri yazmayı seviyor. Hep bir suçlu peşinde. Sultanı Öldürmek'te ise hem Nüzhet'in hem de Fatih'in olası katillerinin peşindeydi, Ahmet Ümit.

Tarihi yine bir başka romandan öğrenmek sizler için harika olacak. Okuyun pişman olmayacaksınız.

* Diğer kitap yorumları için tıklayınız.


SULTANI ÖLDÜRMEK, Ahmet Ümit

SULTANI ÖLDÜRMEK, Ahmet Ümit
SULTANI ÖLDÜRMEK
Ahmet Ümit
Bugün bu kitabı bitirdikten sonra, dışarı çıkıp başka bir kitap daha aldım: Sis ve Gece. Yine Ahmet ÜMİT'in yazdığı, polisiye bir roman. Kafeye geçip, kitabın ilk elli sayfasını okudum. Gece, Sultanı Öldürmek ile ilgili yazımı yazmayı düşünüyordum..

Ancak Sis ve Gece'nin ilk elli sayfasını okuyunca -ki kitap 1996 senesinde çıkmış; Ahmet Ümit'in konu sıkıntısı çekiyor olabileceği hissine kapıldım. Yine kar yağıyor, yine gözler ve göz bebekleri içindeki taneler. Bire bir olmasa da, andıran şeyler var, Sis ve Gece ile Sultanı Öldürmek kitabında. Kişiler ve mekan anlatımlarında sığlık sezdim. Çok elzem şeyler değil ama dikkatimi çekti. Neyse, yeterinden fazla peşin hüküm giydirdim Ahmet Ümit'e. Sonuç, Sis ve Gece'yi bitirdiğimde yapacağım yorumda ortaya çıkacaktır. Şunu da hemen belirteyim, Ahmet Ümit'in kitaplarını severek okudum. Değerli bir yazar, benim için.

Sultanı Öldürmek kitabının içeriğini yorumlamadan önce, Ahmet Ümit'in okuduğum ikibuçuk kitabına bakacak olursak; Sündüre sündüre anlatımı çok kere dikkatimi dağıtıyor. Bazen çok gereksiz yere detaylara indiğini gördüm. Detay düşünce için iyi olabilir ama siz tam heyecanın doruk noktasına geldiğinizde, çok da alakalı olmayan bir şeyin anlatımına girdiğinizde, heyecan da kayboluyor. Gel-gitler oluyor okumalarla kurulan hayallerde. Ve okuma hızını da etkiliyor. Allah sizi inandırsın, çifter çifter satırları geçtim. Hatta, sündürülen satırları hızlıca tarıyarak, ilk konuşma bölümünde durup, sonra diğer konuşma bölümüne atladığım anlarda oldu. Yıldırdı beni bu sündürerek anlatma. Edebiyatın bokunu mu çıkarttı acaba, Ahmet Ümit? :P

14 Mayıs 2012 Pazartesi

DURU AŞK (PDF formatı)

İlk denemem olan DURU AŞK öyküsünü, bu sitede yayımlamıştım. Bu siteden okunması zor olduğu kanaatine vardım. Ayrıca yazıcıdan çıkartıldığında ise gereksiz bir sürü şey de kağıda yazılıyor. Dolayısıyle PDF formatında veya doğrudan daha okunaklı olarak SCRIBD.COM üstünden, bu öyküyü bir kez daha paylaşıyorum.

DURU AŞK, PDF Formatında okumak için tıklayınız..
PDF Formatında bilgisayarınıza indirmek isterseniz; bağlantının üstündeyken, farenin sağ düğmesine basın. Çıkan menüden Farklı Kaydet'i

Scribd olarak aşağdan da okuyabilirsiniz..

12 Mayıs 2012 Cumartesi

ÇIRAK, Tess Gerritsen

ÇIRAK
Tess Gerritsen
Dikkat: CERRAH adlı kitabı okumadan, bu kitap hakkında bilgi almanız, serinin heyecanını kaybetmenize sebep olacaktır ;)

ÇIRAK, aslında serinin ikinci romanı olmasına rağmen, Rizzoli/Issles TV dizisinin ilk kitabı olarak ele alınmaktadır. Sanırım, telif hakları ya da otopsi uzmanı Issles'in bu kitapla birlikte gün yüzüne çıkması sebebiyle diziye ÇIRAK romanından başlanmıştır. Büyüklerimizin dediği gibi, "dam sikime, mertek götüme". TV Dizisi hangi kitaptan başlarsa başlasın, biz önce Cerrah ile başlayalım bu heyecanlı seriye ;) Kesinlikle seyretmekten daha çok, okununca heyecanlı oluyor. Hemen kitabı yorumlamaya geçmeden önce bir kez daha hatırlatayım, bundan sonraki bölümler, Cerrah adlı romanı da işleyeceğinden, Cerrah'ı okumayanlar için kötü olabilir.

Cerrah adlı romanda, yazar Tess Gerritsen, bizleri bir köşeden bir köşeye yatırarak; nihayetinde katili, Dedektif Rizzoli'nin katkısıyla yakalanmasını, harika üslubuyla anlattı. Cerrah'da Rizzoli pek acemi pek özgüvensiz gibi görünüyor olsa da aslında gözü pek bir polistir. Zaman zaman ezik hissetiği anlar, genelde erkeklerin dünyasında, tek başına kadın bir dedektif olmasından kaynaklanıyor. Ancak Rizzoli, çoğu zaman erkek polislerin ağzının payını veriyor, başarılarıyla. Cerrah romanındaki hırsı onu zaman zaman hatalara sürüklese de, katil bir noktadan sonra, şans eseri yakalanmıştır.

CERRAH, Tess Gerritsen

CERRAH, Tess Gerritsen
CERRAH
Tess Gerritsen
Hani derlerler ya: "Elin oğlu yapmış" diye. İşte el kızı da harika bir polisiye/gerilim romanı yazmış. Tess Gerritsen'i tanımayanlar için söyleyeyim, harika bir kurguyla harika bir kitap yazmış. Hiç okumadıysanız bu kadının kitaplarını şiddetle tavsiye ederim. Gerçekten de soluk soluğa okuyacağınız bir yazar diyebilirim.

Tess Gerritsen, aslen bir doktortur. Bir noktaya kadar da mesleğini yapmıştır. Bu doktorluk macerasının kitaplarına nasıl yansıdığını sizler de okuyunca anlayacaksınız. En ince detaylara kadar yapılan otopsi yorumlarını göreceksiniz. Başarılı kalemiyle de bunu bizlere nasıl aktardığına şahit olacaksınız. Amerika'da defalarca çok satanlar listesine girmiş bu hanımın polisiye/tıbbi/gerilim romanları sizleri soluksuz bırakacağından eminim.

CERRAH romanı, adından da anlaşılacağı üzere, kadınları kesen bir katili anlatıyor. Katil kim, bilinmiyor. Ve katil neden kadınları muntazam kesiyor ve neden yalnızca rahimlerini alıyor? İşte bu kitapta bunları adım adım ama büyük heyecanla takip edeceksiniz. Yazar, bir çok kere ters köşeye yatıracak, sizi.

11 Mayıs 2012 Cuma

DEVLET, Eflatun (Platon)

DEVLET, Eflatun (Platon)
DEVLET
Eflatun (Platon)
Diyalektik tarza yazılmış bu siyasi/felsefi kitapta, Eflatun, Sokrates'i dillendirmiştir. Kitabın başında yapılan açıklamaya bakarsak, Eflatun hep böyle yaparmış. Yazılarında, hep Soktates söylüyormuş gibi yazarmış. Ayrıca elimdeki kitapta, "Ortaöğretim klasikleri" ibaresini görmem de beni üzmüş ve utandırmıştır. Henüz bir kaç sene önce, ilk defa okumuş olmaktan olsa gerek..

Bu kitabı ikici defa okumak istedim, ancak kendimi veremediğimi söyleyeceğim. Bir roman gibi olmadığından, hayal gücüyle içe sindirilemiyor. Kesinlikle kendinizi vererek okumalısınız. Okuma konusunda, sizi duraklatacak kelimeler ve anlamlar yok. Rahatça okuyabileceğiniz bir kitap. Sadece kendinizi vermeniz gerek diye düşünüyorum.

Kitabı okuduktan sonra, basitçe yaptığım bir araştırmada, Eflatun'un DEVLET'i, İslam felsefesini derinden etkilediği belirtilmiştir. Bu kitabı, okuduktan sonra, günümüz devletlerinin yapısını anlamak kolay geliyor. Ve ilginçtir, İsa'dan önce yazılmış bu eser hala etkisini korumaktadır. Kurulmuş devletleri incelediğimizde, DEVLET kitabında anlatılanların etkisi olduğunu göreceksiniz. Sanki hiç bir devlet, özgün bir yapıyı akıl edememiş de, DEVLET'ten kopya çekmiş gibiler..

Kitap, dialoglarla yazılmıştır. Sokrates ve misafir olduğu ev sahipleri arasında geçen konuşmalar anlatılmaktadır. Bir soru başka bir soruyu doğuruyor. Amaç kimin haklı olduğu değil, GERÇEK DOĞRU'yu bulmaktır. Dolayısıyle, kâh Sokrates, kâh da oradaki kişiler tonyaga düşebiliyorlar. Sorularla, akıl yürütmelerle, çelişkilerle ve karşıtlıkları irdelemekle ortaya çıkmış bir eserdir.

250 sayfalık bu önemli eseri okumanız gerektiğini düşünüyorum. Böylece günümüz devletlerini de anlamak mümkündür. DEVLET kitabında yazan bazı şeyleri, bugünkü hükümette söz sahibi olanların nasılda kopyaladıklarını anlıyorsunuz. Konuşurken dikkat çekmeyi, toplumu ince dallara bastırmadan yönetmeyi vb. konuları, ta 2400 sene öncesinde yazılmış bu kitapta görebiliyorsunuz..

ŞAH ve SULTAN, İskender Pala

ŞAH & SULTAN
İskender PALA
İskender Pala'nın, tarihsel gerçeklik ile iki sultanın kişiselleşmiş meselesini anlattığı ŞAH&SULTAN adlı bu romanında; yine o günleri oldukça iyi nakletmiş.

İskender PALA, anlaşılacağı üzere, Anadolu'da o dönemler yaşayan insanlar arasında hep bir denge kurma çabası içine girmiş. Milliyetçi bir yaklaşımı var romanlarında. Ancak bu milliyetçilik, kafatası meselesiyle asla örtüşmüyor. Bu topraklar ve bu topraklarda yaşayanları kapsayan bir sevda diyebiliriz. Art niyetli bir yazar olduğunu düşünmüyorum. İnsanlar analizlerinde hatalar da yapabilir ve çoğu zaman da duygusal olabilir. Ki bu bir profesör olsa bile..

Romanda, aynı milletten ve aynı dinden insanların, kıyasıya birbirlerini kestiklerini görüyoruz. Karşı taraf ne kadar hainlik yaptıysa, öteki taraf da, bir o kadar hainlik yapmış olarak naklediyor.

Öncelikle, İskender PALA'nın "OD" adlı yapıtına göre daha okunabilir bir roman diyebilirim. Daha sade bir anlatımı var.  Gerçekte, "OD" adlı roman da; olması gerektiği gibi yazılmıştır. Aksi şekilde yazılabilecek bir roman da değildir. Tarihi, tarihçilerden öğrenmek yerine bu tür romanlardan öğrenmek bambaşka bir zevk. Tarihin o sıkıcılığından kurtulup, kendi hayal gücünüzle tarihin gerçekliğini kafanıza kazımanız çok eğlenceli.

UMUT, Ayşe Kulin

UMUT, Ayşe Kulin
UMUT
Ayşe Kulin
Ayşe Kulin'in VEDA adlı romanının devamı niteliğinde bir kitaptır. Aslında resmen devamıdır ama bence, "GİBİ GİBİ" şeklinde bir devam kitabıdır.

VEDA'ya gösterilen özeni bu kitapta bulamadım. VEDA adlı romanı daha edebi ve daha etkileyiciydi. UMUT romanında ise; malını satmak isteyen satıcının, malını övmesi ya da daha doğru bir teşhis ile; sülalesini yerlere göklere sığdıramayan bir Ayşe Kulin gördüm. Aman efendim biz şöyleyiz, biz böyleyiz. Asla şöyle yapmayız asla böyle yapmayız diyen, günümüz Boşnak veya Çerkez ahalisinden sıkça duyulabilecek şeyler, bu kitapta oldukça fazla işlenmiş. Elbette aleni şekilde değil. Anlayan anlıyor ;) Tabi başka şeylerde var ilerleyen satırlarda anlatacağım.

Neyse, az biraz gıcık olsam da; VEDA ile başlayıp UMUT ile biten -ki hep devam edecek olan- bu serüven bize Cumhuriyet'ten öncesini ve sonrasını roman tadında, yaşanmış tarihsel gerçeklik içinde anlatmaktadır. Tarihi, tarihçilerden öğrenmeyi sıkıcı bulanlar için bu tür romanlar bulunmaz birer nimettir. Şahsen ben okulda okuduğum tarih kitaplarından çok, bu tür kitaplardan tarihi öğreniyorum. Romanlarla anlatılan tarih daha akılda kalıcı oluyor. Ama yine de dikkatli olup: "Acaba tarih çarpıtılıyor mu?" sorusunu hep akılda tutmak lazım. Dolayısıyle, vakti zamanı gelince, o sıkıcı tarih belgelerine de başvurmak gerekecektir.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

SİNEKLİ BAKKAL, Halide Edip Adıvar

SİNEKLİ BAKKAL, Halide Edip Adıvar
Sinekli Bakkal
Halide Edip Adıvar
Bu dünyada bi Rabia olmak lazımmış :)

Hani, Türki dizilerini veya filmlerini izleyip; başrolde oynayan kadın için şöyle bir yorum yaparız: "Bu kadının şeyinde boncuk mu var?" Bana göre, Rabia'nın kesin var. Peregrini'yi Osman yaptı. Paşa'yı dize getirdi. Herkesi kendine hayran etti. Bravo yani. Ancak, kızda hakkını veriyor. Kızın meziyetleri var, Allah vergisi güzelliğinin yanı sıra da harika bir sesi var.

Kitapla veya yazar ile dalga geçmiyorum, aksine, kitaptaki Rabia karakterini vurgulayarak, kitabın bende bıraktığı etkiyi dile getirmek istedim. Bu roman, Halide Edip'in ilk romanı değil. Önceki romanları hakkında da bilgim yok. Sinekli Bakkal romanına bakacak olursam, konuyu gayet güzel anlatmış. Roman içinde geçen eski Türkçe kelimeler beni biraz zorlasa da, kitabı bitirmeyi başardım. Kitapta geçen eski Türkçe kelimelerin açıklamaları sayfa sonlarında verilmektedir. Elbette bu da okumayı yavaşlatıyor. Benim gibi bir takıntınız varsa, yani bildiğiniz halde ille de "bakcam anlamına" diyorsanız kitap bir haftada zor biter ;)

VEDA, Ayşe Kulin

VEDA, Ayşe Kulin
VEDA
Ayşe Kulin
Sizleri bilmem ama, ben Türk yazarlarını beğeniyorum. Geleneksel bir tarzları var. Edebi yazım tarzından vazgeçmiyorlar. Okurken sürekli olarak beni hayal etmeye zorluyor, dolayısıyle kendimi, anlatılanları bir bir yaşıyor gibi hissediyorum. Çağımızın -ki sadece okuduklarımı baz alarak söylüyorum- yabancı yazarlarında, edebi yaklaşımı pek göremiyorum. Heyecan, macere vb. şeylerde daha usta olmalarına rağmen -belki, dilin beceriksizliği yüzünden- edebi bir yazım tarzları yok gibi geliyor. Zaman içerisinde daha fazla kitap okudukça tahlilimin derinliğini de arttıracağım.

Ayşe Kulin'in VEDA romanı, Osmanlı'nın bitiş ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna kadar olan yıllarını anlatmaktadır. Bir roman olmasının yanı sıra, sizlere tarih dersi de vermektedir. Bu açıdan öğretici bir kitap olduğunu da söylebilirim.

Bu romanda, herşeyin sonu anlatılıyor, herşeye veda ediliyor. Son Maliye Nazırı, Son Padişah vb.. Herşey bitiyor ve yepyeni, ama sancılı günlere gebe bir gelecek başlıyor.

20 Nisan 2012 Cuma

DURU AŞK 1/5

BAŞLAMADAN ÖNCE:

Bu benim ilk uzun metrajlı denemem olup; basit/düz bir kurgu yerine, iddaalı bir kurgu ile karşınıza çıkmak istedim. Hikayenin tam anlaşılması için, tüm bölümlerinin okunması gerektiğinin altını çiziyorum. 

Sadece kullandığım dili değil, hikayenin kurgusuyla ilgili yorumları da merak ediyorum. Ortalama bir kitap okuyucusu için, 45 dakikada okunacak bir hikayedir. Şunu da kabul edelim ki, PC ekranından bu tip şeyleri okumak yorucu oluyor.

Son olarak, bu, şimdiye kadar okumuş olduğum, yerli/yabancı tanınmış yazarlara ait tüm roman ve öykü okumalarının öğretisi ve kendi hayal gücüm katkısıyle ortaya çıkmış bir eserdir. Bu esere, tüm bölümlerini okuma şansı tanıyacağınızı umuyor ve okunduğunda da zihninizde bir BÜTÜNLÜK oluşacağına inanıyorum.

** Buradan okumak zor geliyorsa, PDF formatında okumak için tıklayınız.

- Bölüm 1: Evde -

Çalışan bir insan olmak, hafta içi geceleri uyuyamamak ve sabahları da uyanamamak anlamına geliyor. Saatin alarmı çalalı beş dakikadan fazla olmasına rağmen hala yataktayım. Bu keyif bana, bir sabah kahvesinden vazgeçmeme mal olacak. Sanki uyuyalı, on dakika olmuş gibi geliyor. Yetmiyor bu uyku bana. Az daha uyumalıyım. "Beş dakika daha, lütfen" derdim anneme, beni okula göndermek için uyandırdığında. O beş dakika sanki asırlarca yetecek kadar beni zinde tutar sanırdım. Yetmiyor, ne beş dakika ne de bir boyu uyumak. Asla yetmez, çünkü işe gitmem gerek biliyorum. Peki, ya pazar günlerine ne demeli? Çalışan insanın laneti değil midir pazar günleri? Saati kurmadığınız halde, erken saatte uyanırsınız, zorlasanız da uyuyamazsınız. Pazar? Ah, evet ya bugün pazar değil miydi? Aklım karıştı, beş dakika daha uyusam olmaz mı? Bugün pazar, doğru mu gerekten? Ne mutlu, hem pazar hem de uykum var. Avize sallanıyor. Rüzgar var odada. Bedenim ürperdi, uykusuzluk ağır basıyor. Yanı başımda, komidinin üstünde duran saati -alkolünde etkisiyle- ertesi gün uyanmak için kurmuş olmalıyım. Erken uyandığım için üzülmeli miyim, yoksa bugünü haftaiçi zannettiğimde, aslında bugünün pazar olduğu sürprizine sevinmeli miyim? Sevindim ve ayıldım!

DURU AŞK 2/5


- Bölüm 2: Dışarıda -

 "O günlerde gelecek, Duru" dediğinde elini elime doğru uzattı ve farkında olmadan elini sımsıkı tuttum. El ele tutuşarak durağa doğru, keyifli adımlara yürümeye devam ettik. "Nereye gidiyoruz?" diye sorduğumda, "Bugün Taksim'e gidelim dedim, biraz değişiklik olsun istedim" diye cevap verdi. "Ama oralar çok kalabalık, istemiyorum kalabalık yerlere gitmeyi" desem de tatlı bir iknayla, "Güzelim, kalabalık içinde yalnızlığı yaşatacağım sana. İstiklal'de yürürken yalnızca sen ve ben olacağız" dedi. Gerçektende, Cenk ile yolda yürürken sadece ikimiz varmışız gibi geliyor bana. Yanımdan geçenleri hiç farketmiyorum. Mesela şu yanımdan geçen gözlüklü adamı farketmemek mümkün mü? İnanmıyorum ya, bu aynalı gözlükler hala tedavülde mi? Gözlerimi görüyorum yansımada.. Gözlerim, evet gözlerimde gözlük yok. Akıl mı kaldı bende, aceleyle çıktık dışarı. Hava sabahın aksine güneşli, yakıcı olmasa da, güneş gözümün içine batıyor sanki. Yürüyoruz hala, bir dakikaya kalmaz durağa varmış olacağız.

DURU AŞK 3/5


- Bölüm 3: Yerde -

"Ceeenkk?" diye bağırdım. "Cenk, bebeğim n'olur, kalk lütfen" diye seslenirken bir yandan da bedenini kucaklıyor ve ayağa kaldırmaya çalışıyordum. Olmuyor tepki vermiyordu. Bir avuç! Evet, bir avuç içinde; şifa duası taşıyan ve umut beklentisini arttıran bir kaç damlalık su. Cenk'in ensesini ovalıyordu kadın. Gözlerime acı acı bakarak, yavaşlıyordu elleri. Avuçlarını çekerken ensesinden, "biri doktor çağırsın, ambulans çağırsın" dediğini duyuyorum. Doktor ve ambulans? Ambulans sesleri tıpkı sabah duyduğum saatin alarmı gibiydi. Hep acı gelirdi bana. Ses ile gelen ambulans her zaman içinde acı taşırdı. Ben hiç bir zaman, içinden mutlu ve el ele inen çiftleri görmedim. "Harika bir yolculuktu sevgilim, memlekete de ambulansla gidelim.." denir miydi böyle birşey? Olabilir miydi? Ambulans hep acı mı taşımak zorundaydı? Acı, öyle acı gelen bir ses duydum ki, "Ayyy, ayyy Allah'ım kan geliyor burnundan.." Kan? Acı? Haykırışlar, kim bunlar? Yana dönen yüzünü görüyorum Cenk'in ve gürül gürül akan kanı izliyorum burnundan. Çok güçlü bir akıntı, tıpkı Tortum Şelalesindeki gibi.. Foşurduyordu sanki. Öyle mi görüyordum acaba? Bu insanlar, ona zarar mı veriyorlar, Cenk size ne yaptı? Rahat bırakın onu, lütfen gidin, gidin..

DURU AŞK 4/5


- Bölüm 4: Hastanede -

"Doktor hanım, artık kalksanız diyorum.." diyen kardeşimin sesi ile gözlerimi açıyorum. Avize hala aynı yerde, sallanmıyor. Pencere de kapalı. "Pencereyi yine açık bırakmışsın, hava o kadar iyi değil abla. Böyle giderse, üşüteceksin." Bunu son zamanlarda hep yapıyordum. Altı gün önce, işbaşı yaptığım yeni hastanemde göreve başladığımdan buyana, içimde bir garip bulantı oluyor hep. Temiz hava girmeli odama. Saate bakıyorum, 07:15'i gösteriyor. Bugün pazar değil, bunu çok iyi biliyorum. Ve benim ne olursa olsun işe gitmem lazım. Ah, iyiki evim hastaneye yakın. Ancak, kahve keyfimden vazgeçeceğim aşikar. Ani bir hareketle bir çırpıda yataktan çıkıyor, bir yandan komik bir kaç el kol hareketiyle, diğer yandan da kardeşimi iterek tuvalete koşuyorum. Tuvaletteyim, "foşşş".. Ah, çok tanıdık geldi bu an. Bu bir dejavu sanki. Hatırlıyorum, ne yapıyor acaba? Dünkü olaydan sonra fazlasıyle bitkin düştüm. Olsun en azından onun yaşıyor olması sevindirici. Dün çok acemi gibiydim, hiç kimseye yardımcı olamadım. Hakkımda ne düşündüler acaba?

DURU AŞK 5/5


- Bölüm 5: İçimde -

Ben de ölünce, ardımdan böyle gözyaşı dökecek bir sevgilim var mıydı? Haykıracak, "Kader, Kader" diye bağıracak. Yokluğumda, ise tıpkı Cenk gibi, ölüden farksız bir hale düşecek biri. Eksik olmama rağmen, beni varlığımla sevebilecek bir Cenk'e sahip olabilecek miyim? Bacaklarımın arasındaki yeri almak için, her türlü hileli çabaya sahip ama bunu gerçekten Cenk gibi yapabilecek ve "seni seviyorum" dediğinde, içimde öldürmek yerine, onu büyütebileceğim biri olacak mı? Kaç kere bilmem, inanmıştım. Hileli diye düşünüyorum, çünkü onlar yoklar şimdi. Aldıklarıyla gittiler hep. Gerçek ile gerçek dışını ayırt etmek öyle zor ki. Hele bu bir erkek ise, anlamanız mümükün değil. Onlar beni içimde öldürüyorlar. Oysa ben "seviyorum seni" dediklerinde anlıyorum hiç yaşamadıklarını. Nekrofili miyim ben? Ölülerle neden hep sevişiyorum, bile bile? Söylenenler artık umrumda değil, herkes beklentisinin karşılığını alıyor. Söz söyletmiyorum artık onlara, tıpkı benim gibi olsunlar istiyorum.. Bile bile, onların daha fazla günah işlemelerine müsade etmiyorum. Piranhalar içimde büyümeye başladığında, istediklerini veriyorum..

18 Nisan 2012 Çarşamba

HACI MURAT, Tolstoy

Hacı Murat Lev Tolstoy
Hacı Murat
Lev Tolstoy
Ülen dedim n'oluyor. Kitapçıda bu kitabı görünce, babamın da bana "vayyy hacı Murat" diye seslenişi aklıma geldi. Yemin ederim, sadece HACI MURAT yazıyor diye kitabı almıştım. O dönem hiç de kitap okuyacak halde değildim. "Kimmiş bu HACI MURAT" dedim ve sayfaları okumaya başladım..

Hacı Murat'ın filmi bile varmış :) Tahmin edin kim oynamış başrollerinde. Elbette, 1967 senesinde Cüneyt Arkın oynamış. Ama öncesinde İtalyan'ların 1959'da  çektiği ve başrollerinde Steve Reeves'in oynadığı bir film var. Türkiye'deki ilk filmden sonra HACI MURAT GELİYOR (Cüneyt Arkın, 1968) ve 1972'de HACI MURAT'ın İNTİKAMI (Tamer Yiğit) filmleri çevrilmiş. Valla çocukken çok filme giderdim ama bu filmleri hiç hatırlamıyorum. Demek benim dönemlerimde bu filmi göstermemişler. Belki de ben 80'lerin çocuğu olduğumdan, böylesi isyankar filmleri pek göstermiyorlardı. Neme lazım dağa felan çıkabilirdik. ;)

OD, İskender Pala

OD, İskender Pala
OD
İskender PALA

Tarihi öğrenmek zor ve sıkıcıdır. Okuldaki tarih derslerini hatırlayınız. Dümdüz şekilde anlatılan tarih ve hatırlamamız gereken gün, ay ve yıllar..

Gerçekten de ben çok zorlanırdım. Hayal gücüm belki, o dönemler yetmezdi, aklımda hemen hiçbirşey kalmazdı, tarih dersi adına. İskender PALA'nın gerçeğe dayalı tarih dersi verir niteliğindeki romanları, bizler için çok iyi bir öğretici olacağına inanıyorum. "OD" romanında, Yunus Emre'yi okuyacaksınız. Onun sizlerin aklında kalan şair ya da ozan tarafından çok, normal bir insan yaşantısına şahit olacaksınız, kitapta. Aşkı, çocukları ve mücadelesine katılacaksınız. Yunus Emre olmanın hiç de kolay olmadığını göreceksiniz.. Anadolu hep bir ateşin ocağıydı, yanmadan pişmek öyle zordu ki.